Misterium

MİSTERİUM
Gerçek mi yoksa efsane mi olduğu belli olmayan bir yere doğru yola çıkmışlardı. Kaptan Aleks nam-ı diğer şakacı Aleks, önce cesaret edemese de mürettebatının bir anlamda da ortaklarının ısrarıyla kabul etmişti böyle bir işi. Ne de olsa önerilen ücret ciddi bir ücretti. Gidecekleri yer olan Misterium, diğer uydulara göre daha küçük olduğu ve sınırda ve karanlık bölgede kaldığı için yıldız haritalarının çoğunda gösterilmiyordu.
Kaptan, koltuğunda oturuyordu. Kalkış işlemleri tamamlanmış gemi Titan’ın çok ince atmosferini çoktan terk etmişti. “Gerekli hesaplamaları yaptın mı? Soru kaptan tarafından uçuş mühendisi Kezy’e yöneltilmişti.
“Evet, kaptan, uzun bir yolculuk olacak gibi”
“Ne kadar uzun”
“Böyle az bilinen bir yer ve bu koordinatlar… Bilemiyorum. Belki haftalar sürebilir.” Yönetim biriminde ya da diğer adıyla kaptan köşkünde beş koltuk vardı. Belirgin bir şekilde önde duran koltukta, gençlikten orta yaşa dönmüş olan uzun boylu Aleks oturuyordu. Ortalama bir boyu, her zaman gülen veya gülmeye hazır bir yüzü vardı. Argoyu sever cümlelerinde kullanmadan edemezdi. Hemen arkasında Kısacık saçlarıyla kız mı erkek mi olduğu ilk bakışta belli olmayan gıyabında kendisine geminin anası adı verilen Kezybhan oturuyordu. Sağ tarafta esmer tenli zayıf uzun boylu bir başka eleman, Fas’lı Nagooh; solda da orta boyu, kalın gövdesi ve ne giyerse giysin belli eden kaslarıyla bir diğer eleman olan Marza oturuyordu. Son koltuğun sahibi zorunlu nedenlerden dolayı ayrıldığı için yoktu ama koltukta siyah giysileriyle ve oldukça kısa boyuyla işverenleri sayılan biri vardı. Tüm yabancılarda olabilecek özellikleri taşıyordu, az konuşan, ciddi yüzlü, sürekli düşünüyormuş havasında olan biriydi.
İçinde bulundukları gemi Fırtına, hissedilir bir şekilde hızlanıyordu. Bu ivme, uzun ince gövdenin sonunda bulunan güçlü motorları sayesinde oluşuyordu. Öyle konforlu bir araç olmasa da gayet hızlı ve yaşına göre de hayli dayanıklıydı. Gemi, çevrede sıkça görebileceğiniz teknelerden çok farklı değildi. Uzun boyu ile bir kalemi andırdığı için kalem sınıfı deniliyordu bu tür gemilere. İnce uzun gövdenin bir ucunda ana kumanda diğer ucunda da motorlar bulunuyordu. Yükleme yapılan konteynırlar uzunluğu ayarlanabilen gövdeye sıralanıyor ve sabitleniyordu. Genellikle, vardığı noktada ana gövde yörüngede kalıyor yönetim ve personel birimi diye adlandırabileceğimiz iki bölümden oluşan tek parça başlık ineceği yere gidiyordu. Eğer yükü boşaltmak veya yüklenmek isterse o zaman yüzeye iniyordu.
O ara sıra konuşan konuk yerinden doğruldu. Arkada yükselen sahanlığa çıkması gereken iki basamağı çıktı. Kaptan, arkasından seslendi
“Bay Appelas, Jan Val Appelas yerinize geçer misiniz, hızlanıyoruz” Adam arkasını dönmeye gerek duymadan “Şimdi geliyorum” dedi. Yarım yay şeklindeki ara duvarın ortasındaki kapıdan çıktı. Bir dakika sonrasında içeri şişman, genç sayılabilecek bir kadınla girdi. Saçları iyice dağılmış kadın, kısa boyunun etkisiyle oldukça kilolu gözüküyordu. Sırtında hafif bir kamburu vardı. Önünde yürüyen adamı sessizce izliyordu. Kaptanın sözü üzerine geriye dönmüş olan personel neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Kezyhban, Kaptanına bakarak “Neden kısa saçlarım olduğunu anladın mı “ dedi fısıldar gibi.
“İşleri biraz hızlandıralım istiyorum” dedi Tüccar. Sonra yanındaki kadını işaret ederek Bu, size sözünü ettiğim Zofia, kendisi Macar’dır ve çok iyi hesap bilir. Size hesaplamalarınıza yardım edebilir” Yakından bakınca kadının yuvarlak yüzü kilolarıyla iyice belirginleşmişti. Uzun zamandır bir kuaföre gitmediği çalıya dönüşen kaşlarından, dudaklarının üzerinde çıkan sert tüylerden belli oluyordu.
“Gerek yok, ben kendi işimi kendim görebilirim” dedi Kezy. Sonra onay almak için kaptanına döndü “Değil mi Kaptan?”
“İkinci kaptanım ve uçuş mühendisim olan Kezybhan Star’a her konuda güvenirim. Teoride iyi olduğu gibi pratikte de iyidir. Üstelik kendisi buraları avucunun için gibi bilir. Avucunun içi dediği yerlerde milyonlarca kilometre hiçbir nesne yoktu.
“Bu hanımefendiyle nereden tanışıyorsunuz” soru bu defa Marza’dan gelmişti. Ve beklediğinden çok daha fazla dikkat çekmişti.
“Titan’da yüküm için araç ararken yanıma yaklaştı ve iş aradığını söyledi. Eğitimini sorunca matematik konusunda iyi bir eğitim aldığını söylemişti. Misterium’a gitmek istediğini söyledi. Benim temsil ettiğim işletme Mars merkezli bir işletme ve Titan’a ilk gelişim. Sıradan bir tüccar olan Jan Val Appelas’ı kim nereden bilecekti. Şaşırdım nereden bildiğini sorduğumda şimdi durduğu gibi başını öne eğdi suçlu bir çocuk gibi. Mesleğini sorduğumda söylemedi ama avucuma yüklü para sıkıştırınca yanıma aldım. Aleksandr kızmıştı, bu gemide kaçak yolcu var anlamına gelmez mi?” dediğinde adam onaylarcasına kafasını salladı “Kesinlikle haklısınız ve ben hayır diyemedim. Olmaz demek için ağzımı açtığımda göz göze geldik ve dudaklarımdan Okey sözcüğü döküldü. Sözünü kaptanın masasına yüklü bir miktar banknot bırakarak bitirmişti.
Nagooh, “Ben iyice açıktım ilk nöbet kimin diye sordu. “Soran kimse onundur dedi Uçuş mühendisi. Kısa keskin bir kahkahadan sonra “Ben hesaplamaları bir daha gözden geçireyim” dedi “Sen yemeğini yedikten sonra gel nöbetini al” Sistem tam olarak programlandıktan sonra içeride kaptan köşkünde bir kişi kalırdı daima. Bir şey olacağından çok Kaptanın titizliğinden kaynaklanıyordu bu durum. Diğerleri mürettebat bölümünde vakit geçirirken bir kişi bekliyor ibreleri ekranı kontrol ediyordu.
Böyle bir yolculukta zamanı içeride oluşturmaya çalıştığınız yöntemlerle belirlemeye çalışıyordunuz. Dünya saati ile programlanmış sistemi gece ve gündüzün açık belli olmasını sağlayan belirgin farklılıklar oluşturuyordu. İşte Kezyhban’da sabahın olduğunu düşünerek kendine ait küçük kabinde uyanmış kalkmaya hazırlanıyordu. Birden kabininin tavanında kırmızı bir ışık yanıp sönmeye başladı. Yerinden hızla kalktı ve alelacele günlük kıyafetlerini giydi. Kumanda birimine girdiğinde tam karşısındaki dev ekranda üniformalı biri sert bir ses tonunda sesleniyordu.
“Yabancı gemi, Bize kimliğinizi ve neden burada olduğunuzu açıklayın.” Şaşırdı ve bu gibi sorular karşısında defalarca verdiği cevabı verdi.
“Burası, DTG-01275 ruhsat numaralı ticari gemi, Fırtına” Daha cümlesini henüz tamamlamıştı ki arkasından kaptanın sesini duydu
“Peki, siz kimsiniz?”
“Burası Misterium Devriyesi, ben komutan Sinclear, aracınıza gelmek için izin istiyorum.” Verilen alarmdan tüm mürettebat haberdar olmuştu. Şaşkınlıkla birbirlerinin yüzlerine bakıyorlardı. Uçuş mühendisi kendisinden önce orada olması gereken Marza’nın yüzüne baktı. İri yarı adam omzunu silkmekle yetindi.
“İzin verildi” dedi Kaptan. Bir saniye sonrasında karşılarındaki ekran karardı. Kezhban, yerine oturdu neler olduğunu anlamaya çalıştı. “Neredeyiz” dedi hemen yanında beliren Kaptan. İnce uzun parmakları klavyenin üzerinde hızla geziniyordu. Son tuşa bastığında monitörün görüntüsü ekrana yansımıştı.
“Karşınızda sırlar gezegeni Misterium” Tüm gözler büyük ekrandaydı. Tam ortada kocaman karanlık bir kaya gibi duran bir uydu vardı. Daha uzakta ise Bir mavi küre uzayın karanlığını aydınlatıyordu.
“Şaka değil mi?” Kaptan, soruyu gözlerini ekrandan ayırmadan sormuştu. Olanlara inanmayan bakışlarını kumanda merkezinin solunda bulunan ekrandan ayırdı ve hemen önündeki Pencerelere yöneldi. Aracın burnunda birbirleriyle geniş açı yapan üç pencere vardı. Ortadaki daha büyük olandan tam karşısında bulunan uyduyu izlemeye başladı. Karanlık kaya parçası üzerinde sadece bir noktada ışık vardı. Sağındaki pencereye dönünce mavi küre selamladı kendisini.
“Bu mavi küre Neptün olamaz değil mi?”
“Neptün, yanılmıyorsun Kaptan”
“İyi de dün gece kendisinden yüz milyonlarca kilometre ötedeydik. Işık bile güneşten buraya 4 saatten fazla sürede gelirken biz nasıl bu kadar çabuk geldik”
Bu harika bir şey ve siz bir devrim yaptınız” Konuşan Tüccar Jan Val Appelas’tı Ulaşım konusunda müthiş bir ilerleme olduğunu söylemeliyim. Sahi bunu nasıl yaptınız”
“Bir hata olmalı, sadece bir hata, bu durumun başka açıklaması yok” Bir dakika sonrasındaysa ekrana yansıyan görüntü değişti ve o görüntü de birleşme aracı Fırtına’ya yaklaşıyordu.
İçeri kısa sayılabilecek bir boyda üniformalı biri girdi. Yanında da belinde silahı olan iki kişi daha vardı. “Ben komutan John Sinclear. Cosmos firması güvenlik komutanı. Burası firma tarafından abluka altındadır.
Ben Kaptan Aleksandır, Aleksandır Storm; Fırtına’nın sahibi ve kaptanı. Buraya ticaret için geldik ve Misterium için yiyecek içecek maddeleri getirdik
“Ben yükün sorumlusuyum ve yükü yerine teslim etmekle mükellefim” Konuşan malların asıl sahibi olan İş insanıydı.
“Peki, Siz kimsiniz?
“Merkezi Marsta olan ‘Dış Merkezler Ticaret Şirketi’nin sorumlusu Jan Val Appelas. İstediğiniz her türlü emtiayı sorunsuzca rakiplerimizden daha ucuza getirebiliriz. Yeter ki isteyin.
“Üzgünüm bu mallar teslim edilemez. Onlar asiler ve teslim olasıya kadar hiçbir nesne onlara ulaşmayacaktır. Aldığım emir böyle.”
“Ama bu mümkün değil. Getirdiğimiz malları inceleyin. Yiyecek ve içecekten ibaret. Üstelik parası ödenmiş. Yaptığınız hem hukuki ve insani değil.”
“Emtiaya el koyuyoruz. İtiraz ederseniz zor kullanmak ve geminize el koymak zorunda kalabiliriz”
“Burada olanlar hakkında bir bilgimiz yok ve yükümüzü boşaltır boşaltmaz burada gideceğiz.” Tüccar da araya girmişti. “Yapılmış bir anlaşmamız ve verilmiş bir sözümüz var. Bu ürünler teknik olarak bizim değil, onların.” O arada ekrandaki uzay görüntüsü gitmiş asık suratlı bıyıklı bir adam belirmişti.
“Komutan Sinclair, bu iş uzadı. Size, gemiyi üsse indirmenizi emrediyorum” Genç komutanın yüzünde belli belirsiz bir korku belirmişti.
“Emredersiniz” dedi. O an ekranda az önceki manzara tekrar yayınlanmaya başlamıştı. John Sinclair, yanındaki askere baktı. Asker ne yapması gerektiğini anlamıştı. Doğrudan uçuş mühendisinin koltuğuna yürüdü. Kezhban Star’ın yanına varmamıştı ki Aleks araya girdi.
“Tamam, siz kazandınız, koordinatları verin biz indirelim gemiyi. Ama sonra gitmemize izin vereceksiniz”
Yaklaşık bir saat sonra ince uzun gemi kendisine gösterilen alana iniş yapmıştı. Güvenlik üssü şehir sayılabilecek yerin birkaç kilometre ötesindeydi. Mallar görevlilerin de yardımıyla içeriye hangarlara boşaltıldı. Boşaltma işleri yürürken kendilerini tıktıkları salonda izlendiklerinden ve dinlendiklerine emin olarak kısık sesle konuşmaya başladılar.
“Burada neler oluyor” Kaptan hemen yanında oturan uçuş mühendisine sormuştu bu soruyu. Ama cevap tam karşısında bulunan Tüccardan geldi.
“Burası Güneş sisteminin oldukça dışında bir yer. Misterium, Neptünün bir uydusu ama kendisi o kadar dışarıda ki. Optik cihazlarla bulunması imkansız gibi.
“Özelliği nedir” Marza kapının tam karşısında oturuyordu. Kapıyı ve salonu kontrol edebileceği bir yerdeydi.
“Özelliği, parasal değeri çok yüksek bir cevherin burada bol ve ucuz olması. Burayı önce iki kardeş bulmuş ve üzerlerine tescil ettirmiş. O zaman cevher hakkında bir bilgi olmadığı için düşük krediyle almışlar merkezi Yönetimden. Zamanla başkaları katılmış ve yerleşmiş bu ücra yere, küçük bir koloni oluşturmuşlar. Cevher ve zenginlik duyulunca Cosmos iştahlanmış ve satın almak istemiş. İyi de para vermişler. İki kardeş satmak istemeyince zorbalığa başvurmuşlar.” Orada bulunanlar Jan Val Appelas’ın yüzüne baktılar. “Neden şaşırıyorsunuz benim işim bu Ticaret”
“Peki Federasyon yetkilileri sizin bildiklerinizi bilmiyorlar mı? Neden konuya el atmıyorlar”
“Eminim biliyorlardır ve konuyu araştırmak için birini de göndermişlerdir.” Bıyık altından gülümsemesini diğerleri fark etmemişti. “Üstelik dahası da var. İki kardeşin biri Misterium’da kendisine güvenen halkıyla birliktelermiş. Diğeri de dışarıdaymış. Güneş sisteminin her hangi bir yerinde olabilir” diyorlar. Bu iki kardeş bir araya geldiklerinde büyük bir zihin gücü oluşturuyor” diyorlar. İşte bu yüzden korkuyorlar iki kardeşi bir araya getirmek istemiyorlar”
“Bu devirde böyle şeylere inanan var mı?”
“Ben sizlere duyduklarımı anlatıyorum.” Birden dışarıdan sesler gelmeye başladı. Kapı açıldı. Yüzünü ekranda gördükleri adam uydunun güvenlik birimi şefi kapıda belirdi.
“Emtia teslim alındı ve belgeler onaylandı, her şey yasal. Gitmekte serbestsiniz. Üstelik sizi geri götürmeye yetecek kadar yiyecek ve yakıt geminize yüklendi.”
“Bizlerin burada olanları yetkililere anlatacağımızdan korkmuyor musunuz?”
“Burada ne oluyor ki. Kısa bir süre sonra kendilerini üretim tesislerine kapatan asilerin direnci kırılacaktır. Siz uygar dünyalara vardığınızda Cosmos’un tesislerinde üretim tam kapasite ile devam ediyor olacaktır.” Onlar konuşurlarken içeri giren görevlilerden biri oldukça heyecanlıydı.
“Amirim dedi. Adam özel bir mesaj olduğunu anlamıştı ve elemanının yanına gitti. İçeri giren adam diğerlerinin duyamayacağı bir tonda
“Asiler” dedi “Bizim bilmediğimiz tünellerden geliyorlar. Ortalık sakin görünse de dışarıda bir çatışma olmalıydı.
“Sonuç dedi komutan, sonuç ne oldu.”
“Maalesef biz yeni tüneli fark edesiye kadar hangarlarımıza indirdiğimiz emtiayı fareler gibi sessizce götürmüşler” Güvenlik müdürü esaslı bir küfür salladı. Öfkesinin temel hedefi önce isyancılardı sonra hedef kendisini bu kadar az adamla buraya gönderen Cosmos şirketi olmuştu.
“Hemen bir rapor hazırlayalım ve destek göndermelerini isteyelim” dedi yardımcısına. Ve içeriye salona dönerek “Sizleri de sorunlarımıza bulaştırdık. Kusura bakmayın” dedi. Sonra kendi kendine konuşur gibi devam etti. “Misterium’un öyle masif bir yer olduğunu düşünmeyin. Ayaklarımızın altında sayısız mağaralar dehlizler var. Onlar bunların çoğunu biliyor ve kullanıyorlar.” Sözleri bitince salonda bulunanları selamladı ve dışarı çıktı.
Fırtına, yarım saat sonra Misterium’u terk etmiş, uydunun yörüngesine çıkmışlar, dönüş için hazırlıklarını yapıyorlardı. Tüm personel kaptan köşkündeydi.
“Hedef neresi” dedi konukları olan Tüccar.
“Başladığımız yer, Titan.” Kaptan Aleks ardından Tüccar’a dönerek sözlerini sürdürdü.”Sizde Tüccar falan değilsiniz. Aşağıda söylediğinizi fark etmedim zannetmeyin.
“Umarım onlar anlamamışlardı da sağ salim gideriz. Bilirsiniz bazı durumları yakından incelemek gerekir. Ara kapı açıldı ve Zofia göründü. Ender konuşan Marza gülümsedi
“Zofia, neredeydiniz hiç görünmediniz” kız sanki biraz daha derlenip toplanmıştı. Kızı görünce Kezyhban yerinden kalktı ve yanına yaklaştı. “Olanlardan çok korktuğunu ve içeride saklandığını söyledi. Zofia’nın heyecanı belli oluyordu.
“Kaptan, Zofia’nın size söylemek istediği şeyler var” Kız hemcinsinden aldığı cesaretle söze başladı
“Ben sizinle çalışmak istiyorum. Ne iş verirseniz yaparım. Temizlik, yemek, eğer isterseniz hesaplamalarınıza da yardım ederim”
“İşe alındın” Konuşan boğuk sesiyle Marza’ydı. Sonra acelesinden utanmış olmalıydı ki başını öne eğdi.
“Tamam, işe alınacaksın ama önce gelirken yaptığın sihirbazlığı gene yapmalısın. Hadi bizi Titan’a götür.” Hepsi bir kahkaha attı. Tüccar neler olduğunu anlamamıştı ama uzmanların yıllardır üzerinde çalıştığı Sıçramanın gerçekleştiğini tahmin edebiliyordu. Zofia boş olan koltuğa oturdu, Fırtına, burnunu uzaklarda nokta gibi görünen güneşe çevirmişti.

2 Beğeni