Ben bu kitabı çok önce (on beş sene kadar…) okumuştum. Başlığı görünce tekrar göz gezdirdim.
Genel olarak Vonnegut, özel olarak kitap için benzer şeyler söylenebilir. Post-modernisttirler, bilimkurgu olup olmadıkları tartışılmıştır, adamın yazar olup olmadığı da tartışılmıştır. Altmışlarda işi daha zordu tabii ki, bilimkurgunun hor görüldüğü bir dünyada “bilimkurgucu bu ya” diye bakıldı adama. Ben bu etiketi istemiyorum demişti zamanında… Son yirmi belki otuz senedir bilimkurgu daha kabul edilir bir yere geldi edebiyat dünyasında. Bu seferde “bilimkurgu mu bu ya” diye burun kıvırılıyor zavallıma 
Beni kitapta en çok etkileyen şey okuduğum versiyondaki giriş yazısı ve kitabın alt başlığı idi: “Çocukların Haçlı Seferi” Kitabı yazarken danışmak için gittiği asker arkadaşının karısından yediği azarla bu isme varıyor. Arkadaşının karısı savaşı mı öveceksin diye bir güzel azar çektikten sonra, sadece bir kaç cocuktunuz diyor. Vonnegut’un savaş hakkında yazdıkları hep bu çizgide. Bilmedikleri bir şeye kandırılarak götürülen çocuklar…
Adam kendine ahlaki kural olarak savaşa her haliyle karşı çıkmayı benimsiyor. İkinci dünya savaşından çıkmış bir Amerika’da yapıyor bunu. Nazilere karşı savaşa bile karşı olacağım diyerek yapıyor. Çünkü ben oradaydım ve siz hiç bir şey bilmiyorsunuz. Naziler dünyada herkesin mutlak kötü olduğunu kabul ettiği bir grup. Düşünün, Nazilerden bahseden bilimsel çalışmalar bile, dönemin sosyal koşulları falan diyerek bu grubu anlaşılabilir kılmaz.
Ve bu durum çok büyük eleştirilere sebep olmuş. Vonnegut’un Soykırım inkarcıları ile aynı safta olduğu suçlamaları yapılmış zamanında. Mezbaha 5’teki Dresden’de öldürülen insanlar hakkında verdiği sayılar mesela, muhtemelen Goebbels’ten alınmış deniyor. Genel olarak, tarafların ötesine geçip de olgulara karşı çıkılması pek hoş karşılanmayan bir şey.
Vonnegut’un yazı stili ve post-modernizmi de buraya oturuyor. Aslında dalga geçiyor. Ya da yazarken deliriyor demek lazım belki de. Kendisi de Dresden’deydi çünkü ve bu kitap bir nevi Dresden’de başına gelenleri anlayabilme çabası. Bunu da ancak olayları tamamen alt üst ederek, gerçekliği ve hatta zamanı ortadan kaldırarak yapıyor. Tralfamadore felsefesinin temeli de ölüm karşısında bir çare bulmak değil mi zaten? Zamanı ilerleyen ve geri dönülemeyen bir şey olmaktan çıkarınca, ölüm de sadece bir an olup başka anlarda olmayan bir şey haline geliyor. Yani nihai olmaktan çıkıyor. Savaşın ve bombalanmanın travmasını yaşayan birisinin, savaş sonrası normalliğe alışamaması bu. Savaş bir an var ve başka anlarda yok. Etrafta görülen ölümler bir an var ve başka anlarda yok. Nihai değiller ve onlara takılı kalmadan yaşanabilir.
Tabii ki öyle olmuyor. Pilgrim kitap boyunca savaşa defalarca dönmek zorunda kalıyor. Savaşın yaşattığı travmalara defalarca dönen askerler gibi. Zamanla bağın çözülmesi her ne kadar travmadan kurtulmak için bir çözüm olarak sunulsa da, eski askeri tekrar tekrar o ana geri götürmekle sonuçlanıyor.
Bu kitabın bilimkurguluğu mevcut ve geçmiş bir olay hakkında konuşmak için yapılmış. Daha alışık olduğumuz gelecek öngörüleri, insanları uzaya taşımak gibi şeylerin alternatifi. Fantastik ve bilimkurgu edebiyatlarına yapılan en büyük eleştiri "kaçış edebiyatı"na bir cevap aslında. “Yüzleşme edebiyatı”.