Matthew

Merhabalar, bunu uzun bir hikaye yapacağım, hala tatmin olmasam da ilk bölümü paylaşmak istedim. Üzerinde değiştirmeler yapacağım sonradan.

Bölüm 1 - Yansıma

Kafasını hafifçe kaldırıp biraz nefes almak için gökyüzüne bakmak istedi, ama başının hemen üzerinde hareket eden kara ve kirli bulutlar onu içine çeken bir girdaba dönüşüyor, soğuk ve zehirli bir pazartesi sabahı işleri onun için hiçte kolaylaştırmıyordu. Büyük binaların ardı ardına üzerine yıkıldığı iki küçük platformun arasından geçip giden trenlere binen ve inen insanları kontrol ediyor, onu bir köpek gibi havlayarak platformun ortasına iten gri ve alçak korkuluklardan uzak durmaya çalışıyordu. Sadece baktığı her köşede gördüğü reklam panoları ve resmi devlet görevlilerinin giydiği kıyafetlerin renkli olmasına izin vardı, şehrin geri kalanı dumandan boğulan havanın oluşturduğu kalın sis tabakası ve gökyüzündeki kara bulutlar kadar renksizdi. Çok geçmeden sağanağın habercisi bir damla düştü aceleyle ayaklarının altında duran gri mermerlerin üzerine, hemen ardından şiddetli bir yağmur bastırdı. Yanından geçen bir adam siyah şemsiyesini açtı, Açık havaya istasyon yapmak ne kadar aptalca bir fikir… diye düşündü içinden. Ekşiyen yüzünü bir palyaço gibi kaldırdı. Etrafında saran, trenlere sığınıp yağmurdan kaçmak isteyen insanların aksine bedenini bir annenin şefkatiyle saran sarı naylondan yağmurluğu onu bir kalkan gibi koruyordu. Yine de ciğerlerine dolan kirli hava yüzünü ekşitiyor, daha seyrek nefes almasına sebep oluyordu.

Geçip giden insanların ardından binaların üzerinde dans eden trenlerin silüetleri uyuyan insanları uyandırırken, dikkatini solungaçları olan genç bir genç çekti. Kot pantolon ve bir kapüşonlu ceket giyen gencin elleri cebindeydi, kapüşon onu yüzünün yarısını gölgeleyen karanlığın ardına gizliyordu. Solungaçlarını bu şekilde gizlemeye çalışması çok daha fazla dikkat çekmişti. Matthew önce elektronik gözünü çalıştırarak gencin gözlerine bakmayı denedi, fakat kimliğini tespit edemedi, sonra silahını çekerek gence durmasını emretti. Etrafındaki hayat hiçbir şey olmamış gibi akıp giderken Matthew’ın silahı hiç kimseyi korkutmamıştı, insanlar bu oldukça sıradan bir olaymış gibi işlerine durmadan devam ettiler. Solungaçları olan genç olduğu yerde durdu, Matthew “Ellerini cebinden çıkar ve havaya kaldır!” diye sertçe bağırdı.

Genç, ellerini cebinden çıkararak havaya kaldırdı. İnsan seli yanlarından akmaya devam ederken Matthew yavaş ve emin adımlarla kalabalığı yararak, silahını doğrultarak ellerini havaya kaldıran gence doğru ilerledi. Gencin yanına vardığında silahını kemerine geri takarak onu kollarından sıkıca kavradı ve ellerini indirerek arkasında birleştirip kelepçeledi. Elektronik kelepçeler oldukça güçlüydü. Genç bileklerinin yandığını hissetti. Matthew genci kelepçeledikten sonra kapüşonunu indirdi ve bir eliyle gencin saçlarından çekip kafasını sola doğru eğerken, diğer elinin parmak uçlarını gencin solungaçlarında gezdirdi. Bunun bir dövme olmadığından emin olmalıydı, solungaçlar sertti ve nefes alıp verircesine açılıp kapanıyordu.
Genci platformun ortasında duran sokak lambasına dayayarak üzerini aradıktan sonra telsizini çıkardı. “Merkez, Kod 0128!” diye anons geçti. Bu kod genetiği değiştirilmiş bir insanın yakalandığı anlamına geliyordu. Yasalara göre bunun cezası idamdı, fakat idam için sırada bekleyen oldukça fazla insan olduğundan, bu kişiler genelde idam edilmeden önce yıllarca hapis yatıyorlardı.

Anons yapalı on dakika bile olmamıştı ki bir polis aracı havadan yavaşça tren platformuna doğru alçaldı, platform insanlarla dolu olduğu için iniş yapamayan aracın altından üç metrekarelik bir kutu indi, buna mahkûm kutusu deniyordu. Mahkûm dört tarafı elektrikli parmaklıklar ile kaplı bu kutuya konuyor, kutu hapishanede bir kısma yerleştiriliyor ve suçlu cezası bitene kadar kutudan dışarı çıkamıyordu. Kutunun içinde uyuyabilmek için kıvrılarak, cenin şeklinde yatmanız gerekiyordu, yine de bu idam edilmekten çok daha iyi sayılırdı.

Polis aracı suçlu ile birlikte uzaklaşırken trenler ardı ardına gelip geçiyor, irili ufaklı siluetler trenlere biniyor ve iniyordu. Matthew etrafı kolaçan ederken oldukça kilolu bir adam birdenbire yanında belirdi, siyah şemsiyesinin sapıyla Matthew’ı kolundan dürttü ve hemen arkasındaki turnikeleri başıyla işaret ederek; “Şu saygısız heriflere bir baksana, biz bu trene alnımızın teriyle kazandığımız parayla biniyoruz, fakat onlar turnikelerden atlıyorlar…” diye sitem etti.
“Üzgünüm, fakat bu istasyon güvenliğinin işi, benim değil. Eğer turnikelerden atlayan herkesi yakalamaya kalksam burada insan kalmaz.” Diye yanıtladı adamın sözlerini Matthew. Kolunun bu şekilde dürtülmesi kaşlarının çatılmasına sebep olmuş, fakat karşısındaki adam hiçbir şey yokmuş gibi sözlerine devam etmişti.

“Matthew…” diye heceledi, Matthew’ın göğsünde asılı duran gri rozete bakarak. “Demek adın Matthew.” Dedikten sonra ayaklarının hemen ucunda beliren ve gözlerinin içine bakıp yemek bekleyerek ağlayan köpeği ayağıyla sertçe tren raylarına ittirdi. Ardından bir tren hızla zavallı hayvanın üzerinden geçti.

Matthew sertçe yumruğunu sıkarak adama ya da köpeğe bakmamaya çalıştı, bu kilolu adamın bir domuza benzediğini, onu tutuklamanın ne kadar da güzel olabileceğini düşünerek kurduğu bu küçük fanteziyle kendini tatmin etmeyi denedi, çünkü onu köpeğe vurduğu ve hatta öldürdüğü için bile tutuklayamazdı. Tıpkı turnikelerden atlayan kızıl tulumlar giyen o insanları tutuklayamadığı gibi…

Adam Matthew’dan bir cevap beklerken biraz önce turnikelerden atlayarak geçen kızıl tulumlu adamlar omuzlarında taşıdıkları müzik çaları açarak, ruhlarını harekete geçiren müziğin eşliğinde platformun üzerinde dans etmeye başladılar. Adam ise Matthew’ın kolunu sertçe dürterek ona; “Şunlara bir baksana! Bu resmen hokkabazlık, şu giysilerine bir bak! Bu da mı yasal yani?” diye sitem etmeye başlamıştı bile. Ardından cebinden çıkardığı, sıcaktan yapış yapış olmuş ballı çörekten bir ısırık aldı. Bal bir ağda gibi uzadı ve çenesine yapıştı, hiç aldırmadan ceketinin koluna sildi.

Elbette bu yasal değildi, fakat yiyip yiyip şişmiş bu domuzu sinir etmek Matthew’ın yüzüne kocaman bir gülücük yerleştirdi, biraz önce ölen köpek için yapabileceği tek cezalandırma yöntemi buydu. Adama o kadar sinirlenmişti ki, onun kanla dolu kırmızı ve şişkin yanaklarını yumruklayarak kafatasından ayırmayı arzu ediyor ve hatta kızıl tulumlu adamları yakalayarak kazanacağı bonusu bile önemsemiyordu. Yedi tane suçlu yakalamak onun için oldukça kazançlı olabilirdi, ama o gün istasyonda görevli olan tek polis memuru olduğundan, görmezden gelmek ya da onları yakalamak kendi inisiyatifine kalmıştı.
Gözlerini kızıl tulumlu adamlardan ayırıp dikkatini istasyona yanaşan trene binen ve inenleri kolaçan etmeye verdi. Kulağının dibinde bomba gibi patlayan keskin bir ıslıkla irkildi. Kafasını ıslığın geldiği yöne doğru çevirdiğinde tek görebildiği tüm görüş alanını kaplayan bir silah namlusu oldu. Dehşet tüm beynini kapladı, diken diken olan tüyleri ve damarlarını yırtmak istercesine hızlı atan kalbinin sesi, karşısındaki silahın ardında duran yüzü gülümsetti. Zaman birden yavaşladı, yanındaki kilolu adam kaçmaya çalışırken ıslak zeminde kayarak elinde tuttuğu ballı çöreğin üzerine yuvarlandı. Silahın namlusu bir karadelik gibi Matthew’ı içine çekti, bakışlarının sürekliliğini ancak geriye doğru çekilen horoz, elektrikle yüklenen silahın çıkardığı o ince ses ve iki yanından yaydığı mavi ışık bozabildi. Sanki gece olmuştu, fakat büyük bir reklam panosunun önünde durmuş gibi yüzüne parlayan mavi ışıktan başka hiçbir ışık yanmıyordu. Yüzüne bir bomba gibi patlayıp sonra yavaşça yanıp sönmeye başlayan mavi ışık, Matthew’ın görüş alanında uzakta duran tüm yüzleri gölgeliyor ve karşısında duran adamın kızıl ve parlak tulumu mavi ışığı yansıtıyordu. Adam oldukça sert bir bakışa ve yapılı bir vücuda sahipti, yine de Matthew onun biraz fazla kilolu olduğunu düşündü. Kaşları oldukça ince olan adamın çıkık bir çenesi ve toplu dudakları vardı.

Yağmur sarı ve kırmızının üzerinden akıp bir ırmak gibi süzülüp zaman yokuş yukarı akarken, bir silahın daha horozu çekilmişti. Silahı tutan yeni el, orta yaşlarında, yüzü yer yer yaralarla kaplı; kısa, havaya dikilmiş saçlara sahip bir adama aitti. Adamın vücudu giydiği kahverengi deri pardösünün içinde kaybolmuş olsa da yapılı vücut hatları yer yer pardösünün altından tamamen çimle kaplanan bir arazinin yumuşak tepeleri gibi kendini ele veriyordu. Matthew, onun buz mavisi gözlerinin arkasında sakladığı derin sırrı merak etti… Adam, kalın kaşlarını biraz olsun yumuşatarak diğer eliyle pardösünün cebinden çıkardığı sigarayı ağzına koydu ve sonra yine cebinden çıkardığı çakmakla onu tutuşturdu. Yavaşça tutuşan sigaranın dumanı adamın hemen arkasındaki fabrikaların bacalarından çıkıyor gibiydi. Çakmağı tekrar cebine koyduğunda onun da başına bir silah dayandı, hızla diğer silahını çıkarıp, ona silah doğrultan mor saçlı ve oldukça zayıf kadının iki kaşının ortasına nişan aldı.

Bir silah patladı, hayır, iki silah aynı anda patladı. Matthew’ın yüzü tamamen kızıla boyanmış, sarı yağmurluğu kanla kaplanmıştı. Mezbahada çalışan bir kasap gibi görünüyordu. Yağmur üzerine bulaşan kanı yere akıtıyor, demin gördüğü kahverengi pardösülü adamın tuttuğu tabancaların ucundan hafif bir duman yükseliyordu. Matthew bunu fırsat bilerek silahını çekti ve önünde duran adama doğru koşan diğer kızıllara iki el ateş etti. Birini yaraladı, diğerini ıskaladı. Bu sırada bakışları birkaç saniyeliğine sigarasından keyifle nefes çeken adama takıldı, ona beni koru diye bağırdığı sırada adam silahını kaldırıp iki el ateş etti ve iki kızılı da kafasından vurarak öldürdü. Başlarından dışarı doğru patlayan kan havaya sıçrayarak etrafa dağıldı ve elektronik merminin kaynattığı beyinlerinden çıkan dumanlar havada süzülerek bir ruh gibi kayboldu.

Matthew olay yerinden kaçan diğer kızılların peşinden gitmek için hareketlendiği sırada, biraz arkasında kalan adam; “Hey evlat…” diye seslendi. Matthew hızla arkasına döndü, adamın iki kalın dudağının arasından çıkan sigara dumanının havada süzülüşünü gördü, bir silahın patlayışını daha duydu, elektrik akımının beyninin içinden geçişini hissetti, kafasından süzülen kan gözlerinin önünü kapadı, çok geçmeden yere kapaklandı… Yüzü gri mermerlere çarptığında kendini huzur dolu hissediyordu. Mermer garip bir şekilde oldukça sıcaktı… Çok geçmeden her yer karardı, vücudu oldukça hafifledi ve bilinci yavaşça onu terk etti.

Web sitemde okumak için;
https://galaktikgazete.com/oku/yansima/43.html