Minik Yetim Dilenci

Eintes meydanın bir köşesine çökmüş, yüzünü dizlerinin üzerine gömmüştü. Çıplak ayaklarının dibinde tahtadan bir kılıç duruyordu. Babasından kalmış tek yadigârdı. Babası onun için oymuştu. Bir zamanlar birbirleriyle tahtadan kılıçlarla dövüşürlerdi… Bir zamanlar.

Eintes kimsesizdi. Dokuz yaşında, yapayalnız bir kız çocuğuydu. Başını sokabileceği bir yuvadan yoksundu. Köşe başlarında dilenerek geçimini sağlıyordu. Tabii kimi zaman onunla benzer hayat hikayesini paylaşan iri ve büyük çocuklar Eintes’i sıkıştırıp, parasını elinden alırdı. Yine o günlerden biriydi. Tartaklanmıştı. Karnı açtı. Beş tunkasızdı. Tahta kılıç ile üzerinde bir çuval gibi duran bir tuniğe sahipti sadece.

Eintes burnunu çekti; minik burnunun ucunda asılı kalan sümüğünü yeniyle temizledi. Ardından cılız elleriyle gözyaşlarını sildi. Kollarını dizlerinin önünde bağladı, çenesini diz kapaklarının üzerine koydu. Yaşlı gözleriyle geçip giden insanları seyretti. Kıyafeti, çıplak ayakları, elleri, suratı, saçları kirden kararmış çocuğa bakmaya tenezzül etmiyorlardı.

Böylesi daha iyiydi. Kılıksız dilenci çocukla göz göze gelenler de oluyordu ama onlar da tiksinti duyduğu apaçık bir ifadeyle suratlarını ekşiterek yollarına devam ediyorlardı.

Eintes fakirdi. Niteliksiz bir çocuktu. Hakir bir görüntüydü. Şu koca casetalde onun yaşamı fazlalıktı.

Neyse ki insanlık kötü kalplilerden ibaret değildi; zavallı kızın çıplak ayaklarının dibine iki tubka, bir tuhka atılmıştı. Bazı günler öyleydi ki onu hiç sayan yetişkinler kesesinden ne çıkarsa eline sıkıştırır, takındığı sahte samimiyetle kısa bir ilgi gösterirdi. Ah. Eintes öylelerinden nefret ederdi. Mutluyken mutluluğunu dışa vuranlar… mutsuzluğa merhem olmakla en ufak ilgileri yoktu. Öyleleri kendi mutluluklarını paylaşmazdı. Mutluluğunun herkesçe bilinmesini arzulardı sadece.

Eintes ayaklarının dibine atılmış iki tubka, bir tuhkayı alıp ayağa kalktı; boş midesini içi boş ekmekle doldurması için yeterliydi.

Eintes çömelip tahta kılıcını yerden aldı. Duraksamaya tahammülü olmayan yetişkinlere ezilmemek için güç bela kaçındı.

Dört yönlü geniş meydanın ortasında devasa bir heykel vardı: Kılıcını yukarı kaldırıp hücum emri vermiş, tacının yarısı kırık bir figür.

Meydan; insanların uğultusu, atların nal sesleri, faytonların ahşap tekerleklerinin takırdamasıyla gürüldüyordu. Tüm o yetişkinler, çehrelerinde taşıdıkları zihinsel yorgunluklarıyla meydanın dört bir yanında akıyordu.

Eintes meydanı yokladı. Karşıya geçmek için uygun bir an kolluyordu fakat faytonların sonu gelecekmiş gibi durmuyordu. O sıra bir açıklık gördü, fırsat bilip koşturmaya başladı.

Eintes yolu yarıladığında bir ses ona haykırdı; başını sesten taraf çevirdiğinde üzerine el feneri tutulmuş tavşan gibi durakaldı: Fayton bir çığ misali Eintes’in üzerine yaklaşıyordu.

Sürücü dizginlere asıldı.

Fayton, tıfıl çocuğu paçavra misali çiğnemeye ramak kala sağa doğru manevra aldı, iki tekerleğinin üzerine kalktı, devrilecekmiş gibi oldu ama sürücü ustalıkla toparlayıp hız kesmeden yoluna devam etti.

Eintes’in yüzü beyazlamıştı. Karnı düğümlenmişti. Dizlerinin bağı çözülüvermişti. Minik kalbi göğsünde tepiniyordu.

Küçük kız meydanın ortasında öylece dikiliyordu. Bir an her şey sessiz, dingin bir hal almıştı. Gözlerin üzerine çevrildiğini fark ettiğinde koşturarak bir ara sokağa daldı.

Eintes soluklanmak üzere kendini çıkmaza attı. Bir elini alçısı sökülmüş hırdavatçının duvarına dayadı. İki büklüm olup derin derin nefeslendi. Göğsünü acımasızca hırpalayan kalbi durulmuştu.

Kendisini kıçının üzerine bırakıp sırtını duvara yasladı.

Hayatta kalmak ne de meşakkatli bir uğraştı!

Eintes bulunduğu duruma katiyen isyan etmemişti. Babasını kaybettiğinde dahi tanrılara isyan etmedi. Eintes, Tanrıların kendisini yetim bıraktığına inanıyordu. Haliyle onlara isyan edebilirdi. Fakat yine de Avarelere isyan etmedi. Çünkü Eintes, babasının öğretilerine daima kulak verirdi. Bir şey gerçekleşecekse, gerçekleşirdi. Ve bir şeyin gerçekleşmesi gerekiyorsa, gerçekleşmeliydi.

Eintes yerden kalktı. Tozlanmış kalçasına elini vurarak temizledi. Sonra yaptığının manidar olduğunu düşünerek gülümsedi. Elindeki tahta kılıcıyla beraber yürümeye koyuldu. Çıkmazdan çıkacakken duraksadı. Sokağın karşısında Yamalı Hignin ile çetesini gördü.

Eintes duvara yaslandı. Yamalı Hignin ile çetesinin görmemelerini umarak korku içinde bekledi.

Yamalı Hignin ile çetesi kararmış çıplak ayaklarla gezinirlerken, yankesicilik yapmak için yetişkinleri gözlüyorlardı belli ki.

Yamalı Hignin ve çetesi karşıya geçmek için duraksadığında, çıkmazda bir fare misali sünmüş Eintes’i gördüler.

Eintes’in bakışları Yamalı Hignin’in bakışlarıyla buluştuğunda neredeyse kalbi duracak gibi oldu.

Yamalı Hignin’in suratında meşum bir gülümse belirdi; bir çocuk için fazlasıyla ürkünç, habis bir gülümseme.

Eintes elindeki tahta kılıcın tahta kabzasından sıkıca kavradı. Çıkmazdan dışarı adımını atar atmaz sola dönüp koşturmaya başladı.

Yamalı Hignin ve çetesi, Eintes’in peşine takıldı.

1 Beğeni

Elinize sağlık, sanırım güzel bir romanın girişiydi okuduklarım. sadece Eintes" kelimesinin çok sık tekrarlandığını söylemek istiyorum. Tekrar elinize sağlık.

2 Beğeni

Teşekkürler.

Yazarken fark etmediğim durumlardan biri olmuş.

Potansiyelli bir romanın girişilemeyişi. Uzun zaman önce yazdım. Her zamanki gibi kaldı. Görüş almak açısından forumda paylaşmak istedim.

1 Beğeni