Muhteşem yemek

İyi okumalar dilerim.

Loş ışıkların vurduğu uzun, açık meşe rengi masa birçok kişiye hizmet ediyordu. Kalınlığını sağlayan katmanları maskeleyen zımpara ve cila, orada olan diğer maskeler gibi, iyi gizlenmişti. Varlıklarını iddia etmek yalan söylemek demekti. Odanın ruh haline uygun görülen pürüzsüz mermerden zemin, bembeyaz rengini loş ışığa rağmen belli edebiliyordu. Havada, içe çekilmeye doyulmayan bebek pudrası kokusu asılıydı. Odanın dört bir yanına yapılmış cilalı mermerden tutacaklara oturtulmuş gümüş şamdanlar, yanmayan mumlarının ateşlerini yansıtıyorlardı sanki. Ve oda … gülümsemelerin ışıltısıyla parıldıyordu. Yakasında ve kollarında bombeli, düğme yerlerinde düz, şerit fırfırları olan kırmızı bir gömlek ve sade açık kahverengi bir pantolon giyen delikanlının yanlarındaki sandalyelerde, birbirinden farklı, eteğin, gömleğin ve ‘ciddi’ kelimesini taşıyabilecek her türden giysinin içinde bulunan kadınlar görülüyordu. Gülümsemeler her bir ağızı süslemese de her bir ağız, eninde sonunda o gülümsemeyi alacağını söyler gibi kıvrılıyordu. Delikanlının yüzü ise hepsinden daha aydınlıktı. Yeni taranan nemli, siyah saçları kafasına yapışmış, engin gözlerinde bulunan parıltıyı vurguluyor, yanaklarının kırmızılığını ortaya çıkartıyor, küçük olmaktan son anda kurtulmuş ağızını hatlarını keskinleştiriyordu. Kaşları ise farklıydı. Onlar, kirpiklerle birlikte, kaçmak için hızla yukarı atılmışlar ve donup kalmışlardı. Delikanlı, dua etmek için ellerini kaldırdı ve diğer eller onu izledi. “Bizleri içine aldığın himayeye sığınırız, onu zedelemeye çalışanlardan sakınırız, ona zarar vermeye çalışanlardan korkarız, fakat sana duyulan korku her şeyden güçlüdür. Doğruyu bulmamıza ve ayağımızı çıkarmamamıza yardım et, doğruyu göstermemize ve karşısından duranları değiştirmemize yardım et.” Dudaklar duayı tekrarlarken, gözler kıpırtısızdı. Duanın bazı kısımlarında parlayıp sönen gözler. Kulağa tekrardan gelmeye başlayan keman sesi, yemeğe başlanılması gerektiği işaretini verdi. Yemekleri servis etmiş olan beyazlar içindeki hizmetkarlar, masada oturanların gözlerine hiç görünmez gibiydi. Eline çatal ve bıçağını almış delikanlı, tabağındaki hala hareket etmekte olan yemeğe davranacakken, hemen yanı başında oturan kadın konuşmak için ağzını açtı. “Sakın ilk önce kafasını koparma. Sana direnmemesi gerektiğini öğrenmesi için, belinden başlayarak, küçük küçük sindir onu. Ara sıra ara vermeyi de unutma, böylece sana karşı gelmekten sakınır ve merhametini hisseder.” Elini onun yanağına dayadı ve gülümsedi. Gri gözlerinin içi gülüyordu. Delikanlı ona gülümsedi ve yemeğini dediği şekilde yemeye başladı. “Yoldan çıkmışlık bugünlerde fazlasıyla görülüyor. İyisi, erkenden davranmak ve başlarını küçükken ezmek.” Yeşil gözlü kadın, yemeğini ağzına attı ve camdan kadehte duran şarabı ağzına götürdü. “Dünyanın sorunu bu. Hem, başlamışken diğer ülke yöneticilerine güzel bahşişler verilebilir, böylece günah çıkartma işlemi hızlanır.” Her şeyin kolayca halledilebileceğini vurgularcasına konuşuyordu. Çoğunluk yeşil gözlü kadına hak verircesine başlarını salladı.

“Ülke sınırları içindekilere nasıl yaklaşacağız peki,” dedi delikanlı, kaşları kalkarak. Gri gözlü kadın hevesle atıldı. “Askerler yeni bir savaş için hazırlar. Düşmanların kaleler arkasında olmasına gerek yok.” Biraz düşündükten sonra ekledi. “Hatta içlerimize kadar girmeleri onları daha fazla motive edecektir.” Bu durum komikmiş gibi gülümsedi. Delikanlının kafası karışmıştı. “Yani iç savaş olmalı, öylemi? Peki diğer dindar kesim, masumlar? Onlar doğru yoldan yürümüyorlar mı?”

Sesi büyüleyici olan yeşil gözlü kadın tekrar konuştu. “Onlar için endişelenmeye hiç gerek yok. Onlar kesinlikle doğru yoldalar ve doğru bir amaca hizmet etmiş olacaklar. Yakında bu sözleri onların ağızlarından duyacaksın, seninle gurur duyuyorum.” Bu gururun sadece ona ait olmadığını göstermek adına, hep bir ağızdan, onunla gurur duyduklarını söylediler. Hepsinin gözleri parıldıyordu. Delikanlı sırıttı. Utangaç bir sırıtış, yanakları pembeleşmişti. Yemeğinden bir çatal alırken, kırmızı, çekik gözlü, belirgin, çıkık hatları olan kadın konuştu. “Kadınlar elbette sana ait.” Gözler bir anda ona dikilince, sırtını dikleştirdi ve onay bekleyen gözlerle sürdürdü. “Yani, günahların bedeli olarak sunulmalılar, değil mi?” Kısa bir an sonra, sanki hiç yanlış bir şey olmamış gibi, başlar sallandı. Onay mırıltıları, ağız şapırtılarına karışıyordu. Yemek lezizdi. “Onları istediğim gibi kullanabilir, yani kadınları. Peki, her yaştan kadın için mi geçerli bu? Hiçbirinin günahkâr olarak kalmasını istemem.” Delikanlı soran gözlerle bakıyordu, fakat olumlu bir yanıt istediği açıktı. Baş sallamaları üzerine içini çekti, yemekten sonraki tatlıyı düşünür gibiydi. “O halde, tamam. Askerler hazırlanmalı ve günahkârlar temizlenmeli. Kadınlar hakkında konuştuk, fakat erkekler hakkında bir şey söylemedik. Onların günahları daha büyük olamaz, elbette. Onların günahlarını siz temizleyebilirsiniz, sanırım. Ondan sonra, son bir kontrol ve emin olmak için, kimsenin yapmak istemediği işlerde çalıştırılırlar.” Aklına bir fikir gelmişti. “Aslında, günahlarına ailelerini bulaştırmış olabilirler. Onlar içinde bir şeyler yapılmalı.” Kadınlar, gözlerinde şaşkınlık, ağızları sevinçle kıvrılmış şekilde gülüyorlardı. “Sevgili çocuğumuz büyüyor,” dediler, hep bir ağızdan. Hepsi uzanıp yanaklarını okşadılar ve gülümsediler. “Bütün bunlardan önce biraz dinlemeli. Günah çıkarmak zor ve uzun bir iştir,” dedi daha önce konuşmamış, kahverengi gözlü kadın. Ellerini çoktan boynunun altına koymuştu bile. Bütün kadınlar ve delikanlı başlarını salladılar ve ellerini başlarının arkasına yerleştirdiler. Hepsinin yüzünde bir gülümseme vardı. Kemancı bile gülüyordu. Kemanın bozuk akordunu duyan kimse yoktu ve odanın içi saf insan kokuyordu. Yemek denen şeylerin üstünde uçuşan sinekler, çok geçmeden uçup gittiler. Delikanlının üstündeki gömleğin rengi çürük domates kırmızısına döndü. Ve loş ışık, göz açık kapanıncaya kadar geçen süre içinde sisli, ötesini zar zor gösteren bir karaltıya dönüştü.