Hayvanlarda olması doğal olduğunu gayet de gösterir
Bir diğer deyişle, eşcinselliğin doğada da bulunuyor olduğu gerçeğinden bahsederken amaç, “Bakın, doğada da var; demek ki eşcinsellik iyidir.” gibi bir argüman üretmek değildir. Eşcinselliğe yöneltilen “Anormallik; çünkü canlıların üremesine engel oluyor.” argümanının hatalı veya en azından eksik olması gerektiğine işaret etmek amacıyla geliştirilen bir argümandır. Çünkü eşcinsellik mutlak yok oluş anlamına gelseydi bu kadar çok sayıda türde, bu kadar yaygın olarak görmeyi beklemezdik. Dolayısıyla eşcinselliği sadece şahsi inançlar ve düşünceler çerçevesinde, sırf alışılagelmiş tanımların dışarısında gibi gözüküyor olduğu için bir cinsel yönelimi “anormal” saymak ve karşı propaganda yürütmek, en yumuşak tabiriyle insanlık dışıdır. Bu zayıf iddialardan uzaklaşılması ve konunun bilimsel arka planının irdelenmesi gerekmektedir. (Eşcinsellik ve Evrim: Eşcinsellik Nedir? Eşcinseller Evrimsel Süreçte Neden Elenmedi?)
Eşcinsellik ne yayılabilir ne de bir hastalıktır
Bir olgunun “hastalık” veya “anomali” (“anormallik”) olarak değerlendirilebilmesi için, o unsurun bireyin ölümüne neden olması veya bireyin yaşam standartlarında fiziksel, biyolojik veya psikolojik bir kötüleşmeye neden olması gerekmektedir. Eşcinsellerin üremeye yönelik davranış sergilememesi, üreme sistemlerinin çalışmadığını göstermez. Zaten üreme de bireyin yaşamı için değil, türün devamı için gereklidir. Eşcinselliğin azınlık olduğunu zaten herkes biliyor. [Almanya %7,4’le (sic) Avrupa’nın en kalabalık LGB nüfusuna sahiptir. ] Dolayısıyla insan türünün devamı için medyada sürekli dile getirildiği gibi büyük bir darbe vuracak olması mantıksızdır.
Türkiye Psikiyatri Derneği’nin açıklamasından alıntı:
Üzülerek görmekteyiz ki ülkemizde, eşcinselliği, biseksüelliği ve trans varoluşları “hastalık”, “anormallik” veya “sapkınlık” olarak niteleyen ve eşcinsel-biseksüel-trans bireylerin sözde “tedavilerine” yönelik tekniklerin yazıldığı bilimsel veya mesleki açıdan etik olmayan kitaplar yayımlanmakta ve bu kitaplar çeşitli kitabevlerinde satılmaktadır. Oysa bu durum açık bir şekilde, insan haklarının ve bunun yanı sıra bilimsel/ mesleki standartların ciddi ihlali anlamına gelmektedir.
Üzülerek görmekteyiz ki ülkemizde, eşcinselliği, biseksüelliği ve trans varoluşları “hastalık”, “anormallik” veya “sapkınlık” olarak niteleyen ve eşcinsel-biseksüel-trans bireylerin sözde “tedavilerine” yönelik tekniklerin yazıldığı bilimsel veya mesleki açıdan etik olmayan kitaplar yayımlanmakta ve bu kitaplar çeşitli kitabevlerinde satılmaktadır. Oysa bu durum açık bir şekilde, insan haklarının ve bunun yanı sıra bilimsel/ mesleki standartların ciddi ihlali anlamına gelmektedir.Eşcinsellik, aynı cinsiyetten bireylerin birbirlerine yönelik romantik ve cinsel çekimini ifade eder. Biseksüellik ise bir bireyin hem karşı cinsten hem de kendi cinsinden birine romantik/cinsel ilgi duyabileceğini ifade eder. Heteroseksüellik de bireyin karşı cinsten kişilere romantik/cinsel çekim hissetmesidir. Bunların her üçü de insanlarda görülen cinsel yönelimlerdir ve herhangi biri diğerinden daha “normal” veya “anormal” değildir.
Translık ise bireylerin kendilerini hangi cinsiyete ait hissettikleri ile ilgilidir ve bu hissiyat yaşamın ilk yıllarından itibaren kendini gösterir. Yani bazı bireyler kendilerini üreme organlarına göre tanımlanmış olan cinsiyetlerine ait hissederken, bazıları bunun tersini hissederler. Bunlardan biri ya da diğeri daha “doğal”, “normal” veya “olumlu” değildir. Bu nedenle trans varoluşlar hiçbir şekilde “hastalık” veya “bozukluk” olarak görülemez.
Her ne kadar geçmiş dönemlerde ‘sapkın’, ‘hasta’ veya ‘anormal’ olarak görülmüş olan eşcinsel, biseksüel ve trans bireyler çeşitli insanlık dışı yöntemlerle “cezalandırılmış” veyahut “tedavi edilmeye” çalışılmışsa da, özellikle son 50 yıllık süreçte bu yaklaşımlar terk edilmiş ve uzun çabalar sonunda günümüz bilim dünyası eşcinselliğin ve biseksüelliğin tıpkı heteroseksüellik gibi birer cinsel yönelim olduklarını kabul etmiştir. Öyle ki Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve uzunca bir süre eşcinselliği “hastalık” olarak değerlendiren geleneksel psikoloji/psikiyatri örgütleri bile eşcinselliğin bir hastalık olmadığını ilan etmişler ve kullandıkları hastalık sınıflandırma/tanılama listelerinden eşcinselliği ve biseksüelliği çıkarmışlardır. Örneğin, Amerikan Psikiyatri Birliği (APA) 1973’te eşcinselliğin hastalık olmadığını ilan etmiş ve ardından 1987’de de “eşcinsel bireyin kendi cinsel yöneliminden rahatsızlık duyması” anlamına gelen ve yukarıda bahsi geçen “tedaviler” aracılığıyla son zamanlarda karşımıza yeniden çıkan “egodistonik eşcinsellik” kavramını esas itibariyle toplumdaki baskı ve ayrımcılıktan kaynaklanan bir durum olması nedeniyle hastalık listesinden çıkarmıştır. Dünyadaki duruma paralel olarak ülkemizde de ruh sağlığı örgütleri, eşcinselliği ve biseksüelliği, heteroseksüellik gibi birer cinsel yönelim olarak tanımlamakta ve aksi tutumun bilimsel/mesleki etiğin ihlali olduğunu bildirmektedirler. Böylece gelinen noktada gerek dünyada gerek ülkemizde ruh sağlığı otoriteleri, kendi kültürel ahlaki değerlerini dayatmak yerine, kişilerin öznelliğini ve çeşitliliğini dikkate alan bir tutum sergilemeyi nihayet başarmışlardır. (26 Ocak 2015 - Homofobik ve Transfobik Psikoloji/Psikiyatri Kitapları ve Uygulamaları Hakkında Açıklama)
LGBT+ sadece eş cinselleri kapsamaz
Hep LGBT adı altında eşcinselliğe verip veriştiriyorlar ama eşcinsellik, kuirin sadece iki harfini temsil ediyor. Ve hayır, ota “toprağa” hallenmiyoruz. Bizim de bir göz zevkimiz var. Ve bir erkeğin bri erkeği yakışıklı bulması onun eşcinsel olduğunu göstermez.
LGBT+ ile pedofili arasında herhangi bir bağ yoktur
“LGBT+ pedofikiyi özendiriyor.” savı tamamen önyargıya ve bir-iki fotoğrafa dayalı bir savdır. Birinin bir çocukla dudaktan öpüşmesi onun pedofili olduğu anlamına gelmez. Araştırmalar gösteriyor ki cinsel yönelimin pedofiliyle doğrudan bir ilişkisi yoktur.
APA’nın aldığı kararda, elbette LGBT+ toplumsal hareketinin etkisi olacaktı
- yüzyılın başlarında eşcinsellikle ilgili yapılan araştırmalar, polise yakalanan seks işçileri ve kendi rızasıyla kendini sağlık kurumlarına teslim eden kişilerle sınırlıydı. Bu kişilerin psikolojik olarak sağlıklı olması baştan mümkün değildir. LGBT hareketiyle birlikte eşcinsellere yalnız olmadıklarını, kendilerini sevmelerini, kendileriyle “onur” duymaları gerektiği söylenmiştir. Böylece eşcinselleri mutsuz edenin cinsellikleri değil, baskılar, işsizlik, geçim sıkıntısı, evsizlik vb. gibi negatif olaylar olduğu ortaya çıkmıştır. Rorschach, Thematic Apperception Test (TAT) ve Minnesota Multiphasic Personality Inventory (MMPI) gibi testler eşcinseller ile karşı cinseller arasında işlevsel olarak ayırt edilebilecek bir fark olmadığını göstermiştir.
Freud ve Ellis eşcinselliğin normal bir şey olmadığını ama bazıları için kaçınılmaz olduğunu savunmuştur. Ancak, Kinsey yaptığı geniş çaplı araştırmalarını yayınladığı kitabında, eşcinselliğin sanıldığından daha fazla yaygın ve cinsel davranışların kapsamında olduğunu kanıtlamıştır.
Kimse herhangi bir cinsel yönelimle doğmaz
Evet, kimse eşcinsel veya karşı cinsel doğmaz. “Born This Way” savını çürüten Dr. Lisa Diamond şöyle demiştir:
Şimdi cinsel yönelim genellikle kendini çok erken ve aniden belli eder. Ama bazen böyle olmaz. Örneğin heteroseksüel bir evlilikten sonra açılan LGBT’lere karşı duyulan güvensizlik kalbimi kırıyor. İnsanlar şunun gibi şeyler diyor: “Bunca zamandır nasıl bilemezlerdi?” “Gerçekten eşcinsel olduklarından eminler mi?”
Bunu açıldığın bir insanın sana söylediğini düşün. Ancak açık gerçek şu ki, (toplumsal) cinsiyet ve cinsel gelişim çoğu insanın düşündüğünden çok daha fazla değişkenlik göstermektedir. Ve bu değişkenlik cinsel çekimin değişmesine de genellikle sebep oluyor. Cinsel çekimler eşit miktarda akışkanlık gösterir. Şimdi, bu akışkanlık bize cinsel yönelimin doğuştan olması hakkında ne anlatıyor? Hiçbir şey. Çünkü tamamen alakasızlar. Genetiğin cinsel yönelime etkisinin olduğunu gösteren güçlü kanıtlar vardır. Ancak, bu etkiler tüm cinsel yaşamımızı doğumdan itibaren sabitlemez. Yaptıkları tek şey gelişimi belirli bir yöne doğru itmektir. Cinsellik tamamen genler tarafından belirlenmiş olsaydı, o zaman, iki tek yumurta ikiziniz varsa ve bir ikiz eşcinsel olsaydı, diğer ikiz yüzde yüz eşcinsel olurdu. Çünkü aynı genlere sahipler. Ancak gerçekte, yapılan anketler, iki tek yumurta ikiziniz varsa ve bir ikiz eşcinsel ise, diğer ikiz yüzde otuz ila kırk arasında eşcinsel olduğunu buldu. Şimdi, bu sadece şans eseri beklediğinizden çok daha yüksek, bu nedenle genlerinizin cinsel yönelimini etkilediğinin kesin kanıtı. Ancak genleriniz, sahip olacağınız her cinsel duygu hakkında son sözü söylemez. [sic]
Ve şöyle belirtmiştir:
Cinsel yönelimin akıcı olması, terapistlerin aynı cinsiyettekilere ilgi duyan bireyleri “iyileştirebileceği” anlamına gelmez. Bu bazen “dönüşüm terapisi” olarak adlandırılır ve yapılan çalışmalar, işe yaramadığını ve büyük psikolojik hasar, artan depresyon, anksiyete, intihar girişimi oranlarını gösterdiğini belirtmiştir. Bu yüzden dönüşüm terapisi, tüm bu büyük tıbbi ve psikolojik dernekler tarafından gözden düşmüştür. Ve bu nedenle, bu eski dönüşüm terapisi uygulayıcılarının hepsi sadece kendi kapılarını kapatmakla kalmadı, aynı zamanda LGBT topluluğundan açıkça özür diledi ve çocuklara ve ergenlere dönüşüm terapisinin uygulanmasını yasaklamak için yasal çabalara dâhil oldu. Yanlış anlama olmamasına izin verin: Cinsel çekimler kendi başlarına dalgalanabilse de, eşcinsel çekimleri zorla ortadan kaldırmaya çalışmak etkisiz, zararlı ve etik olmayan bir süreçtir.
The Cinsiyetsizlik Projesi ve “biyolojinin basit gerçeği”
Cins (biyolojik cinsiyet) ve cinsiyeti (toplumsal cinsiyet) duymuşsunuzdur. LGBT+'ların da cinsiyeti kaldırmaya çalıştığı iddiasını da duymuşsunuzdur. Ama gerçekten de öyle bir şey yapmaya çalışsaydık bu kapsayıcı olmayan ikili cinsiyet sistemine daha fazla tanım, isim getirmeye çalışmazdık. Ve “biyolojinin basit gerçeği” XX ve XY ile sınırlı değildir! Bir diğer saçma savsa “biyolojik cinsiyet yerine atanan cinsiyet kavramının getirildiğidir”. İlk olarak, sizin biyolojik cinsiyet anlayışınızın penis ve vulvayla sınırlı. Ergenlikte salgılanacak hormonu veya bebeğin kromozomunu buradan anlayamazsınız. Bu yüzden atanan cinsiyet kavramı geliştirilmiştir. Buyrunuz bakınız. LGBT+'nın karşı çıktığı olgu cinsiyet değildir; cinsiyet rolleridir.
“Aile yapımızı bozacaklar”
Aile yapınız klişelere dayalıysa elbette. Zaten ailenin ailesi kültür de ahlak da dönem dönem bozulmuş, değişmiştir. Değişmeyen tek şey değişimdir. Eşcinsellik veya diğer azınlıktaki cinsel yönelimler hastalık olmadığı için aile kurulmasına engel olmamalıdır.
Kurumların yaptığı açıklamalar
Amerikan Pediatri Akademisi’nin 2004’teki açıklaması şu şekildedir:[91]
“ Herhangi bir cinsel yönelimin gelişiminin mekanizmaları belirsizliğini sürdürmektedir ama şu anki kaynaklar ve bu alandaki çoğu uzman cinsel yönelimin bir tercih/seçim olmadığını belirtmektedir. Kişi eşcinsel ya da heteroseksüel olmayı kendisi seçmemektedir. Cinsel yönelimle ilgili çeşitli teoriler ortaya atılmıştır. Cinsel yönelim muhtemelen tek bir faktör tarafından değil, genetik, hormonal ve çevresel faktörlerin etkileşimiyle oluşmaktadır. Son 10 yılda biyolojik temelli teoriler uzmanlar tarafından daha çok benimsenmiştir. İnsanların cinsel yöneliminin kökeniyle ilgili tartışmalar ve belirsizlik devam etmekle beraber ailenin yetiştirme şeklinin, cinsel tacizin ya da yaşanan kötü olayların cinsel yönelime etki ettiğine dair bilimsel bir kanıt yoktur. Şu anki bilgiler cinsel yönelimin erken çocukluk döneminde kurulduğunu göstermektedir. „
Amerikan Psikiyatri Kurumu, Amerikan Psikologlar Birliği ve Sosyal İşçilerin Ulusal Kurumu’nun 2006’daki açıklaması şu şekildedir:[155]
“ İnsanların heteroseksüel, eşcinsel ya da biseksüel olmasına yol açan özel faktörler (biyolojik, psikolojik, ebeveynlerin cinsel yönelimi) hakkında ortak bir bilimsel görüş yoktur ama mevcut kanıtlar gay ve lezbiyenlerin çok büyük bir çoğunluğunun heteroseksüel çiftlerin yetiştirdiği ailelerden geldiğini, eşcinsel çiftlerin yetiştirdiği çocuklarınsa çok büyük bir çoğunluğunun heteroseksüel olduğunu göstermektedir. „
Kraliyet Psikiyatrlar Derneği’nin 2007’deki açıklaması şu şekildedir:[4]
“ Nerdeyse bir yüzyıl boyunca yapılan psikoanalitik ve psikolojik spekülasyonlara rağmen ailenin yetiştirme şeklinin ya da erken çocukluk deneyimlerinin kişide heteroseksüel ya da eşcinsel yönelimin oluşmasında bir rolü olduğuna dair önemli bir kanıt bulunamamıştır. Cinsel yönelim doğada biyolojik olarak görünebilir, genetik faktörlerin kompleks etkileşimi ve erken rahim ortamı tarafından belirlenebilir. Bu yüzden cinsel yönelim bir seçim değildir ama cinsel davranış açıkça bir seçimdir. „
Amerikan Psikiyatri Kurumu’nun açıklaması şu şekildedir:[96]
“ Hiç kimse heteroseksüellik, eşcinsellik ve biseksüelliğin nasıl oluştuğunu bilmemektedir. Önceden eşcinselliğin aileyle yaşanan kötü deneyimler ya da yanlış bir psikolojik gelişme yüzünden oluştuğu düşünülmüştür ama bu varsayımlar yanlış bilgiye ve ön yargıya dayanmaktadır. „
Amerikan Psikiyatri Kurumu, Amerikan Psikologlar Birliği, California Psikologlar Birliği ve Sosyal İşçilerin Ulusal Kurumu 2007’deki açıklaması şu şekildedir:[155]
“ Birçok araştırma genetik, hormonal, gelişimsel, sosyal ve kültürel faktörlerin cinsel yönelim üstündeki etkisini incelemesine rağmen, bilim adamların cinsel yönelimin özel bir faktör ya da faktörler tarafından belirlendiği sonucuna ulaşmasına izin veren bir bulgu yoktur. Bu araştırmaların bazıları cinsel yönelimin gelişimini daha iyi anlamaya olanak tanıyabilir ama cinsel yönelimin nedenini veya nedenlerini bulmada sonuca ulaşmaya yardım etmez. „
==Edit==
Nefrete saygı duymak zorunda değiliz
Sen benim kafama çeşitli kesici aletler geçirmeyi düşünebilirsin ama saygı beklemeyi ne hakla istiyorsun? LGBT+'ların yaşama hakkına saygı duymakla onların kötülüğünü istemek bir değildir. Yani “O zaman siz de saygı beklemeyin.” denmesi mantıksız. Sevmemek ile nefret arasında fark vardır. Nefret, toplumsal bir hastalıktır.
Psikolojide homofobiye ilişkin ilk kavramsallaştırmalara bakıldığında bu olgunun zihinsel bir düzensizlik olarak, eşcinseller veya eşcinselliğe ilişkin irrasyonel korkularla ilişkilendirilerek bireysel bir patoloji olarak anlaşılmaya çalışıldığı görülüyor. Oysa bugün homofobi, kişisel bir korku ve irrasyonel bir inanç olmanın çok ötesinde kültür ve anlam sistemleriyle, kurumlar ve sosyal geleneklerle ilişkili olarak ele alınması gereken politik bir alanda oluşan, gruplar arası bir sürece işaret etiyor. Homofobi, daha bireysel (kişilik, benlik algısı, bilişsel yapılar vb.) süreçlerin de etkilediği, eşcinsellerin bir dış grup olarak kavramsallaştırılması sonucunda oluşan ve belirli stereotiplerin eşlik ettiği bir gruplar arası ilişki ideolojisi olarak görülebilir. Homofobik ideoloji kendiliğinden kişisel bir özellik olarak değil, belirli bir sosyo-kültürel bağlam içinde oluşuyor. Kültürel ve bireysel koşullar ve süreçlere dayalı bütün köklerine rağmen pek çok sosyal psikolog, homofobinin ırkçılık ve seksizmle bağlantıları içinde anlaşılabileceğini düşünüyor. Homofobi bu anlamda seksizmin önemli bir silahıdır. Heteroseksüellikten farklı cinsel yönelimlere sahip insanlara karşı şiddet, erkekliğin, bir anlamda cinsiyetçi kullanımıyla “insanlığın korunması ve kontrolü” için bir mekanizma haline geliyor.
Öte yandan pek çok ampirik çalışmanın bulguları, önyargı ve negatif stereotiplerin, ideolojilerin kutsamasıyla, dışlanan gruplara yönelik değişen biçim ve içeriklerde "şiddet"le hayata geçirildiğini, ayrımlaşmayı kutsayan ideolojilerin geleneksel değerlerle beslenen yeni bir tür “muhafazakârlık” olduğunu öngörmemize yol açıyor.(Ayrımcılık ideolojisi olarak homofobi)
Bir kişinin homofobiklik derecesini inceleyen bir psikimetri ölçeği olan homofobi ölçeğini, 551 İtalyan üniversite öğrencisine uyguladı ve bu sonuçları diğer kişilik özellikleri ile ilişkilendirdi.
Homofobik eğilimleri güçlü olan kişilerde, psikotisizm ve olgunlaşmamış savunma mekanizması gibi kişilik özelliklerinin de yoğun görüldüğünü, ancak aileyle güvenli bağlanmanın düşük bir homofobi göstergesi olduğunu belirledi.
Profesör Jannini, bu akıl sağlığıyla ilgili sorunların terapiyle ele alınabileceğini söylüyor.
“Belki eşcinsellerin tavırlarından hoşlanmıyorsunuz. Ancak ‘Eşcinsel değilim, eşcinsellerden nefret ediyorum, eşcinsellerin evime gelmesini istemiyorum, okulda eşcinsel öğretmenler istemiyorum’ demek zorunda değilsiniz” diyor.
“Eşcinselliğin bir hastalık olarak değerlendirilip değerlendirilmemesi gerektiğini yüzyıllar boyunca tartıştıktan sonra, ilk kez asıl tedavi edilmesi gereken hastalığın homofobi olduğunu gösterdik.”
“Homofobinin daha yaygın olduğu ülkeler, LGBT bireylerin daha görünmez olduğu ülkeler, çünkü korku ve güvensizlik yaratmak daha kolay.”(Homofobi, Bifobi ve Transfobi Karşıtlığı Günü: Homofobi psikolojik bir rahatsızlık mı?)