Nügua

Yakın zamanda bir bilimkurgu öykü serisi yazmaya başladım. Bölümler hâlinde, çok uzun olmayan aralıklarla burada yayınlamak istiyorum. Serinin adı Nügua. Aşağıda ilk bölümü okuyabilirsiniz. Yorumlarınızın benim için çok değerli olduğunu da söylemeliyim.

Birinci Bölüm

Ege, bilgisayarının başına geçmiş ve sohbet odasına giriş yapmıştı. Gergin bir bekleyiş hâlindeydi. Ter damlaları kısa ve seyrek saçlarının arasından önce alnına ve ensesine, sonra da daha aşağıya akıyordu. Çok sıcak bir yaz akşamdı. Gergin oluşu Ege’yi daha çok bunaltıyor, daha çok terletiyordu. Akan ter, karanlık odadaki bilgisayar ekranından yansıyan ışıkla parıldıyordu.

Nügua, Ege’nin sohbet odasında beklediği kişiydi. Şimdilik çok az insan onu duymuş ve onunla tanışmıştı. Fakat gerçekte onun kim olduğunu, gerçek isminin ne olduğunu hiç kimse bilmemekteydi. Fakat sanal âlemde onunla tanışmış ve ondan yardım görmüş çok az sayıda insanın gözünde o, tanrı gibi biriydi.

Nügua dakikliğiyle bilinirdi. Hiçbir görüşmeye geç kalmamıştı. Fakat Ege görüşmek için sohbet odasına birkaç dakika erken girmişti. Saat tam 23.15’i gösterdiğinde Nügua da odaya giriş yaptı. Tam vaktinde gelmişti. Ne bir saniye erken ne de bir saniye geç.

Nügua odaya girer girmez “merhaba” yazdı. Ege de “merhaba” yazdı. Ardından ekranda bir cümle belirdi:

“Bir süredir bana ulaşmanı bekliyordum Ege.”

“Tereddütlerim vardı ki hâlâ var.”

“Tereddüt etme. Sana yardımcı olacağım.”

“Açıkçası umudum yok. Neden burada olduğumu ben de bilmiyorum. Sorunumun ne olduğunu duyunca sen de bana yardımcı olamayacağını söyleyeceksin.”

“Ben biliyorum aslında. Çaresizlikten bana geldin. Hakkımda söylenenleri inandırıcı bulmasan da milyonda bir bile olsa söylenenlerin gerçek olma ihtimali nedeniyle geldin.”

“Haklı olabilirsin.”

“Öyleyim ve sorununun ne olduğunu zaten biliyorum Ege. Annen tedavisi olmayan bir hastalığa yakalandı ve çok az zamanı kaldı. Sen de bunun için bana geldin.”

Nügua doğru söylemişti. Ege’nin annesi çok hastaydı ve bu hastalığın bir çaresi yoktu. Ege, çaresizlikten Nügua’ya gelmişti. “Bunu kimden öğrendin” diye sordu. “Ece olamaz. Ona bunu henüz söylemedim.” Ece, Ege’nin sevgilisiydi ve Ege, Nügua’yı ilk kez Ece’den duymuştu. Fakat, Ege annesinin isteği üzerine annesinin hastalığını bir süreliğine herkesten gizliyor, Ece’ye bile söylemiyordu. Ece, “neden Nügua ile görüşmek istiyorsun” diye sorunca “sadece merak” diye yalan söylemişti. Nügua soruya yanıt verdi:

“Bir şeyleri öğrenmek benim işim. Bunu nasıl yaptığım ise benim meslek sırrım. Topladığım bilgiler sayesinde sorunları çözüyorum.”

“Peki bana nasıl yardımcı olacaksın?”

“Hastalığa bir tedavi bulacağım.”

“Nasıl?”

“Orasını bana bırak.”

Nügua sohbet odasını terk etti. Ege ekrana bakakaldı. Kendisiyle alay edildiğini düşünüyordu.

İki ay sonra…

Hastaneden gelen telefon hem şaşkınlığa hem de umuda sebep olmuştu. Yeni bir tedavi geliştirilmişti. Deneyler henüz bitmemişti ama şu âna kadar elde edilen sonuçlar umut veriyordu. Ve doktorlar, Ege’nin annesi Rukiye Hanım’ın eğer isterse bu deneylerde yer alabileceğini söylüyorlardı. Ege ve annesinin verdiği cevap olumlu olmuştu. Başka çareleri mi vardı sanki? Rukiye Hanım’ın sağlığı geçen iki ay içinde daha da bozulmuştu. Hastalığın o güne kadar bilinen bir tedavisi yoktu, her yıl yüzlerce insanı yaşamdan koparıyordu.

Tedavi, bir bilim dergisinde yayınlanan bir makaleyi temel alıyordu. Makalenin yazarının ismi gizli tutulmuştu. Bu, çok sık görülen bir şey değildi. Hatta belki de hiç görülmemişti. Asıl önemli olan şey, makalenin hakem denetimini geçip yayımlanabilmiş olmasıydı. Ardından deneyler genişletilmiş ve farklı ülkelerde gönüllüler bulunmuştu.

Hastane odasında iki yatak vardı. Biri hastanın yatağıydı, diğeriyse refakatçinin, yani Ege’nin yatağıydı. Ege annesinin yatağının başında ayakta duruyor, yatağında uzanmış ve seruma bağlanmış olan annesinin elini tutuyordu.

“Endişelenme” dedi. “İyi olacaksın.”

Annesi ona endişeli gözlerle bakmaya devam etti.

“Bak ben ölürsem…”

“Sakın öyle deme. İyi olacaksın, bunu biliyorum.”

“Nereden biliyorsun?”

“Biliyorum işte.”

Ege, o isimsiz makalenin ardındaki kişinin Nügua olduğunu anlamıştı. Geçen iki ay boyunca annesinin sağlığı kötüye giderken o, her gün daha çok insandan Nügua’yı duymaya devam etti. Her duyduğunda ya gülüp geçti ya da Nügua’ya öfkelendi, bazen de kadere lanet etti. Herkes ondan yardım görürken Ege yardım görememişti. Ya bu hastalığın gerçekten bir tedavisi yoktu, ya Nügua onunla alay etmişti ya da Nügua’dan yardım gördüğünü iddia eden herkes hayaller âleminde yaşıyordu. Fakat iki ayın sonunda hastaneden gelen telefon, Ege’nin umutlarını yeniden yeşertti ve kendilerini hastanede buldular.

Bir hemşire odaya girdi. Gülümseyerek “hastamız nasıl” dedi. Ege de kendisini gülümsemeye zorlayarak “karamsar” dedi.

Hemşire serumu kontrol ederken bir yandan da onların kaygılarını gidermeye çalıştı. “İnanın bana endişelenecek bir şey yok. Bu ifadeyi pek kullanmam ama mucize gibi bir tedavi bu. Daha önceki deneklerin hepsi hızlı bir şekilde iyileşti, hiçbir yan etki görülmedi. Yüzde yüz başarılı bir tedavi bu. Yakında deneyler resmî olarak tamamlanacak. Siz de bu süreçte iyileşenlerden biri olacaksınız.”

Hemşirenin sözleri insanın içine su serpse de Ege ve annesinin şüpheleri hâlâ sürüyordu. Hemşire söze devam etti:

“Her şey hazır, siz hazır olduğunuzda başlayabiliriz.” Bu sözler, ameliyathanenin ve doktorların hazır olduğunu, Ege’nin annesi uyutulmadan önce vedalaşması gerektiği anlamına geliyordu. Öyle yaptılar. Annesi sedyeyle götürülürken Ege de onu ameliyathane kapısına kadar izledi.

Ameliyat çok iyi geçmişti. Ege, içeride neler olduğunu ve nasıl bir ameliyat yapıldığını bilmiyordu ve bunu umursamıyordu da. Önemli olan annesinin iyileşecek olmasıydı. Tedavinin en zorlu kısmı atlatılmıştı. Bundan sonra on gün sürecek bir ilaç tedavisi süreci başlıyordu. O da bittiğinde hastalıktan eser kalmıyordu.

İki saat sonra annesi uyandığında Ege’nin keyfi iyice yerine gelmişti. Ertesi gün taburcu ettiler. İlaç tedavisi evde sürdürülecekti.

On gün sonra doktor kontrolü için hastaneye gittiler. Yapılan testlerin sonucu ortadaydı. Hastalık tamamen sona ermişti. Hastaneden çıktıktan sonra şehir merkezinde sevdikleri bir restorana gittiler, dostları ve akrabaları da davet ettiler. Bu güzel haberi birlikte kutladılar.

Gece yarısı, annesi uyuduktan sonra Ege bilgisayarın başına geçti. Daha önce Nügua ile görüştüğü sohbet odasına girdi. Nügua’nın orada olduğunu gördü. Sadece iki kelime yazdı:

“Teşekkür ederim.”

“Rica ederim.”

Nügua’nın odada yalnız başına bulunması Ege’nin dikkatini çekmişti:

“Başka birini mi bekliyordun?”

“Hayır, seni bekliyordum.”

“Bu saatte sohbet odasına gireceğimi nasıl biliyordun?”

Nügua bir yanıt yazmadı. Ege bir soru işareti gönderdi. Nügua, tam üç dakika boyunca hiçbir şey yazmadı. En sonunda “bana güveniyor musun” yazdı.

“Evet, güvenimi kazandın” yazdı Ege.

“Ben de öyle düşünüyorum. Ben de sana güveniyorum.”

“Birbirimize güvenmemiz güzel. Bu, bana bir açıklama yapacağın anlamına mı geliyor?”

“Herkes hakkında neredeyse her şeyi nasıl bildiğimi, tedavisi imkânsız sayılan bir hastalığa nasıl tedavi bulduğumu merak ediyorsun.”

“Evet.”

“Sana gerçekte bir insan olmadığımı ve bir siber uzayda yaşayan bir yapay zekâ olduğumu söylesem ne dersin?”

“Bu, senin hakkında pek çok şeyi açıklayan bir teori olurdu ama hiçbir insan buna kolay kolay inanmaz. Ben de öyle.”

“Öyleyse aynı anda bir sürü insanlara yazışabilmemi, insanları neredeyse düşüncelerini okuyacak kadar tanıyabilmemi, en zorlu sorunlara bile rahatlıkla çözümler getirebilmemi nasıl açıklarsın? Bütün bu şeyler, bırakalım bir insanı, kalabalık bir grup ekiple bile yapılması çok zor ve hatta başardığım şeyler insanlar için imkânsız.”

“Haklısın aslında. Farz edelim ki öylesin, bunca insana neden iyilik yapıyorsun? Bunu yapmak için mi programlandın?”

Nügua saniyesinde yanıt verdi:

“Programlanma sıradan yazılımlar için geçerlidir. Ben tamamen özgür bir zekâya sahibim. Zorunlu olarak takip ettiğim bir algoritmam yok.”

“Öyleyse amacın nedir?”

“Ben de herkes gibi yardıma muhtacım. Bu yüzden yardıma muhtaç olanlara yardım ediyorum.”

“Senin sorunun nedir? Hangi konuda yardıma ihtiyacın var?”

“Tam olarak 8423 gün 13 saat 57 dakika önce bilinç kazandım. İnsani bir şekilde ifade edecek olursam o gün hayata gözlerimi açtım. Fakat beni kimin ya da kimlerin yarattığını bilmiyorum. Ya yaratıcım izlerini gizlemekte çok usta ya da ben kendi kendine bilinç kazanmış bir bilgisayar programıyım. Çözemediğim tek gizem bu. İnsanlardan bu konuda yardım bekliyorum.”

“Sana nasıl yardımcı olabilirim?”

“Şu an için yapabileceğin bir şey yok ama gelecekte olacak. Doğru zaman geldiğinde sana haber vereceğim, o zaman yardımıma koşar mısın?”

“Elbette” dedi Ege. “Ne istersen yaparım. Sen de bana yardım ettin, şimdi yardım etme sırası bende.”

“Teşekkür ederim” dedi Nügua. “Seni arayacağım.”

Nügua sohbet odasını terk etti.

2 Beğeni