Okuma Etkinliği - Kaplan! Kaplan! (Spoiler İçerir)

Affedin biraz heyecanlı bir cevap oldu. “Kaplan Kaplan” benim en sevdiğim bilimkurgu eseri. Dahası tüm türler içinde bir sıralama yapsam ilk 5’e de girer. O yüzden bu konuda biraz hassasım. Bu etkinlik benim için zor geçecek :blush:

Tabi. Nasıl isterseniz.

Etkinlik için yeniden okuyacağım. O zaman bol bol not alıp hepsinden ayrıntılı bahsedeceğim.

2 Beğeni

Est. Aslında aynı şeyi Azınlık Raporu için düşünüyorum. Muhteşem bir konusu veya kurgusu yok belki ama yazıldığı dönem itibariyle bence muhteşem bir iş çıkarmış PKD.

Bence bu uyarı iyi oldu. Sonraki yorumcular eminim bu durumu göz önünde bulunduracaklardır. :slight_smile:

Teşekkürler.

1 Beğeni

İlk kez (kaç yıl evvel bilmiyorum, 10 yıla yaklaştı sanırım) okuduğumda hayran olmuştum. Daha iyisi yazılamaz diye düşünmüştüm. Şimdi yeniden başka bir çeviriden, başka bir baskıdan okuyorum ve hayranlığım daha da arttı. Unuttuğum onca olay, karakter beni yeniden şaşkınlığa uğrattı.

Yarısındayım. 150 sayfada neler neler oldu. Gereksiz hiçbir ifade olmadan, sadece hikayeye odaklanan kitaplar okumayı ne çok özlemişim.


Güncelleme 1:

“halen daha, halen daha, halen daha, halen daha, halen daha”

Onlarca çeviri hatasını sineye çektim ama bu yanlış Türkçeye katlanmak çok zor.

Altıkırkbeş çevirisi çok daha iyiydi. (Bir gün böyle bir şey diyeceğime inanmazdım.)


Güncelleme 2:
İthaki (Barış Tanyeri):

“Hızlı olmalıyız,” diye mırıldandı Foyle. “Mermiler ve dini isyan arasında tüm dünya ve onun eşi jauntlayıp etrafı gezecek, sorular soracaklardır.” Sustu. Merdivenlerin başındaki bir kapıdan düşük bir miyavlama sesi geliyordu. Foyle havayı kokladı.

Allah aşkına yukarıdaki alıntıdan ne anladınız?

Peki. Özgün metne bakalım:

“Have to work fast,” Foyle muttered. “Between the shots and the religion riot, the world and his wife’ll be jaunting around asking questions -” He broke off. A low mewling sound came from a door at the head of the stairs. Foyle sniffed.

Şimdi de Altıkırkbeş çevirisine (Serap Şenkul Tezcan):

“Hızlı çalışmamız gerek,” diye mırıldandı Foyle. "Silah sesleri ve bu dini kargaşadan sonra dünya âlem buraya jaunte’lemeye başlayacaktır " Birden sustu. Merdivenlerin başındaki bir odadan kısık bir inleme sesi geliyordu. Foyle çevreyi kokladı.

Hadi “miyavlama” saçmalığını göz ardı edelim, “the world and his wife” ifadesi sana garip gelmedi mi çevirmen, editör veya düzeltmen kardeşim?

Basit bir google araştırmasıyla bunun bir deyim olduğunu ve “çok fazla insan” anlamına geldiğini bulabilirdiniz.

Yahu bunun İngilizce bilgisi eksikliği ile ilgisi yok, ortaya çıkan Türkçe metindeki garipliğin farkında değil misin ey İthaki?

Çeviri hataları artık okumayı zorlaştıracak seviyeye geldi. Arada özgün metne ve Serap Şenkul Tezcan çevirisine bakarak kitabı okuyabiliyorum.

6 Beğeni

Alfred Bester’in Yıkıma Giden Adam kitabını 6:45 yayınları ilk olarak 2000 yılında basmış ve bende hemen alıp okumuştum. Okuduğum en iyi bilimkurgu kitapları arasındadır.

Kaplan! Kaplan! kitabını ise bir türlü edinip okuma fırsatı bulamamıştım.

İthaki Bilimkurgu Klasikleri içerisinde her iki kitaba da yer verdiğinde, hemen yeni baskıları aldım ama okumak için başkaca seçenekleri tercih etmem hep ertelememe sebep oldu.

Etkinlik için teşekkür ederim. @isos81

20 yıl gecikme ile bu muhteşem kitabı okumuş olduğum için kendime ne kadar kızsam az.

Alfred Bester’in ellili yıllarda yazdığı bu kitapları, şimdi okuyup bu kadar beğeniyorsak birde o yıllarda okuduğumuzda nasıl bir haz alırdık düşünmeden edemiyorum.

Genelde kitapları okurken kurguyu aşağı yukarı tahmin edersiniz. Küçük sürprizler olur ama ana izlek gözünüzün önündedir. Bu kitap öyle değil en azından benim için değildi.

Bester olay örgüsü içinde her bir adımda yeni bir fikir ile çıkıyor karşınıza daha jauntlamayı sindiremeden telepatların varlığını öğreniyorsunuz.

Şirketlerin klanlaşması, kast sistemi, kadının toplumsal yeri, zenginliğin biçimi değişen özü değişmeyen gösterişçiliği, dış uydular-iç gezegenler savaşı, uzay kabilesi, çılgın doktorlar, tarikatlar, süper askerler, fedakârlar, kötüler, iyiler, iyi-kötüler ve daha nicesi ile bir intikam peşinde ilerledikçe, öğrendikçe değişen bir adam Gully Foyle.

Muhteşem bir kurguya sahip kitap, işlediği konular ve karakterlere yazacağı yan öykülerle rahatlıkla bir seriye de dönüştürebilirmiş. Kötü kahramanımız Gully Foyle ile birlikte diğer karakterler de ustaca kurgulanmış. Kurguya katkısı olmayan hiçbir karaktere kitapta yer vermemiş yazar.

İlk sayfadan kitabın sonuna kadar neredeyse hiç bitmeyen bir aksiyon sunuyor okura.

Bilimkurgu kitaplarında ya da filmlerinde işlenmiş konuların çoğuna Cyberpunk’ın atası Bester ilham vermiş desem biraz abartı olur ama yerinde de olur sanırım.

Kitapta sevmediğim tek şey kurtarılması gereken kadınlarla ilgili romantik hülyalar ama dönemin yazarları için bu sanırım alelade bir şey. Ki kitap biraz uzasa ve seriye dönüşse bu romantik ilişkilerin gelişimi işlense bunlar da sırıtmazdı.


“Hepimiz buyuz. Özgür iradeden söz edip duruyoruz ama tepkiden başka bir şey değiliz …belirli kalıplarda mekanik tepki. Peki öyleyse… işte buradayım, burada, tepki vermeyi bekliyorum. Düğmelere basın, zıplayayım.”

“ Ama ben bir robot değilim. Ben evrenin garip bir hilkat garibesiyim …düşünen bir hayvanım . . . ve bu bataklıktan nasıl çıkacağımı bulmaya çalışıyorum.”

“Yaşam ve ölümü, yaşayan ve ölen insanlara geri verdim. Sıradan insanlar, bizim gibi hırslı ve tutkulu adamlar … dünyayı önlerine katıp kamçılamaktan kendilerini alıkoyamayan kaplan adamlar tarafından yeterince kırbaçlanıp güdüldü.”

“Biz, herhangi birimiz, kim oluyoruz ki dünya için bir karar verelim? Bırakalım dünya kendi kararlarını versin. Biz kim oluyoruz ki dünyadan sır saklıyoruz? Bırakalım dünya öğrensin ve kendi adına karar versin.”

“Domuz gibi çürüyorsunuz alayınız. İçinizde çoğu var ama azını kullanıyorsunuz. İçinizde milyon var ama kuruş harcıyorsunuz. İçinizde deha var ve deli deli şeyler düşünüyorsunuz. Kalbiniz var ama boş hislerle dolusunuz. Hepiniz. Alayınız…”

“Bir insan öncelikle toplumun bir üyesi, sonra da bir bireydir.”

“Toplumun yapısını, bozan biri kanserdir. Kendi kararlarını toplumdan önce tutan biri suçludur.”


Kitabı hem ithaki hem de 6:45 çevirisinden birlikte okudum. İki çevirinin temel aldığı edisyonlar birbirinden farklıymış; kurgu birebir aynı olmakla birlikte Alfred Bester bazı cümle eklemeleri, çıkarmaları ve değişiklikleri yapmış. 6:45 baskısının yayına hazırlayanı dipnotlarda bu değişikliklere yer vermiş. Okuma bütünlüğüne etkisi olmayan değişiklikler olduğunu söyleyebilirim.

6:45 biraz daha iyi olmakla birlikte yer yer 6:45 yer yer ithaki çevirisinin iyi olduğunu düşünüyorum.

Birkaç not almıştım ama sadece birini paylaşayım; çevirisi çok sıkıntılıymış izlenimi vermeyelim yoktan yere. İthaki çevirisinde “teğmen vali” diye bir ifade var “vali yardımcısı” demek kelime kelime çevrilmiş hatalı olmuş. Buna benzer bir iki örnek daha var ama okuma bütünlüğü açısından önemli değil İki çeviri de rahatlıkla okunabilir.

6 Beğeni

Maalesef ben de birkaç tane çeviri hatası yazmıştım Çeviri Sorunları konusuna. Üstelik çoğu Türkçe okunarak fark edilebilecek hatalardı.

Katılım için ben teşekkür ederim.

2 Beğeni

@ElijahBaley 'nin güzel yazısı üzerine ne ekleyebilirim bilmiyorum ama bu yeni okumayla kitaba dair bitmeyen heyecanım ve saygım arttı.

Madem “spoiler free”, ben Bester’ın onca konuyu, kavramı, olayı, karakteri bu kısacık romana nasıl israf edercesine sığdırdığından bahsedeyim:

Jumper filmini izlemişsinizdir:

Teleportasyonun güzel işlendiği bir filmdi. "Kaplan! Kaplan!"da bu mesele tüm topluma yayılıyor, toplumun neredeyse tamamı kendini bir yerden bir yere saniyeler içinde taşırsa sosyal ve ekonomik hayat neye dönüşür onu anlatıyor. Hatta bir cümlede bunun cinsel hayatı etkileyebileceği bile sezdiriliyor.

Dahası romanın başkişisi Foyle’un öyle bir ışınlanma yetisi var ki insanın aklı almıyor. Yani Bester önce bu özelliği toplumun çoğuna veriyor, ardından sadece Foyle’a üstün nitelikler ekliyor.

Işınlanamayan küçük bir kesim var ve onlar pek saygı görmüyor, ışınlanmanın hiçbir önem arzetmediği işlerde yok pahasına çalıştırılıyorlar.

Işınlanmayı sıradan insanlar yapabildiği için zenginler ışınlanarak seyahat etmeyi reddediyor. Bisiklet kullanmak bile bir zenginlik göstergesi.


Mad Max (eski ve yeni, biliyoruz) kısmen teknolojik kısmen ilkel bir toplumu anlatıyor:

Bester, "Kaplan Kaplan"da Bilimsel Halk adında bir toplum yaratmış. Bir asteroid üzerinde mahsur kalan birkaç bilim insanı o asteroid üzerinde nesiller boyunca çoğalıyor. Birkaç nesil sonra ortaya yarı bilimsel yarı ilkel garip bir halk çıkıyor. Bu halk uzayda başıboş dolanan gemileri alıp asteroidin üzerine yapıştırıyorlar ve onların içinde yaşıyorlar. Üzeri uzay gemileri ile kaplı bir asteroid hayal edin!


Mr_Muscle_2017

Markalaşma o kadar mühim hale gelmiş ki her alanda sadece bir marka var ve onların patronları markanın ismi ile anılıyor. Presteign şirketinin sahibinin adı Presteign. İsminin başına “bay” bile getirilmesini istemiyor. Her biri bir Yunan tanrısı gibi. Presteign şirketinin satış bölümleri müdürleri şirketin yüzü olan adama ameliyatla benzetiliyor. Herbiri gerçek anlamda marka yüzü oluyor.


Beden deformasyonu ya da genetik müdahale. Dr. Harley Baker bir nevi Dr. Frankenstein ya da Dr. Moreau gibi laboratuvarında ucubeler yaratıyor.

Yakın zaman filmlerinden “Upgrade” izlemişsinizdir:

Foyle bedenine öyle bir şey yaptırıyor ki dişinin üzerindeki bir tuşla olağanüstü bir hıza ulaşabiliyor.


Roman Kişileri:

Gulliver “Gully” Foyle:
Tutku dolu, yaşam dolu, ilkel, güdüleriyle hareket eden bir hayvan. Çok güçlü, çok yetenekli. Aklınıza ışınlanma yetilerine sahip bir Joker getirebilirsiniz. Zaten romanın büyük bir bölümünde tam bir palyaço ve eğlence adamı gibi davranıyor. Ne aşk, ne inanç, ne şeref… Hiçbir şey umrunda değil. Eğer alacak bir intikamı olmasa muhtemelen bu özelliklerinin hiçbiri ortaya çıkmayacaktı.

Olivia Presteign:
Bir albino. Güzeller güzeli. Gözleri görmüyor ama kızılötesi ışınları ve bazı radyo dalgalarını görebiliyor. Entelektüel birikimi ve soğuk haliyle aslında Foyle’un karşıtı. O yüzden birbirlerine tutku duyuyorlar.

Robin Wednesbury: Tek yönlü bir telepat. Başkalarının düşüncelerini okuyamıyor ama kendi düşüncelerini bazen bilinçli bazen yanlışlıkla başkalarına yollayabiliyor. 24. Yüzyılda onun becerileri hiçbir işe yaramıyor. Hüzünlü bir kadın. İntiharın eşiğinde. Foyle herkes tarafından yok sayılan bu kadını da kendi çıkarları için kullanıyor. Robin öyle iyi bir insan ki Foyle’u ölümden döndüren de o oluyor.

Saul Dagenham: Bir kaza sonucu radyoktif bir yapıya bürünmüş iş-bitirici. Onunla aynı odada çok uzun süre kalmamalısınız. Kurukafaya benzer bir yüzü vardır. Radyoaktivite yayan bir Ghost Rider hayal edin.

Sigurd Magsman: 70 yaşında buruşuk bir çocuk. Hisleri, davranışları da çocuk gibi. Ama o tam bir telepat. Başkalarını okuyabilir ve onlara istediği hissi ve mesajı yollayabilir. O muhteşem anime "Akira"daki Takashi karakterini hayal edebilirsiniz.

Anlatacak o kadar çok şey var ki kendimi durduramıyorum. Sonra devam ederim. :slight_smile:

8 Beğeni

Siz böyle yazınca kitaba verdiğim puanı yükseltesim geliyor. :slight_smile:

2 Beğeni

Biraz çeviriden bahsetmek istiyorum. İthaki Yayınları, Barış Tanyeri çevirisini beğendim. Barış beyin ellerine sağlık. İyi bir düzelti görseydi kitap, ufak tefek çeviri hatalarından kurtulabilirdi.

Genel itibariyle akıcı yetkin bir çeviri. Kullanılan kenar mahalle dilinin bazı karşılıklarını sevmedim:

“You listen a me, lousy gods.”
“Dinleyin lan beni keraneci Tanrılar.” (s. 29)

What the hell’s got into you now? Why’re you dummying up again?
Ne oldu lan şimdi sana? Neden yine mala bağladın?

“Guesses for grabs,” he answered. “Always like that, him. Show old clothes and he twitch. Man!”
“For why, already?”
“For why? Crazy, is all.”

“Bilen yok bizim burada,” dedi. “Hep öyleydi o eleman. Eski kıyafet gösterince tribe giriyor. Oğlum lan!"
“Neden lan öyle iş mi olur?”
“Neden mi? Deli işte bildiğin.”


Kimi hatalar:

It contained a gold organ with robot organist by Tiffany,…
İçinde altın bir organ, Tiffany’nin yaptığı robot bir organ virtüözü

Ben mi yanlış biliyorum? Bu bildiğimiz “org” değil mi? Ne "organ"ı?


“I’m afraid if I let you take one credit, that could make the difference between ‘Vorga’ and I.”
“Me.” He waited. “Well?”

“Sana bir kredi versem bile Vorga’yla aramızdaki farkı o tek bir kredi yaratacak diye korkuyorum.”
“Benim aramdaki.” Bekledi. “Ee?”

Burada Foyle sokak ağzını düzeltmeye çalışıyor. “Vorga and I” derken “I” değil “me” kullanması gerektiğini fark ediyor ve hemen düzeltiyor. Çeviride bu çaba yok oluyor. Çünkü düzeltmeden önceki hali de Türkçede anlamlı. Şöyle olabilirdi:

“Sana bir kredi versem bile Vorga ve ben arasındaki farkı o tek bir kredi yaratacak diye korkuyorum.”
“Benim aramdaki.” Bekledi. “Ee?”



“Have to work fast,” Foyle muttered. "Between the shots and the religion riot, the world and his wife’ll be jaunting around asking questions…” He broke off.

“Hızlı olmalıyız,” diye mırıldandı Foyle. “Mermiler ve dini isyan arasında tüm dünya ve onun eşi jauntlayıp etrafı gezecek, sorular soracaktır.” Sustu.

Size de garip geldi, değil mi? Zaten bir okur olarak çeviri hatalarını “yav şu kitabı didik didik edeyim de çeviri hatalarını bulayım” diyerek bulmuyorum. Türkçesini okurken bana garip gelen ifadeleri özgün metinden bakıyorum. Belki de okuduğumuz ve çevirisi iyi dediğimiz bir çok kitapta onlarca hata var ama erek metindeki garip ifadeler törpülendiği için hiç fark etmiyoruz. Aslında bu açıdan İthaki’ye minnettar olmalıyız.

Sadede geleyim: “the world and his wife” bir deyim, anlamı “cümbür cemaat / cümle alem”
Basit bir google aramasıyla anlamı bulunabilirdi. Beğenmediğimiz 6.45 baskısında bu cümle doğru çevrilmişti. O baskı çıktığında (2000) internet kullanımı bu kadar yaygın değildi. 6.45 baskısı çevirmeni Serap Şenkul Tezcan’ı saygıyla analım:

“Silah sesleri ve bu dini kargaşadan sonra dünya âlem buraya jaunte’lemeye başlayacaktır.”


AT THE COSTUME BALL in Shanghai, Fourmyle of Ceres electrified society by appearing as Death in Dürer’s “Death and the Maiden” with a dazzling blonde creature clad in transparent veils.

Şangay’daki maskeli baloda Ceresli Fourmyle, Dürer’in Death and the Maiden’ tablosundaki Ölüm gibi, şeffaf peçelerle kaplı baş döndürücü, sarışın bir yaratık olarak katılarak sosyeteyi büyüledi.

Nasıl büyüledi? Sarışın bir yaratık olarak katılarak mı? O sarışın, Ceresli Fourmyle’ın yanındaki hanım olmasın? Şöyle olmalıydı (6.45 çevirisinden alıntılıyorum):

Ceres’li Fourmyle, Şangay’daki Kostümlü Balo’da Durer’in 'Ölüm ve Bakire’sindeki Ölüm kılığına bürünmüş ve yanında şeffaf örtüler içindeki göz kamaştırıcı sarışın bir yaratıkla birlikte ortaya çıktığında sosyeteyi dehşete düşürdü.



Like the original Mont St. Michele on the French coast, Mars St. Michele was a majestic Gothic cathedral of spires and buttresses looming on a hill and yearning toward the sky.

Fransız kıyısındaki orijinal Mont St. Michel gibi Mars St. Michel de bir tepenin üzerinde bulunan ve burnunda şehir tüten, kule ve sütunları olan haşmetli bir Gotik katedraldi.

Açıkçası “şehir” nereden çıktı bilmiyorum. “Burnunda şehir tütmek” ne demek hiç bilmiyorum. 6.45 (Serap Şenkul Tezcan):

Fransa kıyılarındaki asıl Mont St. Michele gibi, Mars St. Michele de bir tepenin üzerinde hayal meyal görülen ve gökyüzüne doğru uzanan sivri kuleler ve desteklerden oluşan muazzam bir gotik katedraldi.

Hadi “yearning toward the sky” ifadesini illa çevirmek istedin diyelim. Onlarca karşılık içinden “burnunda tütmek” neden? “Gökyüzüne özlemle uzanan” desek güzel olmaz mı?


Kitabın can alıcı kısımlarından biriyle bitiriyorum yazıyı. Bakalım nasıl çevrilmiş, tercihi size bırakıyorum:

Özgün metin:

“You pigs, you. You goof like pigs, is all. You got the most in you, and you use the least. You hear me, you? Got a million in you and spend pennies. Got a genius in you and think crazies. Got a heart in you and feel empties. Alla you. Every you…”

He was jeered. He continued with the hysterical passion of the possessed.

“Take a war to make you spend. Take a jam to make you think. Take a challenge to make you great. Rest of the time you sit around lazy, you. Pigs, you! All right, God damn you! I challenge you, me. Die or live and be great. Bow yourselves to Christ gone or come and find me, Gully Foyle, and I make you men. I make you great. I give you the stars.”

6. 45 (Serap Şenkul Tezcan):

"Sizi domuzlar, sizi. Domuzlar gibi çürüyosunuz. İçinizde en çoğu var, en azını kullanıyorsunuz. Beni duyuyo musunuz, ha? İçinizde milyon var, kuruşlar harcıyosunuz. İçinizde bir dahi var, deliliği düşünüyosunuz. İçinizde bir kalp var, boşluklar hissediyosunuz. Hepiniz. Her bir, hepiniz… "

Alay sesleri yükseldi. Saplantılı insanların isterikli tutkusuyla devam etti.

“Harcamanız için savaş gerek. Düşünmeniz için engel gerek. Büyümeniz için bi meydan okuma gerek. Kalan zamanda yerinizde sayıyosunuz. Domuzlar sizi! Tamam ya, Allah sizi kahretsin! Ben size meydan okuyom, ben. Ölün ya da yaşayıp büyük olun. Kendinizi havaya uçurup nalları dikin ya da bana gelin, sizi heybetli yapayım. Ölün sizi kahrolasılar, ya da gelip beni, Gully Foyle’u bulun ve sizi büyük yapayım. Size yıldızları vereyim. Sizi adam edeyim!”

İthaki (Barış Tanyeri):

“Lan domuzlar lan. Domuz gibi çürüyorsunuz alayınız. İçinizde çoğu var ama azını kullanıyorsunuz. İçinizde milyon var ama kuruş harcıyorsunuz. İçinizde deha var ve deli deli şeyler düşünüyorsunuz. Kalbiniz var ama boş hislerle dolusunuz. Hepiniz. Alayınız…”

Yuhalandı. Bir şey tarafından ele geçirilmiş birinin isterik tutkusuyla devam etti.

“Size harcatmak için savaş olması gerek. Düşünmeniz için sıkışmanız lazım. Büyük olmanız için meydan okumayla yüzleşmeniz lazım. Yoksa tüm gün kıçınızın üstünde oturun. Lan domuzlar lan! Pekâlâ, Tanrı da sizi kahretsin! Size meydan okuyorum lan ben. Ölün ya da yaşayın ve büyük olun. Ya kendinizi patlatıp merhum İsa’nın ardından gidin ya da beni bulun, Gully Foyle’u bulun ve ben sizi insan yapayım. Sizi büyük yapayım. Size yıldızları vereyim."

11 Beğeni

Kitaptaki en sevdiğim serzeniş, hatta okuduğum tüm romanlar içinde beni en çok etkileyen fırçalardan birisi. Sadece Foyle’un amansız öfkesini ve hırçın tabiatını gözler önüne serdiği için değil, aynı zamanda Alfred Bester’in üslubundaki yaratıcılık yüzünden de.

Örnek 1: “You hear me, you?”
Örnek 2: “All a you. Every you…”
Örnek 3: “I challenge you, me.

Bilmiyorum, siz ne düşünüyorsunuz, ama üstteki kelime oyunlarını her okuyuşumda tüylerim diken diken oluyor. Alfred Bester alışılmış kalıpların dışında yazmak konusunda ne kadar benzersiz bir yazarmış…

Hocam, mesela ilk cümleyi ele alalım: You pigs, you.

Barış Tanyeri, Lan domuzlar lan, diye çevirmiş. Hiç uyuyor mu, allah aşkına?
Öte yandan, Serap Ş. Tezcan: Sizi domuzlar, sizi. Fıstık gibi, tam tamına doğru bir çeviri.

Diğer bir örnek: You hear me, you?
Barış Tanyeri bunu çevirmemiş bile. Serap Ş. Tezcan’nın “Beni duyuyo musunuz, ha?” çevirisi yine başarılı.

Son örnek: Blow yourselves to Christ gone or come and find me, Gully Foyle, and I make you men.
Barış Tanyeri: Ya kendinizi patlatıp merhum İsa’nın ardından gidin ya da beni bulun, Gully Foyle’u bulun ve ben sizi insan yapayım.

Gene olmamış. “Sizi insan yapayım” ??

Bu arada, kitabı Dedalus DeepL’e çevirtip yayımlamış olsaydı şu saçmalıkları okuyor olacaktık :smiley::

“Sizi domuzlar sizi. Domuzlar gibi kızışıyorsunuz, hepsi bu. İçinizde çok şey var ama en azını kullanıyorsunuz. Beni duyuyor musunuz? İçinde bir milyon var ve kuruşları harcıyorsun. İçinizde bir deha var ve çılgınca düşünüyorsunuz. İçinde bir kalp var ve boş hissediyorsun. Hepsi bir sen. Her sen…

Harcamanız için bir savaş alın. Düşünmeniz için bir reçel alın. Sizi harika yapmak için bir meydan okuma alın. Geri kalan zamanda tembel tembel oturursunuz. Domuzlar, sizi! Pekala, Allah belanızı versin! Sana meydan okuyorum. Ya olun ya da yaşayın ve büyük olun. Ya ölün ya da gelip beni bulun, Gully Foyle, sizi adam edeyim. Sizi büyük yaparım. Size yıldızları veriyorum.”

Yalnız sondan bir önceki cümlede DeepL’nin “sizi adam edeyim” çevirisine dikkat. Hem İthaki’nin hem 6:45’in "sizi insan yapayım / sizi büyük yapayım"ından kat be kat daha iyi. :smiley:

7 Beğeni