Lotus ve Selvi - 1. Bölüm "Pencere"

1. Bölüm” PENCERE”

Haftanın en güzel gününe uyandım. Pencere açık kalmış herhalde, içeri giren rüzgârın soğukluğunu hissedebiliyorum ve bazı kuşların sesleri duyuyorum. Gözlerim yavaş yavaş açılıyor ve bu anın büyüsünü bozmak istemiyorum. Duvardaki desenlere bakıyorum ve yatağın yanındaki tekli koltuğa. Koltuğun üstünde duvarda asılı duran açık gece lambasının koyu turuncu rengi çok garip. Bunu kim almıştı, ah anne yine odama karışmış. Hey! Burası benim odam değil. Neresi burası? Rüyada olmadığıma eminim. Ama neredeyim ben? Yataktan yavaşça kaktım ve en son neyi hatırlıyorum diye düşünmeye başladım. Akşam olmuştu ve herkes evdeydi sonra ne oldu? Hatırlamıyorum. Odanın içerisindeki eşyalara göz gezdirmeye başladım. Hangi ağaçtan yapıldığını bilmiyorum ama pencerelerin eski tarzı çok hoş gözüküyordu. Babaannemin eski evine benziyordu. Pencereden dışarı baktığımda kalbim daha da hızlı atmaya başladı. Ev, bir ormanın içindeki bir düzlükteydi. Etrafı tahta çitlerle çevrilmişti. Etrafımdaki her şey yeni olduğu için dikkatimi çekiyordu. Pencerenin yanındaki sehpada siyah beyaz bir aile fotoğrafı vardı. İki erkek çocuk ve anne babası. Burada yaşayanlar onların çocukları olmalıydı. Daha fazla çıldırmadan içeri bir adam girdi. Anlık refleksle elime tekli koltuktaki yastığı aldım ve " Ama sen fotoğraftaki adamsın." dedim. Adam hiç tepkisini değiştirmeden "Geçen yıl çektirmiştik. Diğerleri karım ve çocuklarım. " dedi.

"Fotoğraf neden siyah beyaz? "

“1936 yılında renkli fotoğraf çektirmek pek mümkün değildi.”

“Ne! Tamam güzel bir rüyaymış artık uyanmak istiyorum.”

“Rüyada değilsin. Seni dün gece şu karşıdaki ağacın altında bulduk.”

Aklım daha da karışmıştı ama başımın ağrısıyla olanları hatırlamaya başladım. Parkta bir ağacın altında oturuyordum. Telefonum ağacın köklerinin içine düştü. Elimi, almak için uzattım ama o kök, elime sarıldı ve beni toprağın içine çekti. Tekrar gözümü açtığımda o ağacın altındaydım ve sanırım bu evin ışıklarını gördüm. Sonrasını hatırlamıyorum. Adam bunları dinlerken çok sakin bir şekilde sadece kafa sallıyordu.

"Bak küçük insan, o elindeki yastıkla ne yapacaksın bilmiyorum ama anlattığın hikâyede bir eksik var. O seni çeken kök sadece buraya girmesi gereken kişileri içine çeker ve şunu açıkça belirtmeliyim, burada olmaman gerekirdi. Büyük ihtimalle kaza sonucu buraya geldin. "

Elimdeki yastığı yavaşça indirdim ve " Çok güzel bir soru sormak istiyorum, neredeyim ben?" dedim.

"Açıklaması biraz zor ama şu an bazı yaratıkların yaşadığı başka bir boyuttasın. "

“Öldüm mü ben?”

"Hayır ölmedin. Sadece farklı bir boyuttasın. "

Kalbim o an çok hızlı atıyordu. Dayanamayıp sevinçten adama sarıldım.

" Yaptığın pek normal bir hareket değil, şu an mutlu olmaman gerekiyor. "

"Bak, İnsan mısın bilmiyorum ama şu an yirmi üç yaşındayım ve yapmak istediğim tek şey her şeyden uzaklaşıp biraz tatil yapmak. Güzel olan şu ki şu an buna sahibim. "

“Ben de insanım aslında ve benim olduğum zaman aralığında insanlar sarılı dururken uzun süre sohbet etmiyorlardı. Şimdi ayrılabilir miyiz?”

“Özür dilerim farkında değilim.” Sonunda sarılma bitmişti. Adam az önce insan olduğunu söylemişti ve ben de bir umutla " Bir süre burada kalabilir miyim?" dedim.

“Sıkıntı burada kalmanda değil, ailenin ve diğer insanların seni merak etmesi, anladın mı beni?”

" Bu konuda sorumluluğu üstüme alıyorum. Yani beni çok da merak edeceklerini düşünmüyorum."

“Senin için böyle düşünmesi kolay ama onlar için aynısını söyleyemem. Hem burada ne yapabilirsin ki? Tek insan olan benim, diğerleri insan benzeri bir çeşit varlıklar.”

"Şansımı denemek istiyorum. Sadece bir hafta, beğenmezsem dünyama geri dönerim. Anlaştık mı? "

Gözlerimle ona yalvarıyordum. Hem kabul etmemesi için hiçbir sebep yok.

"Anlaştık. Sadece bir hafta. "

“Şu an burası hakkında biraz bilgiye ihtiyacım var. Fotoğraftakiler senin ailen mi? Şu an burada mı yaşıyorlar?”

"Evet onlar benim ailem ve şu an burada yaşıyorlar. Alt katta oturuyorlar. Hadi gel seni onlarla tanıştırayım. " İşte başlıyorum. Kapıdan dışarı attığımda uzun bir tatile başlamışım gibi hissettim. Hayatımla ilgili bütün can sıkıcı şeyler bir anda uçuvermişti. Alt kata inerken evin koyu renkli havası çok sıcak gözüküyordu. Duvar kağıtlarının desenleri ve renkleri altmışlardan kalan tablolar gibiydi, koyu pastel ve dolgulu.

"Evinizin atmosferi gerçekten çok karanlık. Bir de biraz eski duruyor ama her şey sağlam gözüküyor. "

"Eşimle ikimiz tasarladık. İkimizde yaşlı insanlarız ve modern eşyalar yerine kendi hayatımızda gördüğümüz şeylerle döşemeyi seçtik. "

"Yaşlı mı? En fazla 40 yaşındasındır. "

“40 yıl oldukça uzun bir süre, küçük kız.”

" Aslında çok küçük değilim."

"Biraz sonra öğreneceğiz, küçük kız. "

Yüzüme bakarak konuşmaması biraz tuhaf ama en azından sorduğum sorulara cevap vermeye çalışıyordu.

“Bu tabloları siz mi yaptınız?”

"Ben o kadar yetenekli değilim, eşimin tabloları onlar. "

“Bazı resimleri çok tanıdık geldi.”

“Merdivenleri inince kimden esinlendiğini kendin sorabilirsin. Tabi bakmayı bırakıp yürümeye devam etmen gerekiyor.”

1 Beğeni