Dostlar selam. Dilimize çevrilen bir çok kitabı ve seriyi çevrilmeden önce okumuş ve bir an önce çevrilmesini dilemiştim, Keşif Uzayı, 2312, Yaşlı Adamın Savaşı, Tanrının Gözündeki Zerre. Anladığım kadarıyla bir kısmının çevirisi hiç fena değil ve okuyanlar memnun kalmış.
Alastair Reynolds İngiliz bir yazar, aynı Peter F. Hamilton gibi, hatta ikisi arasında tatlı ve espirili bir çekişme de var. İngiliz olmaları sanırım yazım tarzlarını da biraz belirliyor, genel olarak Amerikan meslektaşlarından farkları hissediyorum, kullanılan sözcükler, cümle şekilleri, kurgu vb. Dediğiniz gibi Reynolds’un çevirisi zor, ağır demesek de dolambaçlı bir tarzı var. Bu maceraya ilk girişimde okuduğum yazar olduğu için bazı yerlerde de oldukça zorlamıştı, ama ödülümü aldım. Kabul ediyorum, çevrilmemiş kitap okuma serüvenine ilk başladığımda da İngilizcem vardı, ama ilk başlarda bayağı da zorlanıyordum, özellikle sözlüğü çok kullanıyordum. Kitaplardaki bir çok sözcüğün sözlükteki maddelerinde lit. ya da literature yazıyor, bu o sözcüğün edebi dilde kullanıldığını gösteriyor, yani günlük kullanımda yaygın ya da hiç kullanımı yok, dilimizde de olan bir durum tabii ki. Neyse, işte böyle zorlaya zorlaya artık çok daha rahatım, çok daha az sözlüğe başvuruyorum.
Şimdi bu ukalalık nerden çıktı diyeceksiniz. Birincisi özellikle Alastair Reynolds gibi yazarları çevirecek kişinin hem dile, hem çeviri işine, hem de kültüre hakim olması gerekiyor sanırım (ki zaten her kitap için gerekli değil mi bu?). Dilin, yazarın ve hatta yazarın kültürünün ve alışkanlıklarının nüansları, çevirmenin en ufak hatası, umarsızlığı ve bilgisizliği yüzünden güme gidebilir ki burada çok daha fazlası olmuş.
Sayfamda kitap tanıtım yazılarına ilk başladığımda yazıyı mutlaka “umarım bir gün çevrilir” cümlesi ile bitiriyordum, sonra "umarım bir gün düzgünce çevrilir"e dönüştürdüm, artık bir şey yazmıyorum. Çünkü “Keşif Uzayı” gibi örnekleri görünce çok üzülüyorum. Bir gün çevrilir de insanlarla üzerinde konuşma, görüş paylaşma imkanı bulurum diye ümit ederken böyle bir sonuçla karşılaşmak hayal yıkıcı. Umarım “Tanrının Gözündeki Zerre” de aynı akıbeti paylaşmamıştır.
Okuma maceramdan bahsetmemin ikinci nedeni ise, bilin ki yurt dışındaki kitapların yüzde biri bile çevrilmedi, ve çevrilmeyecek. Bu yüzlerce, binlerce kitabı keşfetmeye başladığımda (hep bu benzetmeyi yaparım) berrak ama sığ bir gölün içinde yüzerken biraz ötedeki okyanusu keşfetmiş gibi olmuştum. Dil bilen arkadaşlar zaten bu engeli çoktan aşmışlardır, ama benim sözüm o adımı atmaya çekinen dostlar ve kardeşlerime (50 yaşına gelmiş birisi olarak sanırım çoğunuzun abisi, geri kalanın da yaşıtı veya kardeşi yaşındayım sonuçta). Kimseyi suçlamıyorum, ülkedeki bilim kurgu ve kardeş edebiyat kütüphaneleri yerli ve yabancı katılımlarla her gün de gelişiyor, ama dediğim gibi orada bir okyanus var, ve o okyanusla bulunduğumuz göl arasında her gün daha da tıkanan ve suyu azalan bir boru var ne yazık ki. İlk başta elbette zorlanacaksınız, ama sonuçta inanın çok fazla şey kazanacaksınız, klişe ama bir dil bir insan sonuçta.
(Bu serüvene en büyük başlama nedenlerinden birisi yaklaşık on yıldır içinde bulunduğum, detayı önemli olmayan zor durumlardı, yani bir yerde akıl sağlığımı korumak için o dünyaları keşfediyorum. Bunu kendimi acındırmak filan için yazmadım, sadece online platformlarda bir şeyler yazmak ve insanları kırmak çok kolay olabiliyor, en azından ben o durumdan muaf tutulayım istedim, çünkü gereksiz ve anlamsız didişmeler artık çok ama çok yoruyor.)