Öğleden Sonra Kıyamet

Merhaba. Bu baş döndürücü yorum için teşekkür ederim. :sweat_smile:

Açıkçası yazdıklarıma ben de bir tanım bulamıyorum. Onları bir kategoriye koyamıyorum. Bence bunlar kısa öykü bile değil. Daha önce benim gibi yazan bir yazar da görmedim (mutlaka daha bilgili arkadaşlarımız örneğini verirler). Belki de öykülerimi yazmamın en büyük nedeni yaşadığım bu duyguların çok yoğun olmasıdır. Aktarırken de aynı yoğunlukta aktarıyorum. Metinlerim üzerinde çok fazla düşünüyorum ve bütün birikimimi ince ince damıtıyorum diyeyim. Ortaya çıkan öz bu nedenle çok yoğun olabiliyor.

Öykülerimin herkese göre olmadığı doğru. Yazdıklarım size rahatsızlık verdiyse ve sizi kaygılandırdıysa üzgünüm. Motivasyonlarımdan biri de bu aslında. Daha akılda kalıcı, iz bırakıcı olmak istiyorum. Hayatta, çok fazla şeyi görmeden yaşadığımızı düşünüyorum. İnsanların düşünmediği, düşünmek istemediği, varlığından haberdar olmadığı şeyler hakkında yazmak istiyorum.

Çok güzel bir cümle olmuş bu. Teşekkür ederim. Görüşmek dileğiyle. :+1:

Selam,

Sözümü tutmaya geldim. :smiley:

Bunun gibi bazı cümleler vardı fazlasıyla süslü. Hikaye fazla süslü cümleleri kaldırmıyordu. Tabii benim görüşüme göre böyleydi. Sizin tercihiniz nasıl olur bilemem ama bu tip süslü anlatım tek tük olunca okuma akışını biraz sekteye uğrattı benim açımdan.

Burada kafamı karıştıran bir nokta oldu. Fikir yurt dışındandı tamam ama o arabayla yapıyordu. Hakan bunu drona uyarladı. Ankara’da dolarla dron mu kiralıyor? Kafama takılan bu… Burada sanki bir karışıklık olmuş. Yabancı adam yurtdışında uzaktan kumandalı arabasıyla bunu yaparak dolar üzerinden kazanıyordu sanırım. Paragrafın devamında arabaya dron dediğinizde benim kafa karıştı ister istemez. :slight_smile:

Hardal rengi taş bloklar kısmında virgüle gerek yok çünkü orada öyle dediğinizde bir şey daha istiyor yanına. Aslında o bütün bir tamlama ama virgül atınca sanki özellik olarak devam edecekmişsiniz havası uyandırıyor. “İlçe Emniyet Müdürlüğü’nün önüne hardal rengi, yaklaşık on santim kalınlığında taş bloklar dizilmişti ve aralarında turuncu kukalar vardı.” gibi.

Tüm bunları bir kenara koyup genele baktığımda ben beğendim. En büyük eleştirim sanırım fazla uzun olmasıydı. Fikrimce “Başlığı çıkarıp” ile başlayan “zemini dondurur” olarak biten kısım bende uzatılmış hissi yarattı. Pek tabii orada vermek istediklerini anlıyorum ama daha kısa cümlelerle daha etkili bir şekilde verilmesini tercih ederdim. Hatta “En beteri…” kısmı da birleştirilerek istenilen mesaj verilirdi böylece okurken sonlara doğru yorucu olmazdı. Dilinizi ve tarzını beğendim. Hatta Türkiye’de geçiyor olması da ayrıca hoşuma gitti. Hikaye güzel ve ilgi çekici olmasaydı sıkılıp kapatırdım muhtemelen. Genelde kendi ülkemizde geçen çarpıcı öykülere rastlamak zor oluyor.

Öykü bitince aklımı en çok kurcalayan soru şuydu: Bu kadar izbe yaşam, bu zeka, bu imkan? Biraz tuhaf geldi. Bir de bazı yerlerde başlat, durdur, oynat kısımlarını karıştırdım. Bu belki de dalgın olmamdan dolayı olabilir.

Velhasıl, kaleminize sağlık. Ben başarılı buldum. :blush:

2 Beğeni

Merhaba. @Agape :slightly_smiling_face: İnceleme için teşekkür ederim. Güzel yerlere değinmişsiniz. Bazıları tercih meselesi, bazı yerlerde ufak kelime ve virgül hataları olmuş. Hepsini dikkate aldığıma emin olabilirsiniz.

Uzunluk açısından ilk defa sizden bir eleştiri alıyorum. Okurdan aldığım geri bildirim hep daha uzun yazmam üzerine oldu. :sweat_smile: Öyküyü yazmamın üzerinden neredeyse bir ay geçti ve bir kez daha okuduğumda sondaki kısmın hâlâ uzatma olmadığını, gerekli olduğunu düşündüm. Belki de daha fazla demlenmeli. Sanırım size fazlalık gibi gelen paragraf karakterin halüsinasyonlarını bir şeylere benzetmeye çalıştığı kısımdı. Bu öyküyü bir ay sonra okuduğumda neler değişecek göreceğim. Benim için önemli ve değerli bir eleştiri oldu. :+1:

Bu kısmı tam çözemedim. Zekâ’nın imkânla alakası olduğunu ama yine de doğrudan ilişkilendirilemeyeceğini düşünüyorum. Eğer vurgu imkânsa, karakterin çok bir imkânı olduğunu da düşünmüyorum. Bence onun yaşamında ulaşılabilecek hedefler bunlar.
Ama sanırım kısa öykünün olayı bu. Karakteri derinlemesine tanıyamıyoruz çünkü duygular ön planda oluyor. (Ya da en azından benim metinlerimde öyle…)

Onun dışında güzel sözleriniz ve övgüleriniz için teşekkür ederim. Beğenmenize ve geri dönmenize sevindim. Görüşmek üzere… :wave::sweat_smile:

Açıkçası ilk defa ben de uzun buldum bir öyküyü. :sweat_smile: Bilemiyorum belki de o üç paragrafta bir kopukluk var hikayenin geneline göre. Ya da daha farklı anlatılabilir. Daha çok harmanlanabilir orası. Sanırım bir anda verilen o kilit bilgiler kopukluk hissi yaratmış da olabilir.

Böylesine kötü bir yaşam sürmesine rağmen kendisini yetiştirmeye devam etmiş. Tamam bir noktada kendisini kaybetmiş ama icat bakımından oldukça yaratıcı ve intikam için harcadığı çaba takdire şayan. Fakat ben maddi imkanlarından bahsediyordum. Bilgisayar, internet, drone… Yani bunlar belli bir ekonomik gelirin olduğunu gösteriyor. Hikayenin bütününe baktığımda çok üzücü bir yaşam görüyorum. Aradan epey seneler geçmiş belki bu noktaya da değinilebilirdi. Şimdi bulunduğu noktaya nasıl geldi? Birkaç cümle de olsa duymak isterdim.Aksi halde orası boş kalınca kafamda kendim bin tane şeyle dolduruyorum ama hoşuma gitmiyor. Ben gerçeği bilmek istiyorum. :slight_smile: Yani öğrenmek istediğim bir takım şeyler kaldı. Kurumdan çıktıktan sonra neler yaptı? Hastalığını öğrenince öyle saldılar mı? Bir hastaneye gönderilmemesi garip geldi. Bu kısımlara o üç paragrafta değinseydi iyi olurdu.

Öykünün başında böyle bir detay vermiştim. Aslında bütün öykü buradan türedi. Bir gün trafikte bekliyordum ve yanımdan bu araç geçti. Hemen bir fotoğrafını çektim ve oturup öyküyü yazmaya başladım. Yani aslında karakterin hiçbir şeyi belli değilken belediyede çalışan bir işçi olduğu belliydi. :sweat_smile: İmkânı belediyeden aldığı maaş kadar. Bir bilgisayar ve dron alacak kadar parayı kazanabileceğini/biriktirebileceğini düşünüyorum. Tabii bunları böyle anlatmayıp metinde vermek lazım. Explanation kills art, derler. İzah mizahı öldürür, açıklama sanatı öldürür… Bu detayların metindeki yerleri ise yazım tarzımla alakalı.

Yazım tarzım konusunda

Bu tip detayları metinde açık açık anlatan bir yazar değilim. Blurladığınız kısım tamamen benim yazım tarzımla alakalı. Önceki öykülerime de baktıysanız böyle detayları anlatıcının ağzından duyurmanın bana göre olmadığını görebilirsiniz. Daha doğal bir hikâye anlatımının peşindeyim. Karakter de neyden söz etmek isterse ondan bahsediyor, neye doğru yönelirse ona yöneliyor. Bir süre sonra zaten kendisi taşıyor öyküyü. Ben sadece ona eşlik ediyorum gibi hissediyorum.

Yazar/okur profili burada önemli hale geliyor. Benim öykülerim herkese göre değil. Ana akımdan uzağım. Hatta metinlerim alternatif sayılabilir. Benim yazıya başlarken kendime verdiğim bir sözdü bu. Yerli yazarlarda çokça gördüğüm bütün her şeyi anlatıcıdan duyma geleneğini birnevi kırmam gerektiğini düşündüm. Ben anlatmak değil göstermek istiyorum. Tabii bunu ne kadar yapabiliyorum… orasını size bırakıyorum. Öğrenecek, geliştirecek çok şey var. Bu yüzden buradayız. :slightly_smiling_face:

Tekrar teşekkür ederim. Son paragrafların biraz demlenmesi lazım.

1 Beğeni

Sevgili @ulu.kasvet

Profiline, kendinle ilgili yazdığın ufak notu okudum ve hikayenle ne kadar uyumlu olduğunu gördüm. Herkezin bir yazım tarzı ya da okuma alışkanlığı var. Bu bağlamda bir bakıma kendi ekosistemimin dışına çıkma cüretini göstereceğim.

Hikayenin bana hissettirdiklerini paylaşmak isterim: Kötülüğün-İyiliğin bir bakıma sorgulandığını hissettim. Üstelik bunu yaparken duygu durum yelpazesinin en uç noktalarına gidip gelebilen bir akış gördüm. Aynı zamanda çaresizlik, masumiyet, vicdan azabı, kötülük, keder, suçluluk, çaresizlik ya da teslimiyetçilik gibi hissiyatların bir mekana döndüğünü her bir kaydet durdur tuşları arasındaki paragrafların lokasyon olarak bir duyguya tutunduğunu hissettim. Üstelik sanki her biri birer istasyonmuş ve tren, umarsızca bu istasyonlar arasında dolaştığını hayal ettim. Bu aynı zamanda bu temel faktörleri klostorofobik, karanlık, kıstırılmış bir dünyada boğucu bir atmosferde olduğunu çıkarımladım ve bu hikayenin bir senaryo olmak için daha uygun olduğunu düşündüm.

Birazda insan doğasını sorguladım. Asla içine düşülen durumdan kaçışın olmadığı ya da mutlu sonun bulunmadığı, zaten mutlu bir sonun arzulanmadığı bir dünyayı tecrübeledim.

Dediğim gibi kendi ekosistemim dışına çıkarak yaptığım bir gözlemdi. Hikayeni okumanın hapsadilmişlik hissi yarattığını söylemiştim. Üstelik hücrenin kapsıı hafif aralıkken oradan çıkamamak da yoğun bir tecrübeydi. Bu yüzden kendi iç dünyam senin araladığın kapıyı sonuna kadar açmak, kasveti dağıtmak istedi.

Diğer okuyucular da bu kadar yoğun duygular hissetti mi bilmiyorum ama hikayenden kaçmak istemekle onu okumayı istemek arasında beni de kendi içinde hapsettin. Bu histen çok hoşlandığımı söyleyemem ama bir yazarın okuyucuda geriye bıraktığı şeylerin kelimeler, cümleler değil hissiyat olduğunu düşündüğümden paylaşmak istedim.

Eline ve düşgücüne sağlık
Sevgiler
Dipsiz

2 Beğeni

Merhaba @Dipsiz
Öncelikle içten içe senin yorumunu bekliyor olduğumu ve yorumu görünce çok sevindiğimi belirtmek istiyorum. Çok teşekkür ederim. Daha erken yazacaktım ama zamanım olmadı.

Bu öyküyü yazdıktan sonra psikolojik bir çıkmaza girdim. Bu öykü, yazma aşamasında da demlenme aşamasında da beni psikolojik olarak yoran bir öykü oldu. Tabiatım gereği karanlık şeyler yazıyorum, dokunulmayan yerlere dokunuyorum ama bu öykü benim en karanlık noktam oldu. Ve gerçekten bana zarar vermiş olabilir. Çünkü her seferinde uçuruma gereğinden fazla baktığımı hissediyorum. Karanlıkla savaşmak için karanlığa karıştığımı hissediyorum. Sırf bu yüzden bu ay Seçki’ye bir aşk öyküsü kaleme aldım. Çünkü bu kadar depresyon yaratıcılığa da zarar veriyor.

Birçok duyguyu hissetmene sevindim aslında. Yazarken duyguları çok yoğun yaşıyorum. Bunun bir etkisi olarak metinde duygular ön planda oluyor (umarım). Aslında sadece karanlık, kıstırılmış ve boğucu şeyler yazmıyorum. :sweat_smile: Rahatsız edici şeyler yazıyorum doğru ama çok eğlenceli işlediğim öyküler de oluyor. 119. sayıda umuyorum bunu biraz daha iyi anlatabilirim. Sanırım öykülerim ya sevilen ya nefret edilen türden. Ben böyle algılıyorum.

Sinemayı severim. Zeki Demirkubuz’u, NBC’yi severim. Aslında onların filmlerindeki vicdan kavramını post-modern ve neo-noir tarzda işlemeye çalışıyorum çoğu zaman. Her kurguda bence en önemli şey karakterin değişimi. Nereden alıp nerede bıraktığı. Buna odaklanıyorum. Bir yolculuk çoğu zaman. Bir şeyler inşa etmeyi, okurun basamakları teker teker çıkmasını seviyorum. Belki de ilerde senaryoya yönelirim ancak şimdilik bildiğim (öğrendiğim) işi yapıyorum. :+1:

Karakterin motivasyonu aslında buydu. Ya da buna benzer bir şeydi. Hiçbir şeyin değişmeyeceğini biliyordu. Dünyada değişmeyeceğini biliyordu ama kendinde değişiyor mu?.. Karakter için de benim için de asıl sorulması gereken soru bu aslında.

Tekrar çok teşekkür ederim bu duygu yüklü ve ihtiyacım olan yorum için. Görüşmek üzere. :pray:

1 Beğeni