Öncelikle merhaba, bir şeyler üretmeye çalışmak, bir kurgu ortaya çıkarmak hepimizin hayali. Hepimiz kendi çapımızda bir şeyler ile uğraşıyoruz. Seni azmin ve inancın için tebrik ederek başlamak istedim önce.
Şimdi gelelim benim düşüncelerime: Yazmak istiyorsan, bu işin ne kadar zor olduğunu bilmelisin öncelikle. -Yayınlama aşaması için konuşuyorum- Türkiye ne yazık ki, edebiyat türünde-özellikle fantastik ve bilim kurgu türünde- bir sömürge devletidir. Piyasadaki ‘çeviri yayıncılığı’ mantığından kurtulmadığımız süre boyunca bu değişmeyecek. Şimdi bunun sebeplerinden bahsedeyim biraz. Her şey tabii ki yayınevlerinde bitmiyor.
-Okur açısından düşünelim: Okur, kitapçıya uğradığında bir Türk yazar ile yabancı bir yazar arasında seçim yapması gerektiğinde %90 oranla yabancı yazarı seçmekte. Bunun bir nedeni maalesef Türk yazarların, sayı ve nitelik bakımından eksikliği ve okurun yayınevlerinin dayatmalarına boyun eğmesinden kaynaklı. Neden böyle düşünüyorsun dersen eğer, bir örnekle açıklayayım: Çok ülke gezdiğim ve bir çok insanla yaptığım sohbetlerde gördüm ki, dünyanın hiçbir yerinde-cidden hiçbir yerinde-yabancı yazara bizim kadar sevgi besleyen başka bir millet yok. Şöyle ki Japonya’da manga sektörü kadar büyük olmasa da novel sektörü de revaçta. Lakin bir japon kitapçıya gittiğinde yabancı bir yazarın-çok hayranı değilse- romanını hep ikinci plana atar. Buna diğer milletlerden de örnek verebilirim. Bu durum, Türk okurların, kendi yazarına sahip çıkmadığı sürece değişmeyecek. Çok kötü kurguların olmasının yanında çok iyi kurgularda var. Ön yargıların kırılması gerekmekte artık.
-Yazar açısından düşünelim: Türk yazarlar, kendi mitlerinden esinlenmekten ziyade, elfler, cüceler diye kurgu oluşturuyorsa, okur haklı olarak bunu direkt o örf ve adetlere mensup yazarlardan okumak istiyor. Biz yazarların, okurlara karşı kendimizi savunabilmemiz için önce, elle tutulur, özgün kurgular vermemiz gerekiyor. Özellikle yazım dili çok önemli. Bir yeniçeri-sadece örnek takılma- ‘hey adamım buralarda ne geziyorsun’ diye konuşuyorsa, ya da bir ırk tasarladın. Bu ırk ’ ne yaptığını sanıyorsun ha?’ diye konuşuyorsa burada büyük bir yanlış var demektir. Biz öncelikle kendimizi düzelteceğiz, sonra topu okura atacağız.
Gelelim yayınevi açısına : Yayınevleri birer ticari kuruluşlardır. Romanın niteliğinden çok, ne kadar satar diye düşünmekteler. Çağatay akmanın, Şeyma’nın kitapları basıldı bu ülkede. Bunlar sence romanların niteliğinden mi? Hayır tabii ki. Büyük yayınevlerinin yazar kadrolarına bakarsan, Türk yazarların, yabancı yazarlara oranının %10-bu en iyi ihtimal- olduğunu görürsün. Bunun nedeni, para kazanmak istemeleri. Çünkü okur yabancı yazarı desteklediği için yayınevleri satacak kitaba yöneliyor. Bu sistem ülkemizde ne yazık ki böyle. Bir örnek vereyim yine, 2009-2010 yıllarında rock müzik revaçtaydı ve bir sürü Türkçe rock grubu piyasadaydı. Sonra dinleyicinin ilgisi Rap müziğe kayınca şuan piyasayı domine eden müzik türü rap oldu. Yani bu kuruluşlar her zaman nabza göre şerbet verir. Hiçbirisinin: ‘Ben rock müziğin, rap müzikten iyi olduğunu düşünüyorum. O yüzden Rock müzik yapanları destekleyeceğim.’ dediğini duyamazsın. Aynısı Yayınevleri içinde geçerli, onların Türk edebiyatıyla falan bir alakaları yok. Para kazanmak, çarkı döndürme niyetindeler.
Şimdi gelelim benim düşüncelerime: Uzun zaman önce bir kitap okudum. Ayı kurtarmak mıydı neydi adı.-tam anımsayamadım- Kaybolan ayı bulmaya çalışıyorlardı. Bu kitap yayınlandığı ülkede fırtınalar koparmış, ödüller almıştı. Karakterler birebir Tolkien çakması. Ne eksik ne fazla. Türkiye şartlarında bu tarz bir roman yazarsan seni taşlarlar. Bu bir gerçek. İşte burada okurun yazarı sahiplenme durumu giriyor devreye. Peki bu zincir nasıl kırılacak dersen sırayla : Yazar ve okur birbirini tamamlarsa yayınevleri mecburen Türk yazarlara daha fazla şans vermek zorunda kalacak. Bu konuda benim yaptığım-kimseye önermiyorum- hiçbir yabancı yazarı okumamak. En kötü kurgu bile olsa Türk fantastik edebiyatına sahip çıkmak. Çünkü bu gidişle yok olacağız. Dünyanın hiçbir yerinde yoktur ki; bir yayınevi ‘bize fantastik edebiyat dosyası göndermeyin’ dedikten sonra yabancı yazarların fantastik eserlerini yayınlasın. Bu maalesef Türkiye’de olan bir durum.
-Peki ne için yazalım: Kendini geliştirmek için. Özgün-esinlenmelerde sorun yok-, sana ait bir dünyası olan, tutarlı bir kurgu oluşturup, dilinle onu tamamlayana kadar çabalamak için. Sonra yeni yayınevlerini beklemen. Yeniler her zaman dosya kabulünde eskilere göre daha cesurlar.
Yabancı bir yazar ortalama bir kurgu yazıp, bizim yayınevlerimiz tarafından el üstünde tutuluyorken; Türk bir yazarın, bir Tolkien GRRM olmasını beklemek saçmalıktan başka bir şey değil. Yazar dediğin yaza yaza gelişir. Kimse ilk kitabında mükemmel değil. O bayıla bayıla okunan yabancı yazarların-kendi gözlerimle gördüm- kitapları resmen, basım aşamalarında revize edile edile, yeni bir şey oluyor. Yine Japonyadan örnek vereyim : Yazar adayı dosyayı gönderip beğenildiği an kendisine bir editör atanıyor. Bu editör ile kitabı resmen baştan yazıyorlar. Her hafta buluşup değerlendirmeler yapıyorlar. Türk yayınevlerinde çalışan 3 editörden böyle bir şey bekleyemezsin tabii, lakin bir şeylerin artık değişmesi gerekmekte. Bu zinciri kıracak olanda Türk okurlardır.
Sana tavsiyem: Yaz. Her daim yaz, bitirdiğinde tekrar tekrar oku. Sonunda-tamam bu oldu dersen-bekle ki yeni bir yayınevi piyasaya atılsın. Dosyanı onlara gönder. Vazgeçme, senin gibi çok genç-yaşlı yazar adayı var. Bu devran illaki dönecek. Çalışmalarımızın karşılığını illa ki alacağız.
Son olarak bir yayınevi çalışanına’ Neden size gönderilen dosyaları okumuyorsunuz?’ diye sormuştum. Cevabı aynen bırakıyorum ki, durumun ne kadar kötü bir hal aldığını anlayabilesin. Çeviri yayıncılığının ne hale geldiğini anlatan bir cevap.
-Gelelim Pegasus’a özgü nedenlere:
1- Programımız çok yoğun: En önemli tek neden bu aslında. İnanamayacağınız kadar yoğun bir programımız var. Geceli gündüzlü çalışıp programı yetiştirmeye, iş yükünü azaltmaya çalışıyoruz ama yetmiyor. Program bu kadar yoğunken dosya okumak imkânsız gibi bir şey. Okunsa bile sadece okumaktan öteye geçmek ise mevcut koşullarda resmen imkânsız. Programımız yoğun olmasa diğer tüm sebepler bir şekilde çözülebilirdi.-
Bir not: Bu yazdıklarımdan, çevirisi yapılan kitaplara karşı ön yargım olduğu anlaşılabilir. Bu şekilde düşünmüyorum. Sadece artık işin çivisinin çıktığı kanaatindeyim. 3 kitap çevriliyorsa 1 tane de Türk yazara şans tanıyın. Benim tek derdim bu. Hem bu şekilde o üstesinden gelemediğiniz yoğunluğu da azaltmış olursunuz.