Kurgu Eserlerin Toplum Gerçekliğine Negatif Etkileri Ve Çözüm Önerileri

Kitapların değişim getirdiği inkar edilemez bir gerçek. Ama her değişimin pozitif olduğunu kim söyledi? Herkesin okumak için farklı sebepleri vardır. Bu sebepler en sonunda bizi bir kurguyla etkileşim içine sokar. Bu etkileşimden sivrilip sağ çıkılacağı gibi körelip bir hilkat garibesine dönmekte pek mümkün.

Sevgili dostlarım, kurgular kitaplarla da sınırlı değil elbet bildiğiniz gibi bir çok başka tür mevcut. Hele ülkemizde okunma gibi daha az bir kitle yerine milyonlara ulaşabilen türler. Doğal olarak bu kurgular etkileşim halinde oldukları birey sayısını artırdıkça ortaya çıkan etkiler toplum kimliğini belirlemekte önemli bir rol oynuyor.

Direkt örnekler üzerinden gidip konuyu uzatmamak için işin özüne geliyorum. Örneğin bir dizi de baba modeli sevgisini göstermeyi zayıflık gören biri olarak karakterize ediliyor, adam olma tabirini hiç sevmem insanlık önceliğimdir ama adam olma prensiplerini sıralıyor ve bu prensipler ikili ilişkilerde zariflikten uzak kabaca şeyler oluyor genellikle, bir başka yerde mafyalık ve şiddet masumane bir şey gibi kurgulanıp normalleştiriliyor, kimlik arayışındaki gençlere rol model olarak insani değerleri yücelten kahramanlar yerine kötülüğü olağanlaştırılmış karizması tavan karakterler piyasa ediliyor.

Bunlar hemen için aklıma gelen örneklerdi. Eminim üstünde durup düşünürsek sayılarını artırabiliriz. Yazıyorum bunları çünkü günlük hayatımda böyle davranmaması gerekirdi dediğim insanların kendi karakterleri dışına çıkıp başka bir şeylerin etkisiyle hareket ettiğini gözlemliyorum. Her insan ilgi bekler ve bu ilgiyi elde etmek için kendi karakterlerinin kabuklarını aşındıramamışsalar en yakın kurgusal karakterden rol çalarlar. Bu yüzden insanların rol model alacağı bu kurgu eserlerinin topluma etkisini negatiften pozitife çekmek için neler yapılabilir diye sizlere soruyorum.

Söylediklerim yanlış anlaşılsın istemem. Ben kurguları veya niteliklerini eleştirmiyorum. Bu halleriyle bile ortadan kaldırılmalarını çözüm olarak kabul etmiyorum. İnsanlar neden iyi yerine kötüyü örnek alıyor? Ve insanlar böyle eğilimlerdeyken kurguların daha hassas düzenlenmesi gerekmez mi diyiyorum.

Benim şahsi çözüm önerim kendi karakterlerini keşfetmelerini sağlayacak nitelikli bir eğitim. Ve bu eğitimle gelen bilinçlenme sayesinde insanlar en azından kurgusal olarak zehirlenmemiş olur. Söz sizde buyurun :slight_smile:

4 Beğeni

(yazarı tarafından geri alınan gönderi, bildirilmediği takdirde 24 saat içinde otomatik olarak silinecek.)

Çözüm önerisi sunamayacağım. Kanımca ortada, tavuk mu yumurtadan yumurta mı tavuktan çıkar, türü döngü var. İçgüdülerimiz ve bilişsel yeterliliğimize göre hayatı algılayışımız şekilleniyor; o içgüdüleri ve bilişsel yetileri uyaran, onaylayan ve tekrar biçim veren hikâyeler yine bu ikiliden türüyor.

Hikâye ve hikâyecilik, duyumsanan ama anlamlandırılamayan duygu ve düşüncelerin, ait olunan toplumca benimsenmiş değer, tespit ve yargılara veya da anlatıcının kendi algısına göre benimsediği değer, tespit ve yargılara yönlendirilerek biçimlendirimesi için kullanılageldi. Kabilesinin üstüne çöreklenen kötücül ruhları dağıtmak için dans ve şarkı eşliğinde görülerini anlatan şaman ve hikâyeleri de; çocukların kendi dünyalarından çıkartılıp ait oldukları toplumun öngördüğü hayatın değer ve bilgisinin aktarımlandığı masallar da; başımızdan geçen olayları veya edindiğimiz deneyimlerden çıkardığımız sonuçları başkalarına aktarırken de, bu kadim gelenek öyle veya böyle tekrarlanmış oluyor.

Toplumlar zaten kendi gerçekliklerini hikâyeler vasıtasıyla tahsis ederler. O hikâyeler arasından en ipe sapa gelmezi bile, bireysel içgüdü ve bilişsel birikim ve bilgi seviyesine göre onu sahiplenecek birilerini bulacak ve kendi kendini onaylatıp, belli bir ortam ve alanda geçerliliğini sürdürmeye devam edecektir.

Yani başlığın konusu olan kurgular, içgüdü ve bilişsel algıya göre, maruz kalanı kadar maruz ettirenince de geçerliliği olan hikâyeciklerin parçası. Ve bu hikâyeler, toplumsal deneyim ve görüşler çerçevesinde, cevap arayanların karşısına çıkıyor; kabul eden ediyor, etmeyen başka hikâyelere yöneliyor; bireyde bulduğu karşılığa göre toplumdaki sosyal ve ekonomik statülere ve hatta anlık duygu-durumdal değişkenlere göre düzenlenmiş yaşam alanları (alt kültür gibi) ölçütünde dinamikleri anlamlandıran ve yönlendiren gerçeklere, çözümlere, kalıplara vs. dönüşüyor.

Öneride bulunduğunuz eğitim için bize o eğitimle vermek istediğimiz anlayışa uygun hikâyeler ve o hikâyelerin onaylanıp hayata uygulandığı, dikkate değer bir toplumsal çoğunluğa ihtiyaç var. Ama bu ikisi de tavuk-yumurta ikilemi yüzünden bölüm bölüm ki sorunun bir kımını da bu oluşturuyor.

Sorunları çözme eğilimimiz ve buna bağlı eylemlerimiz, az enerjiye karşılık çok kazanç tesiriyle ayartılabiliyor. Haliyle temel içgüdülerimiz de bizleri basit, kolay, hemen tatmin eden ve hızlı çözümler aramaya yönlendirebiliyor ister istemez. Bu yüzden, örneğin, süreç boyunca meşakatli ve can acıtıcı olmasına rağmen daha sağlam ve güvenilir çözümler sunan hikâyelere -çözümlere- sırt çevrilmesi ve incitilemezlik maskesi takındırmaktan başka işlevi olmayan ve ilerisinde daha büyük sorunlara sebebiyet verebilecek hikâyelerdeki yöntem ve değerleri benimsemeye daha yatkınızdır. Daha çok bireyin ilk türden hikâyeleri benimsemesi ideal topluma yaklaştırır. Lakin değerler üstünde iyi kötü bir fikir birliği olsa da onları yaşatıp özümsettiren hikâyeler üzerinde fikir birliği yok. O yüzden her toplumsal sınıf, tabaka, grup, vs. içerisinde, genelden özele pekçok kendi gerçekliğini tasarlatan hikâye türer.

Hızlı tüketim için üretilen kurmacaların ana akım tarafında kalanları da, kanımca, bu genel tabloya göre çabuk uyaran ve hemencecik kanıksanan hikâyeciklere bel bağlanılması, biraz da bundan. Çünkü tüketen kadar, üreten kesimde de onların doğruluğuna inanıyor.

Bu yüzden, doğruları ve idealleri tespit etmekte, onları aktarımlayıp onaylatan hikâyeleri tasarlatmakta başlı başına zorlu birer süreç. Bunları çözdük diyelim, biraz şüphe bile uyansa, bu değer ve taşıyıcı-onaylayıcı hikayesinin yeterlilikleri hususunda hemen soru işareti oluşabilir. Çünkü özümsettirilen hikâye sabitken, hayat belli başlı dinamiklere göre akışkan ve değişkenleşebilir; o yüzden sabitlik taşıyan hikâyenin içeriği ve erdemi iyi idrak edilmezse, toplum yaşamındaki karşılığı az bulunur veya hiç bulunmaz. Netice itibariyle yaşanan hayal kırıklığı ve cevap arayışları, bireyi, onaylanmayan diğer hikâyeler benimsemeye ve hatta kendiliğinden türetmeye yöneltebilir.

1 Beğeni

Son yıllarda basın yayının da etkisiyle insanların kendi özünden, değerlerinden koptuğunu, belki de kurgulara sığınıp düşünme ve karar alma gibi eylemlerinde bile tembelleştiğini düşünüyorum.

Bir şeyleri araştırma, öğrenme gereği duymadan dışarıdan her şeyi (nedense genelde olumsuz yönler oluyor) kapma eğilimindeyiz. Yanlış normalleştirildikçe dsha fazla insana doğru, güzel görünmeye başlar. İnsanların öncelikle kendini tanıyıp, kendine saygı duyup, özündeki incelikleri kavraması gerekir sanırım.

2 Beğeni

Bu konuyu yazarken zaten kendimi ikna edemediğim bir konuydu ben de yumurta tavuk gibi bir duruma benzetmiştim.

Kendim bile bazen yazıp çizerim orada kötü tiplemeler olur. Ben bunları maksimum düzeyde antipatik, sevimsiz dizayn etsem bile birileri onları idolleştirebilir ben bu korkuyla şimdi hiç kötü bir tipleme yapamayayım mı?

Veya ben masabaşında insan dostu, dünya tatlısı bir ideolojiyi manifestolaştırayım ama travmatik geçmişiyle ruh sağlığı bozuk biri o ideoloji ile benim fikrimi benimsediğini söyleyip dünyaya terör estirsin? Bu korkuyla elime kalem de mi almayayım?

İnsanlar eğitilerek beni bu korkularımdan kurtarsın dediğimde belki de insanlığa kendi doğrularımı dayattan düz kafa birinden farkım yok gibi duruyor. Ben sadece kitaplar filmler kişide zamanında edinilmemiş edebin ahlakın yerini tutan öğreticiler oluyor gibi bir gözlemle yazdım.

Mesela biri eşine nasıl davranması gerektiğini vaktiyle öğrenememiş dizide eşini eve kapatan sürekli döven birini görünce doğru olan buymuş gibi davranıyor. Bu misali yazarken gerçekten absürdlük hissettim ama bence kimse bu dünyada böyle zihinler olduğunu inkar edemez. Ben işte eğtimi öğretimi, vaktiyle ağaç yaşken en makul mantık çerçevesi içinde verirsek bunların az da olsa önüne geçebiliriz diye eğtim-öğretim diye çözüm dile getirdim.

Ama dediğin gibi kurmaca ve toplum birbirini besleyen birbirinden etkileşen olgular. Birinin üzerinde yarattığı sonuç aynı zamanda kendine de etki ettiği için biraz arapsaçı gibi düğüm düğüm. Bu yüzden toplumun ortaya çıkardığı kurmaca onu iyi veya kötü bir duruma soktuğunda eleştiriler kurmacaya mı topluma mı edilmeli gerçekten karmaşık.

Velhasıl kelam sanırım bende çözüm üretemeyen bir noktaya geldim sayende. Cem Karaca’nın demesiyle bindik bir alamete gideyoz kıyamete amanen : D

2 Beğeni

Hemen karamsarlığa kapılmamak gerek, canım :sweat_smile: Olumsuz örnekler teşkil eden hikâyeden medet bulamayan veya bulamayacağını idrak edebilen kişi, başka hikâyelerin arayışına girecektir. Sorun, benimsediği ilk hikâyeden hareketle karşına çıkan benzerlerini benimseme eğilimi; farklı versiyonu yani. O yüzden, olumlu ve sağlıklı örnekler içermesi planlanan hikâyenin kapsamı, hedefi, karşıt hikâyeler karşısında direnebilmesini sağlayan unsurlar, vs. iyice ölçüp biçilip, tekrar tekrar duyurulmalı. Herkesçe benimsenmeyecek olsa bile en azından, bize görüş ve kimlik kazandıran hikâyeler denizinde iyiye meylettirmeyi amaçlayan örnek sayısı artar.

Tabii üretmek kadar yaymakta önemli. Haliyle işin ucu yine kitle iletişimine ve yayınlamaya varıyor. Süreç içerisinde karamsarlığa en fazla kapılabileceğimiz eşik orası :sweat_smile:

1 Beğeni

Atladığımız şöyle bir nokta var. Malesef ahlaki çöküşte olan, şiddete meyilli, duygusuz, saygısız ve empati yoksunu toplum gerçeklerinin, kurgu eserler üzerinde yaptığı negatif etki, kurgunun toplum gerçekliğine yaptığı negatif etkiden çok çok daha fazla.

Toplumdaki duygusuz ebeveynleri, kadınları tokatlayan ahlak bekçisi sözde delikanlıları, tavuk keser gibi insan kesen ağır abileri, birbirinin kuyusunu kazan akrabaları, yengesine hallenen yiğenleri hep bu dizilerden özendikleri için, bu diziler bilinç altarına işlediği için, kurgu diziler topluma etki ettiği için sayılarının artıp, toplumu negatifleştirdiğini sanıyoruz… Fakat herşeyden önce bu dizilerin her kanalda, her gün, her saat yayınlanıyor olma nedeni toplumda bu insanların halihazırda bolca bulunmasıdır. Çünkü o dizileri izleyen, reyting rokarları kırdıran, yapımcılarına tam manası ile para bastıran tam da bu televizyon diye aslında aynaya bakan insanlardır.

3 Beğeni

@Bay_Karamsar karamsar olmayın dedi : D Ben lise 2 kimyasıyla cahilce takıntılıyım bu karamsarlığa. Entropi düzensizlik sürekli artar diyor ya bende de bu gün kötüyse yarın ondan daha kötü olacak çünkü doğa kanunu bu gibi bir hava var bu dönem.

Dediğiniz tarz hikayeleri üretmek yaymak için kendi çapımda yazabildiğim kadar yazdım. Doğru öğüdü veren kitapları herkese tavsiye ettim 3 5 hediye ettim. Onlarca kitap için inceleme yazdım. Ama tüm yazılarımı ilk elden okuyan hepsini okumuş en yakınlarım bile hala en basitinden ayrımcı ötekileştirici hallerdeydi hala. En yakınıma bile sirayet edemeyince doğru bu köyde barınmıyor ya da doğru olan benim düşünmediğim taraf deyip yazmayı etmeyi bu konularda konuşmayı kestim.

Valla benim artık ne doğrum kaldı ne yanlışım sadece canım sıkılıyor : D

1 Beğeni

Elbette, bunu kattiyen gözardı edemeyiz. Zaten bu tavuk-yumurta ikilemi biraz da buradan geliyor. Ortada, birey, toplumsal gruplar/gruplaşmalar ve her ikisinin de benimsediği veya reddettiği hikâyeler (çözümler, cevaplar, vs.) geliyor. Küresel çapta etkilerin yaşandığı olaylarda, insanların en cahilcesinden en erdemlicesine kadar uzanan yorum ve tepkilerde bulunmaları, bu üçlü arasındaki karmaşık çaprazlanmayla oluşan bağların ürünü.

Hikâye(ler) toplum genelinde ne kadar kişice kabul görüyorsa, doğalı, doğrusu, normu o olmalıymış gibi algılanıyor, haliyle. O yüzden, alternatf fikirler üretilince norm diye düşünülene uygunluğuna göre değerlendirmeye tabii tutuluyor.

Bahsini ettiğiniz insanlara gelirsem; evet, varlar ve yıkıcı etkileri küçümsenemez. Ama bence güdüsel olarak “tehlikeli/zararlı” olana daha dikkat kesildiğimizden, onları ve hikâyelerini kapsam ve kontrol edilemez olarak abartabiliyoruz. O programları izleyerek onaylandıkları fikrine kapılabilirler, ama gerçek hayatta, yaptıklarının onaylanmadığı bir çevrede barınamadıkları için olabildiğince uzak dururlar. Ama sorun da burada işte, hatalarına ses çıkaramayınca, bu bir tür onaylanma olarak sayılıyor; alışkanlıklarını daha geniş alanlara yayarak sürdürüyorlar. Dikkatinizi çekerim, bahsettiğimiz insanlar belli bir güven veya garanti duygusunu hissettikleri ortamlarda eylemlerini gerçekleştirme eğilimindeler. Yani durum biraz, onlara nasıl geçit vermeyiz sorusunda düğümleniyor.

@Howl, tamam entropi sonucu bozulma oluşur oluşmasına da, enerji de kaybolmaz, başka bir şeye dönüşür. Yapılması gerekeni yaptıktan sonra, değişimi gözlemleyememenin ne kadar rahatsızlık verici olduğunu anlıyorum. Fakat karşı tarafın değişime rıza göstermesi de önemli; aksi taktirde, iyi amaçlar uğruna öğrencilerini zorlayan öğretmen konumuna düşülür. Kendinize edindirdiğiniz görevin içeriğini ve yöntemlerini bilmiyorum. Ama konumuz kendimize biçtiğimiz hikâyeler olunca, kendi değer ve inançlarınızı ve ayrıca onları hayata geçirtirken ki yöntemlerinizi irdeleyerek arayışınız için kendinize yeni bir yol haritası çıkartabilirsiniz belki :thinking:

3 Beğeni

Buna “katharsizm” deniliyor. Psikoloji alanında da Freud temelinden başlayarak Carl Jung, Skinner, Beng, Bandura gibi isimlerin eserlerini veya çalışmalarını inceleyebilirsin. İnsanların algılarıyla oynamak futbol oynamaktan daha kolay aslında. İnsanlar seçimlerini veya tercihlerini özensizce ve çok üzerinde durmadan yapıp birer fanatik haline gelebiliyorlar. Örnek; ailesi fenerbahçeli diye Fenerbahçe’yi tutup onu ölümüne savunan bir insan gibi. Örnek; arabası herhangi bir marka olup diğerlerine daha iyi olduğunu kanıtlamaya çalışan insan gibi. Kitaplarda da öyle, bir yazara o kadar tutkuyla bağlanıyorsunuz ki hiç düşünmeden onun her yarattığı kurgu( özellikle sci-fi ve fantasy eserleri) asla değiştirilemez ve en mükemmeliymiş hissine kapılıyoruz. Bunun altında yatan bir çok psikolojik etmen var. Bunlara değinip uzun uzadıya yazmak istemiyorum ama benim düşüncelerim bu yönde.

1 Beğeni