“Kapıyı açıyorum hazın mısın? “
“Aslında değilim, ya beğenmezsek?”
“Sadece bir hafta kalacağız merak etme. “
Kapıyı açınca hızlıca içeri girdim, iki kişilik bir otel odası gibiydi. Biraz daha büyük ve balkonu vardı. Çok heyecanlıydım ama belli etmemeye çalışıyordum. Her yeri kontrol ettikten sonra yatağa atladım.
“Hata mı yaptık?”
“Şu an tatildeyiz ve lütfen tadını çıkar. Aldığımız kıyafetleri şuraya bırakıyorum. “
“Ne kadar paramız kaldı?”
“Çoğunu harcadık ama merak etme burada para sıkıntısı hiç yaşamadım. Geri kalan parayı gezmeye ve yemeğe harcayabiliriz.”
O gece pek umduğum gibi geçmedi, zaten tüm gün dolaşmıştık ve havanın sıcak olması bizi çok fazla yormuştu. Sabah uyandığımda sekize geliyordu ve balkondan dışarı çıktığımda çok sessizdi. Sadece yabani hayvanların sesi geliyordu. İnsan veya araç sesleri nerdeyse hiç gelmiyordu. Kahvaltı için dışarı çıktık ve bir sorunumuz vardı. Nerede ne yenir hiçbir fikrimiz yoktu. Yaklaşık bir saat dolandıktan sonra bir Alman çiftin tavsiyesiyle küçük bir yere oturduk. Çok da ilginç değildi, normal bir kahvaltıydı. Bir yumurta, ufak bir kek ve kahve. Daha sonra şehrin merkezine doğru yürümeye başladık. Her yerde motor vardı ve onların sinir bozucu sesleri. Karınca gibi çoğalıp azalıyorlardı. Şehrin merkezi gerçekten çok kalabalıktı. İnsanlar motorsuz ekmek almaya bile çıkmıyorlardı sanırım. Öğleden sonra sesten başım ağrımaya başladı. Gezilebilecek yerleri telefondan bakmak yerine orada oturan birkaç kişiye sorduk. Yerli insanların çoğu turistlere alışkınlar. Genelde de bize sahile gitmemizi söylüyorlar. Sahile ilk gün gitmek istemedik ve ikinci günümüzü tamamen şehrin içinde gezmekle geçirdik. Akşam evimize geldiğimizde her yerimiz yanmıştı. Bir günde tenim bronzlaşmıştı. Kaçta yattığımı hatırlamıyorum ama sabah uyandığımda yeni bir benle uyandım. Tenim koyulaşmış, saçımın rengi açılmıştı ve aynada öylece kendime bakıyordum. Bugün ise tüm günümüzü sahilde geçirdik. Evden yine erken saatlerde çıkıp yürümeye başladık ve sabah plaja geldiğimizde yerli halk ve turistler hep birlikte sahili doldurmuş ve spor yapıyorlardı. Orta yaşlı kadınlar müzik eşleğinde dans ediyor, kumun üstünde yoga yapanlar ve koşanlar. Saat daha altı olmasına rağmen sanki şehrin büyük bir çoğunluğu buradaydı. Biz de oturup onları izlemeye başladık.
“Şuradaki dans eden gruba baksana. Hadi biz de aralarına katılalım. “
“Dans etmeye mi? Dans etmeyi biliyor musun?”
“Bilmiyorum ama bir önemi var mı?”
Dans grubunun başında yerli bir adam vardı. Katılmak istediğimizi söyleyince geç kaldığımızı söyleyip duruyordu. Arkadaki bir çift bizim halimizi görünce adamla konuşmayı denedi, birbirlerini tanıyorlardı sanınım. Onlar rica edince kabul etti. İşte o an tatilimiz daha yavaş ilerlemeye başladı. Dans bittikten sonra çiftle tanıştık. İkisi de yıllardır burada yaşadıklarını ve burada İngilizce öğretmenliği yaparak geçimlerini sağladıklarını söylediler. Tatil için Vietnam’ ı seçtiğimizi öğrenince biraz şaşırsalar da bizi sevmişlerdi. Bizi akşam yemeğine davet ettiler. Gün batımına kadar plajda vakit geçirdikten sonra akşam da onların davetine gittik. Akşam yemeği gerçekten güzeldi. Evlerinin bahçesinde masanın üzerinde buraya özgü yemekler vardı. Yemek boyunca bize hayat hikayelerini anlattılar. İkisi de buraya gelmeden bir sene önce ayrılmışlar ve birbirlerinden habersiz bir şekilde aynı zamanlarda Vietnam’a çalışmaya gelmişler. Buraya geldikten altı ay sonra market sırasında tekrar karşılaşmışlar ve evlenmişler. Yemek bittikten sonra kaç saat konuştuk hatırlamıyorum ama bittiğinde yıllardır bu benzeri bir şeye ihtiyacım varmış gibi hissettim. Yürüyerek eve dönerken olanları düşünüyordum da onlar gerçek değil ama olmalılar. Tatilimizin bundan sonrasını hep bu çiftle geçirdik. Birlikte saatlerce yürüyüş yaptık, adını telaffuz edemediğim göllerde yüzdük ve hayatımda yemediğim kadar meyve tattım.
Gitmeden bir gün önce birlikte öğle yemeyi için bin yere gittik ve oturduk.
“Yarın tatilimiz bitiyor. Geri dönmek zorundayız. “
“Daha geleli bir hafta oldu, çok kısa değil mi?”
“Başka vaktimiz yoktu, işlerimiz bu dönemde çok yoğun.”
“Uçakla mı dönecek siniz?”
“Evet…”
“Yarın havaalanına birlikte gidelim. “
“Havaalanı mı? Olur. “
Niye olur dedim, havaalanında nasıl kendimizi öldürebiliriz? Meth ile bu konuyu baya uzun bir süre konuştuk. Hatta tartıştık. Bir anlığına gerçekten uçakla geri döneceğimi zannettim.
“Neden anlamak istemiyorsun? Onlar gerçek değiller. “
“Ama en azından onlara veda edebiliriz diye düşünmüştüm. “
“Tamam ben de onlara alıştım ama gerçek değiller neden anlamak istemiyorsun? Hadi gel sahile gidiyoruz. “
“Saat birde ne yapacağız?”
“Ne yapacağımızı biliyorsun? “
“Olmaz. Yarın bizim için gelecekler. “
Açıklama yapmayı bırakıp yüzüme bakmaya başladı.
“Tamam yarın ne yapıyoruz, sen söyle bakalım. “
“Havaalanına gidelim ve …”
“Havaalanında kendini öldürmen neredeyse imkânsız. Hem bilet olmadan orada ne yapacağız? “
Haklıydı. Onlara veda bile edemeyecektim. Her zamanki gibi aynı nehrin içinde gözlerimizi açtık. O, dünyadaki görevine gitti ben ise eve geri döndüm.