Mazot

MAZOT
Köy, güzel bir ovanın kenarında yeşil bir tepenin eteklerinde kurulmuştu. Eskinin bilge insanları hem manzarayı seyretmek hem de tarım arazilerine fazla zarar vermemek için evlerini yamaçlara kurmayı hayat tarzı haline getirmişlerdi. Bütün bunlara karşı biraz yokuş yukarı yürümek zorunda kalıyorlardı o kadar. Yokuş tırmanmak nedense yaşlılardan çok gençleri yoruyordu. Bu nedenle köyün gençleri kapağı kazaya atmak için uğraşıyorlardı.
Mesut, evin en küçük delikanlısı nefes nefese eve girdiğinde pek şikayetçi değildi ama kötü başına gelecekleri biliyordu. Bu nedenle daha kapıdan girer girmez ablasının sesi duyuldu “Talebe geldin mi?” Bıkmıştı delikanlı bu talebe aşağı talebe yukarı sözünden. Kendisinin bir adı vardı. Ama bilmediği veya aklının kesmediği ailenin okuyup büyük adam olma anlamında kendisine bel bağlamalarıydı. Bu nedenle evin en küçük oğluna Talebe diyorlardı.
“Geldim aba” dedi yorgun bir sesle. İçeriden kendinden birkaç yaş büyük esmer bir kız çıktı. “Ne len öyle yüzün düşük, birinden dayak mı yedin yoksa” O saniye ablası Kezibanın yanında bir delikanlı belirdi. “Talebe, önüne mi çıktılar yoksa” dedi. Bu Kezbandan bir yaş büyük olan Asım’dı.
“Masus yapıyorsunuz değil mi? Dedi asıl kullanmak istediği sözler öncesinde.
“Yok ağam” dedi. Beni dövecek biri anasının karnından doğmamıştır daha. Sözlerini söylerken küçük yumruğunu sıkıyordu. Karşısında dikilen iki kardeş bastılar kahkahayı. Ne de olsa kendilerine cevap vermeye çalışan ufak tefek cılız biriydi. “Oğlum sen zayıflığından dolayı rüzgarlı havada dışarı çıkamayacak birisin. Kime posta koyacan ki?
Öğretmen… Öğretmen sabah okula giderken bir şişe mazot istedi” dedi.
“Yine sıra bize mi geldi”
“Bilmiyon mu Keziban soba yakmak kolay geliyor öğretmene. Herkes bir şişe getiriyor. Ama bize sıra neden bu kadar çabuk geldi anlamadım”
“Öğretmen Bey bizi zengin belledi herhal” Babaları bir defa daha şaşırtmıştı kendilerini. Her an her yerde olabiliyordu. Büyük oğlan babasına yaranma fırsatı bulduğunu düşünmüştü.
“Ne olacak evindeki sobayı da yakacak herhalde”
“Öyle değildir, Allah için bizim Şeref Öğretmen serttir, dayakçıdır ama okulun eşyasını evine götürmez. Hem tahtalar ilaçlanıyor hem de soba yakarken kullanılıyor, ondandır” Sözleri bitince bahçeye döndü, kimbilir aklına ne gelmişti gene.
Muammer Ağa haklıydı da, birkaç yıl önce vilayetin uzak köşesinden gelmişti Şeref Hoca. Sertliğiyle, disipliniyle tanınmıştı. Üstelik pek namuslu bilinirdi. Küçük çocuk, ayakkabılarını çıkarmış içeriye girmişti. Yerdeki kilime basmaya korkarak parmak ucunda geçti ve karşıdaki küçük pencerenin önündeki sedire kuruldu. Dayandığı yastıkların içerisindeki samanlar hışırdadı. Abası ve ağası gülmüşlerdi ama çare deyivermemişlerdi. Ne yemekte ne de daha sonraki sessiz akşam boyunca konu bir daha açılmadı.
Sabah her zaman olduğu gibi erken kalkmışlardı. Okula gitmeden önce yapması gereken çok işi vardı. Ağası, davarı dışarı götürürdü, abası kahvaltıyı hazırlardı. Babası da herkeslere buyruk verirdi. Odun kestirir, ağaç budatır, çapa yaptırırdı. Kendisi de üzerine düşeni yapmak zorundaydı. Kümese gidip tavukları yemledi. Yaz olsaydı sadece kümesin kapısını açar hayvanların kanatlarını çırparak dışarıya çıkmalarını izlerdi keyifle ama kışın yemlemekle ve sularını kontrol etmekle yetiniyordu. Birde folluklarda biriken ve çoğunlukla hala sıcak olan yumurtaları toplaması gerekiyordu. Ardından okula gitme zamanı geliyordu.
Siyah önlüğünü giydiren anasına dönerek “Ana, babama öğretmenin istediğini söyledin mi? Dedi. Kadın bu küçük oğlunu diğerlerinden daha fazla seviyordu sanki. Gözlerinin içiyle gülerek “Baban canavar değil Mesut” dedi. Bu söz küçük delikanlının içinin umutla dolmasına yetmişti. Gece girdiği yorganın altında uzun zaman gözlerini kırpamamıştı. O kadar çok yerinde dönmüş olmalıydı ki ağası “Zıbar artık” diye bağırmıştı yattığı yerde. Şimdi uykusunu haram eden sorun çözülmüştü. Anasının baktığı yöne başını çevirince kapının hemen yanında büyük rakı şişesini gördü. İçinde kabaran sevinç dalgası, şişenin yarısına kadar dolu olduğunu fark edince söndü. Öğretmeni bir şişe mazot istemişti ve duvarında dibinde bir şişe vardı ve dolu değildi. Yüzü düşse de anası hala kendisine umutla bakıyordu. “Benim en akıllı oğlum öğretmenine derdini anlatabilir dedi ve Mesut’un poposuna vurarak onu kapıya yöneltti.
Kıvrılarak uzayan yolu yarı karanlık havada inmeye başladı. Yaklaşık elli metre öteden bir gölge daha yola çıktı. Bu her zaman beraber gidip geldiği arkadaşı Yaşar’dı. Yanına koşarak vardığında arkadaşının ilk sorusu “öğretmenin dediğini yaptın mı? Oldu. Mesut, soğuk havada elinde sallanan şişeyi gösterdiğinde Yaşar’ın tepkisi “Eee bu şişe yarım” olmuştu. “Sanırım dayağı yiyeceğim” dedi çocuk bezgin bir sesle. Evet dedi diğeri “Öğretmen okulun kapısında bekliyordur şimdi” Adımlarını sıklaştırdılar.
Köyün altına vardıklarında yukarıda esen rüzgar biraz kesilmişti sanki ama Mesut’un soğuğu hissedecek hali yoktu. Ana yoldan köye dönen köşe başındaki çeşmeye yaklaştılar. Yolun ilerisinde de Okulları görünüyordu. Her zaman sevinçle gittiği sıvaları dökülmüş o bina şimdi kendisine yiyeceği dayağı hatırlatıyordu. Mesut, ayakta öğretmeninin tavrına kendisini hazırlıyorken arkadaşı Yaşar önlüğünün eteğinden çekti. Durdu, Yaşar’ın işaret ettiği çeşmenin başına vardılar. Kimya deneyi yapıyorlarmış gibi hassas bir şekilde Mesut’un elindeki şişenin üzerini suyla doldurdular. “Vay anasını” dedi Mesut arkadaşına. Gözlerinin içi gülmeye başlamıştı. Şişe ağzına kadar dolunca
“Yaşşa len Yaşar” dedi sevinçle. Şişenin kapağını sıkıca kapattılar. Arkadaşının buluşu kendisinin hayatını kurtarmıştı. Şimdi çantası sırtında elinde şişe ile okulun yolunda neşeyle yol almaya başlamışlardı ki birden aklına gelmiş gibi durdu ve sağ elindeki şişeyi havaya kaldırdı. O an beyninden vurulmuşa dönmüştü. Şişenin altında duru su vardı ve yarısının yukarısında sarımsı kirli sıvı mazot duruyordu. Öfke ile çalkaladı elindeki cam şişeyi. Sıvı iyice karıştı ama bırakınca iki saniye sonrasında su alta iniyor mazot yukarı çıkıyordu. Yanında hemen yarım adım gerisinde duran arkadaşına baktığında çocuk omzunu silkti ve yürümeye devam etti. Mesut o an çok öfkelendi. Kendisine bu aklı veren kardeşliği kaçıyordu. Yaşar önde kendisi geride koşmaya başladılar. Okulun kapısına da az bir yol kalmıştı. Sabahın hafif sisinde kendilerini bekleyen öğretmenlerini gördüler. Her zaman olduğu gibi bahçede ama kapının hemen yanında heykel gibi duyuyordu. Korkak Yaşar çoktan okul kapısında Öğretmenine günaydın dedi ve kaçar içeri gibi girdi.
Mesut bir saniye yavaşladı ne yapacağını bilemiyordu, babasının sürdüğü tarladan farklı olmayan okul bahçesine doğru koşmaya başladı. Öğretmeninin yanından hızla geçerse belki kendisini durdurmaz diye düşünüyordu. Kapıya yaklaştı. Üç adım, iki adım, bir adım sonra içeride olacaktı ve kapının hemen yanında duran öğretmenine selam verip içeri köhne binaya girecekti. Ama o an çoğu kere ayağına takılan taş gene görevini yapmış gibiydi.
Şeref hoca her zaman olduğu gibi öğrencilerine göz kulak olmak için bahçede kapının kenarında dikiliyordu. Birer ikişer öğrencileri geliyordu ve dilindeki sayı on yediydi. Mürvet her zamanki yavaşlığıyla kapıdan geçince on sekiz dedi içinde dokuz talebenin daha gelmesi gerekiyordu. Ayaklarının üşüdüğünü hissetti. Sertçe yere vurdu tabanlarını, soğuk hava içine işlese de yılların verdiği bu alışkanlığı değiştirmek istemiyordu. Yolun aşağısından gelenler ve yolun yukarısından gelenleri izlemek hoşuna gidiyordu. İşte, Satı göründü ileriden on dokuz, hemen arkasında da Kerem ufak tefek boyuyla yürümeye çalışıyordu, yirmi. Kafasını yolun yukarısına çevirdiğinde uzakta iki gölge vardı. Okula biraz yaklaştıklarında kendisini gördüler ve biri önden diğeri arkadan koşmaya başladı. Okulun tek öğretmeni ve aynı zamanda müdürü ve de hizmetlisi olan Şeref Bey aradıkları çocuklardan biri olduğunu anlamıştı. Bu yukarı köyün hasislerinden birinin oğlu olan Mesut’tu. Diğerini de tanımakta zorlanmadı. Haydar kalfanın oğlu Yaşar. O daha bunları düşünürken Yaşar koşmaya başlamıştı, yanından geçip gitti. “Dur oğlum, yavaş” demeye kalmadan okul binasının kapısından içeri girdi. Arkasından en az onun kadar hızlı olan Mesut göründü. Elinde tuttuğu şişeyi fark etti ama çocuk hemen yanında belirmişti. Aheste diyemeden çocuğun ayağı yerdeki eşik gibi duran taşlara takıldı ve yere yuvarlandı işte o an şangırtı koptu ve yılların öğretmeninin yüreği ağzına geldi. Koştu iki adım ötede yerde boylu boyunca uzanan çocuğu yavaşça yerden kaldırdı. O çok korktuğu kırmız lekeleri göremeyince içten içe oh çekti. Yine de şanına leke sürülmesine izin veremezdi yerde inleyen çocuğun bir şeyi olmadığını görünce hafifçe kulağını çekti. “Arkadan kovalayan mı var” dedi.
Mesut, neler olduğunu önce anlamadı. Koşarken yerdeki taşlardan birine takılıp düşmüştü. Canı yanmıştı ama içten içe seviniyordu. Okula getirdiği ve bir türlü karıştıramadığı şişe kırılmış yere dökülmüştü. Düştüğü yerde kesif bir mazot kokusu yayılıyordu. “Öğretmenim mazotlar döküldü dedi. O ara içerideki çocuklarda dışarı çıkmışlardı. Mesut’un ve onu yerden kaldırmaya çalışan Şeref Öğretmenlerinin etrafını sarmışlardı.
Mesut seviniyordu, neredeyse kahkaha atacaktı ama birden ağlaması gerektiği aklına gelmişti. Ve sesli bir şeklde ağlamaya başladı. Ne de olsa canı yanıyordu. “Kızmayın öğretmenim bir daha koşmam” dediğinde şeref Öğretmen “Bir şeyin yok ya Mesut” dedi. Hemen çevresini saran diğer çocukalara dönerek “Ben size her zaman dikkat etmenizi bahçede koşmamanızı söylüyorum” dedi Sesi sevecendi ve Allahtan çocuklar o sesin arkasındaki korkuyu fark etmiyorlardı
“Mazot döküldü öğretmenim” dedi. Babamın size gönderdiği koca bir şişe mazotta yere döküldü” dedi
“Önemi yok yavrucuğum” dedi Şeref öğretmenin bir adım gerisinde duran Yaşar, olanlara bıyık altında gülüyordu. Pek çok çocuğu tökezleyen bazen de düşüren eşik taşları bu defa işe yaramıştı, Arkadaşı Şeref Öğretmenin dayağından kurtulmuştu.

Bir şeyler ters gitti, sanıyorum yanlış yerdeyim.

Kopyala yapıştırda bir sorun oldu büyük ihtimalle. :slight_smile:

Peki öyküyü gönderdiğim yer doğru mu

Başlığı çok sevdim…

Evet doğru yere konu açtınız.

Teşekkür ederim ve umarım devamını getirebilirim…

1 Beğeni