Micromegas Çeviri Karşılaştırması: Hasan Fehmi Nemli vs. Berna Günen

m1m2

İki başarılı mütercimden harika bir kitabın alıntıladığım bölümlerine farklı çevirilerini sizlerle de paylaşayım. Orijinal metinden bölümleri ve değerlendirmesini yapmak isteyenler olacaktır, ben elimdekini sunuyorum.

Bu arada her iki kitaptaki fark kümeleri de mevcut. Alfa’da Platon’un Düşü ve Cosi-Sancta, Kırmızı Kedi’de ise Babil Prensesi öyküleri ortak kümede değil.

Nemli’yi Poe, Lovecraft ve Conrad ağırlıklı İngilizce çevirileriyle hemen herkes biliyor, yanı sıra Fransızca çevirileri de mevcut; diğer yanda Günen ise Voltaire yanı sıra Montesquieu, Moliere, Jules Verne ve daha nice Fransız yazarın kitabını çevirmiş, yine her iki dilin mütercimi. Ben kitabı Alfa’dan okumuş, sonrasında beğendiğim bölümleri diğer kitaptan da not almıştım. "Kim daha iyi?"den ziyade, her devirde geçerliliğin koruyan bu nükteli söylemlerin (Micromegas) iki farklı sunumla zenginleştirilmesi olarak görüyorum. Uykuda gezen herkese okutturulmalı.

Micromegas

Dünyayı ellerinde tutabilen ve organlarının orantısı bizimkiyle aynı olan bir madde biçimi tasavvur ediniz, üstelik bu maddeden pekala çok sayıda bulunabilir. Bu durumda, daha sonra kaybetmek zorunda kalacağımız iki köy kazanmak için giriştiğimiz şu savaşlar hakkında bu varlıkların ne düşüneceklerini lütfen bir düşünün. (S.28, Hasan Fehmi Nemli)

Dünyayı elinde tutabilecek ve bizimkilerle orantılı uzuvlara sahip bir varlık düşünün. Bu tür varlıklardan pekala çok sayıda mevcut olabilir. Ve şimdi çok rica ederim, bu varlıkların galip tarafa bir ya da iki köy kazandıran, sonra da bu köyleri kaybettiren bütün muharebeler hakkında ne düşüneceğini tahayyül edin. (S.56, Berna Günen)


  • Eğer kötülük maddeden kaynaklanıyorsa, kötülük yapmak için bizde, gerekenden fazla madde; zekadan kaynaklanıyorsa, gerekenden fazla zeka var; örneğin sizinle bunları konuştuğumuz sırada bizim gibi şapka giymiş yüz bin çılgınla sarıklı yüz bin başka hayvanın birbirlerini boğazladığını ve yeryüzünün her tarafında, çok eski zamanlardan beri birbirimize böyle davrandığımızı biliyor musunuz?

Siriuslunun tüyleri diken diken oldu ve bu kadar zayıf hayvanlar arasındaki bu müthiş kavganın nedenini sordu. Filozof;

  • Hepsi, sizin topuğunuzdan daha büyük olmayan bir avuç toprak için, diye yanıtladı. Bu birbirini boğazlayan milyonlarca insandan hiçbiri bu topraklarda en ufak bir hak iddia ediyor değiller. Mesele sadece, bu toprakların Sultan denen bir adamın mı, yoksa bilmem neden Çar denen bir adamın mı olacağından ibaret. Bunlardan ne biri ne diğeri kavga konusu toprağı ömründe görmüştür ne de görecektir; bu birbirini boğazlamakta olan hayvanlardan da hemen hemen hiçbiri diğer hayvanı ömründe görmemiştir. (S. 35-36, Hasan Fehmi Nemli)

“Eğer kötülük maddeden kaynaklanıyorsa, aslında kötülük yapmak için ihtiyaç duyduğumuzdan çok daha fazla maddeye sahibiz,” dedi bu filozof. “Ya da kötülük akıldan ileri geliyorsa, o zaman da fazla akla sahibiz. Mesela siz biliyor musunuz ki, sizinle konuştuğum şu anda bizim türümüze mensup olup şapka takan yüz bin deli, bir o kadar sayıda fakat sarık takan başka yaratıkları öldürüyor veya onlar tarafından öldürülüyor ve dünyanın hemen hemen her yerinde bu durum ezelden beri böyle sürüp gidiyor?” Siriuslu titredi ve bu kadar cılız hayvanlar arasında bu kadar korkunç kavgalara sebebiyet veren meselenin ne olduğunu sordu. “Mesele,” dedi filozof, “sizin ökçeniz kadar bir toprak parçası. Üstelik birbirini gırtlaklayan bu milyonlarca insandan biri bile bu toprak parçasında tek bir saman çöpüne sahip değil. Mesele; bu toprak parçasının Sultan diye anılan tek bir adama mı, yoksa nedendir bilinmez Sezar diye anılan başka bir adama mı ait olacağını belirlemekten ibaret. Söz konusu küçük toprak parçasını ikisi de görmedi ve görmeyecek de. Üstelik bu birbirlerini gırtlaklayan hayvanların hemen hemen hiçbiri, uğruna birbirlerini gırtlakladıkları kişileri de hiç görmedi.” (S.62-63, Berna Günen)


  • Yunancayı çok iyi anlamıyorum, dedi Micromegas.
  • Ben de, dedi filozof güve.
  • Öyleyse neden Aristoteles dediğiniz o adamın laflarını Yunanca söylüyorsunuz? diye sordu Siriuslu.
  • Çünkü, diye yanıtladı bilgin, insan hiç anlamadığı şeyleri en az bildiği dilde söylemelidir. (S.38-39, Hasan Fehmi Nemli)

“Yunancayı çok iyi bilmiyorum,” dedi dev.
“Ben de bilmiyorum,” dedi filozof pire.
“O halde niçin Aristoteles adındaki adamdan Yunanca alıntı yapıyorsunuz?” dedi Siriuslu.
“Çünkü insanın,” diye cevap verdi bilgin, “hiç anlamadığı şeyleri en az anladığı dilde aktarması icap eder.” (S65-66, Berna Günen)


Scarmentado’nun Seyahatlerinin Öyküsü / Scarmentado’nun Kendi Kaleminden Seyahatlerinin Tarihçesi

  • Bu Türkler, dedim, vaftiz edilmemiş zındıklardır, sonuç olarak da saygıdeğer engizitörlerden daha zalim olacaklardır. İslam ülkesinde ağzımızı açmayalım. (S.51, Hasan Fehmi Nemli)

“Bu Türkler,” dedim arkadaşlarıma, “vaftiz edilmemiş imansızlar. Dolayısıyla saygıdeğer Engizisyonculardan çok daha zalim olacaklardır. Muhammedcilerin ülkesine geldiğimizde iyisi mi hiç sesimizi çıkarmayalım.” (S.31, dipnot açıklamasıyla beraber; Berna Günen)


Yeryüzünde iyi, güzel, hayran olunacak ne varsa gördüm, bundan böyle evimden barkımdan başka bir yere gitmemeye karar verdim. Kendi memleketimde evlendim, boynuzlandım ve bunun hayattaki en iyi durum olduğunu anladım. (S.57, Hasan Fehmi Nemli)

Dünyadaki bütün güzel, iyi ve harikulade şeyleri görmüştüm. Artık kendi memleketimden çıkmamaya kararlıydım. Kendi ülkemde evlendim, boynuzlandım ve bunun hayattaki en mutlu durum olduğunu anladım. (S.37, Berna Günen)


Memnon ya da İnsanın Bilgeliği / Memnon veya Beşeri Bilgelik

  • Yani kusursuz bilgelik ulaşılmaz bir şey mi? diye haykırdı Memnon içini çekerek.

  • Kusursuz ustalık, kusursuz güçlülük, kusursuz mutluluk kadar olanaksız, diye karşılık verdi diğeri, biz bile bundan çok uzağız. Tüm bunların bulunduğu bir küre var; ama sonsuzluğa serpiştirilmiş yüz milyar dünyada her şey derece derecedir. İkinci dünyada birinci dünyadakinden, üçüncü dünyada ikincisinden daha az bilgelik ve haz vardır ve bu, herkesin deli olduğu sonuncu dünyaya kadar böyle gider.

  • Korkarım ki, dedi Memnon, bizim küçük yerküremiz, bana sözünü etmek lütfunda bulunduğunuz evrenin o deliler evinin ta kendisi olmalı.

  • Tam olarak değil, dedi melek, ama ona yaklaşıyor. Her şeyin yerli yerinde olması gerekir. (S.65, Hasan Fehmi Nemli)

“O halde bu başarılması imkansız bir şey mi?” diye iç çekmiş Memnon.

“Tam anlamıyla becerikli, tam anlamıyla güçlü, tam anlamıyla muktedir, tam anlamıyla mutlu olmak kadar imkansız,” diye cevap vermiş cin. “Biz bile böyle olmaktan çok uzağız. Bütün bunların olduğu bir dünya var. Fakat uzayda dağınık halde bulunan bir trilyon dünyada her şey aşamalı olarak ilerler. İkincisinde birinciye göre daha az bilgelik ve haz mevcutken, üçüncüsünde ikinciye göre daha az bilgelik ve haz mevcuttur. Ve bu, herkesin tamamen deli olduğu en sondaki dünyaya kadar böyle uzayıp gider.”

“Korkarım,” demiş Memnon, “bizim toprak ve sudan oluşan küçük dünyamız tam da bahsetmekle bana şeref verdiğiniz o evrenin tımarhanesidir.”

“Tam olarak değil,” demiş cin. “Fakat buna yakın. Her şey yerli yerinde olmalı.” (S.19-20, Berna Günen)


Avunan İki Kişi / İki Müteselli

  • Çünkü bunları düşünmemek gerekir, dedi düşünür, bunca büyük kadın bu kadar bahtsız olduktan sonra, umutsuzluğa düşmek size yakışmıyor. Bir Hekabe’yi düşünün, bir Niobe’yi düşünün.

  • Ah, dedi kadın, ben onların ya da o güzel prenseslerin zamanında yaşamış olsaydım ve avutmak için siz de onlara benim bahtsızlıklarımı anlatsaydınız, sanıyor musunuz ki sizi dinlerlerdi? (S.83, Hasan Fehmi Nemli)

“Zira,” demiş filozof, “bunları düşünmemek gerek. Bu kadar önemli kadınlar bu kada bahtsızken, umutsuzluğa düşmek size hiç yakışmıyor. Hekabe’yi düşünün, Niobe’yi düşünün.”

“Ah!” demiş kadın. “Şayet onların zamanında veya bunca güzel prensesin zamanında yaşasaydım ve siz de onları teselli etmek için onlara benim başıma gelen felaketleri anlatsaydınız, onlar sizi hiç dinler miydi sanıyorsunuz?” (S.23, Berna Günen)


Akla Kara / Beyaz ile Siyah

  • Benimle alay mı ediyorsun? diye sordu Rustan, ne kadar uyudum?

  • Ancak bir saat kadar uyudunuz, efendim.

  • Pekala, seni başbelası, ukala, nasıl oluyor da bir saatte ben altı ay önceki Kabil fuarına gidiyorum, geri dönüyorum, Keşmir’e yolculuk yapıyorum, Barbabou, prenses ve ben ölüyoruz?

  • Efendimiz, bundan daha kolay, bundan daha basit bir şey olamaz, bundan daha kısa bir sürede dünyayı dolaşabilir, çok daha fazla serüven yaşayabilirdiniz. Zerdüşt’ün yazdığı Pers tarihinin özeti bir saatte okunamaz mı? Oysa bu özet, sekiz yüz bin yıllık bir zaman dilimini kapsamaktadır. Bütün bu olaylar birbirinin ardı sıra gözlerinizin önünden geçer, herhalde kabul edersiniz ki, Brahma için bütün bu olayları bir saate sıkıştırmak, sekiz yüz bin yıla yaymak kadar kolaydır, işte rüyanız için de durum bundan farklı değildir. (S.102, Hasan Fehmi Nemli)

“Sen benimle dalga geçiyorsun,” dedi Rustan. “Ben kaç saat uyudum ki?”

“Efendim, topu topu bir saat uyudunuz.”

“İyi de bir saat içinde nasıl Kabil fuarına gitmiş, geri dönmüş, Keşmir’e seyahat etmiş, Barbabu ve prensesle birlikte ölmüş olabilirim o zaman, seni lanet olasıca çokbilmiş?”

“Beyefendi, bundan daha kolay ve daha sıradan bir şey olamaz. Hatta bundan çok daha az bir sürede dünyayı dolaşıp bundan çok daha fazla macera yaşayabilirdiniz. Zerdüşt’ün kaleme aldığı İran tarihinin özetini bir saatte okuyamaz mısınız? Oysa bu özet, sekiz yüz bin yılı kapsar. Bu sürede cereyan etmiş olan bütün olaylar gözlerinizin önünden bir saat içinde akıp gider. Şimdi bana diyeceksiniz ki, Brahma için bu olayları sekiz yüz bin yıla yaymak da bir saat içine sıkıştırmak da aynı derecede kolaydır. İşte olay tam da bu.” (S.88-89, Berna Günen)

4 Beğeni