Okuma Etkinliği - Saatleri Ayarlama Enstitüsü (Spoiler İçerir)

image

Merhaba arkadaşlar,

Mart ayı içerisinde Türk edebiyatının en önemli kitaplarından biri olduğunu düşündüğüm, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın yazdığı Saatleri Ayarlama Enstitüsü isimli kitabı okuyacağız. Bu kitabı siz de merak ediyorsanız kulübümüze katılabilirsiniz.

1 Beğeni

Etkinliğimiz başlamıştır. Herkese keyifli okumalar dilerim. :slight_smile:

Eğer okuduğumuz kitap bir seriye aitse, lütfen sadece o kitap ile ilgili yorum yazınız. Sonraki kitaplarla ilgili bilgi veya spoiler vermeyiniz. Okunan kitapla ilgili her şeyi konuşabilirsiniz.

Önemli not: Bu giriden sonraki giriler spoiler içerir.

Kitabı bitirdim. Tam anlamış sayılmam, çok sevmiş de sayılmam.

Başlarda dilinden dolayı çok zorlandım, sonrasında ya ben alıştım ya da dili kolaylaştı.
Kitabın Doğu ve Batı arasında kalmış toplumdan bahs edildiyini biliyordum. Hayri bey ve Mübarek doğuyu, eskiyi, Halit bey de modernleşme ve batıyı temsil ediyor anladığım kadarıyla. Batılaşma derken de toplum geçmişten kopamama, geleceğe inanmama durumlarıyla karşılaşıyor. Ama ikisi bir arada olursa bir birini tamamlar. Modernleşme için geçmişimizi bırakmamıza gerek yok. Zamana bırakmak lazım, zamanla ayaklaşmak lazım ama zaman sık sık duruyor, bir biriyle uymuyor. İnsanlar menfaatlerini korumaya o kadar alışmışlar ki gelecek için ellerini taşın altına koymuyorlar. Eh, benim anlayabildiğim bu kadar. Tabi toplumun bazı üyelerinin ikiyüzlülüğü olmazsa olmaz :slight_smile:
Baş karakteri sevmedim ve kitap boyunca onun beyninde olmak beni çok sıktı, hiç kimseyi beğenmiyor ama kendisinden haberi yok. Tabi temsil ettiği insanları da sevmiyorum. :slight_smile:
Pakize, baldızlar, kızı hepsi ayrı grupları sanki. Oğlunu sevdim ama, geçmişini aşa bilmiş, geleceği için çırpınan, herhalde yazarın da beklediği yetişmiş bir genç.
Genel olarak kitap çok sıkıcı geldi, zorla okudum, o yüzden de sevemedim. Konusu bana hitap etmiyor. Halit bey gibi insanlara olan umudu kaybetmiş biriyim, toplumun geleceği nasıl olacak hiç ilgimi çekmiyor. Ama kitabın neden sevildiğini çok iyi anlıyorum sanırım. Böyle eserlerin seneler sonra geçerliliğini yitirmiş olmaması da bir taraftan üzüyor.

3 Beğeni

Kitabın %33’üne geldim. Tam ay sonuna denk getiririm bitişini sanıyorum. Başlarda bir 50 sayfa kadar falan sıkıldığımı ve okumakta zorlandığımı söyleyebilirim. Sonrasında dil de sadeleşti, anlatılanlar da ilginçleşti. O noktadan sonra da keyifle okuduğumu söyleyebilirim. Bu ilginç dediğim kısımların ne düzeyde gerçekçi olarak dönemi yansıttığına dair kelimesi kelimesine bir kıyas yapacak kadar detaylı Tarih bilgim yok ancak benim için şimdiden günümüze dair bazı şeyleri anlatabilecek nitelikte çokça şey var.

2 Beğeni

Burayı hortlatayım. :smiley:

Ben maalesef kitabın yarısında pes etmek zorunda kaldım. :frowning: Hem derslerimden dolayı hem de Malazan adlı bir uyuşturucunun bağımlısı haline geldiğim için… Tedavi niyetine belki ileride tekrar elime alabilirim kitabı…

1 Beğeni

Hafifletici sebepler sayesinde affedildiniz. :slight_smile: Ben henüz başlamadım bile, sesli olarak denedim ama olmadı. Bir ara okuyacağım. Sesli kitaplar çok engelledi okuma düzenimi.

1 Beğeni

Anlaşılan çoğumuz başarısız olduk.:sweat_smile: Ben de 50 sayfa okuyabildim sadece. Ödevim olan Sofie’nin Dünyasını okumam gerekti

1 Beğeni

Ayın başlarında bitirdiğim için bu başlık aklımdan çıkmış. Yazılanlar bildirim olarak gelince fark ettim. Genel olarak biraz eski bir Türkçe kullanıldığı için ilk başlarda çok zorlandım. Ama sonrasında bir şekilde bitirebildim kitabı. Genel olarak güzel bir kitaptı. İnsanların modernlik başlığı altında ne gibi şeyler yapabileceğini, gelişmekte olan bir devletin ne gibi sorunlarla karşı karşıya kaldığı konularına güzel değinilmiş. Özetle her şey toplumsal zihniyette bitiyor sanırım :slight_smile: Onun dışında kendimi zorlayarak okumadım desem yalan olur. Gerçekten ağır bir kitaptı. Öyle ki bu kitap bittikten sonra kendimi fantastik eserlere bıraktım :slight_smile:

1 Beğeni

Kendi köklerimizden kopmadan yenilenmeyi savunan bir Türk aydını olarak Ahmet Hamdi Tanpınar, bu eserinde geçmişe sırt çevirerek Batı uygarlığını kopya etmeye çalışanlar ile -biraz daha kapalı olmakla birlikte- geçmişe saplananları eleştiriyor.

İlk bölümde Hayri İrdal’ın yakın çevresi üzerinden maddi dünyadan kopuk, ilmi hayatı durmuş bir Osmanlı toplumunu hicveder.

Dünya harbi ile birlikte İrdal ve onun nazarında Türk toplumunun ayakları geç de olsa yere basar.

İkinci bölümünde ise arada kalmış toplum ve aydınlar üzerinden, yeni güzellemelerini hicvederken Türk aydının arada kalmışlığını Dr. Ramiz ve “kıraathane” alegorisi ile başarıyla anlatır.

Üçüncü bölümde İrdal velinimeti Halit Ayarcı ile tanışır. Bu bölümde kurulan enstitü ile yeniyi temelsiz de olsa yaratmak ve yerleştirmek arzusunda ki Ayarcı üzerinden Cumhuriyet eleştirilir.

Son bölümde ise yeniye inanmış gibi görünen ancak sadece çıkarlarını düşünen ve bu çıkarı korumak için velinimetleri Halit Ayarcı’ya bile sırt çevirebilen enstitü çalışanlarının timsalinde bürokrasi ve aslında bu süreçte hiç değişmemiş olan toplum, efkarıumumiye hicvedilir.

Çıkar peşinde koşmak gibi bir gayesi olmayan, yeni birşey yaratma gayreti ve inanmışlığındaki eylemci Halit Ayarcı romanın sonunda çalışanlarının ihanetine uğrar ve aldanmışlığını itiraf ederek enstitüden uzaklaşır.

Yazar, Halit Ayarcı’nın yokluğunda enstitünün kapatılma noktasına gelmesini; toplumca destek görmemiş köksüz devrimlerin, o devrimleri sürdürecek kadroların yokluğunda yıkılmaya mahkum olduğunu göstermek için kullanmıştır.

İlk iki bölümü, Hayri İrdal ve yakın çevresi üzerinden kişi ve toplum tahlilerini çoklukla beğendim. Halit Ayarcı ile ilgili bölümlerde ise yazar hicve ağırlık verince tahliller biraz yavan kalmış.

Enstitü binasının bu kadar ayrıntılı betimlenmesini beklemiyordum. Zihnimde hiç canlandıramadım.


“Hürriyet aşkı, -haydi Halit Ayarcı’nın sevdiği kelime ile söyleyeyim, nasıl olsa beni artık ayıplayamaz, kendine ait bir lügati kullandığım için benimle alay edemez!- bir nevi snobizmden başka bir şey değildir. Hakikaten muhtaç olsaydık, hakikaten sevseydik, o sık sık gelişlerinden birinde adamakıllı yakalar, bir daha gözümüzün önünden, dizimizin dibinden ayırmazdık.”

“İnsanoğlu insanoğlununun cehennemidir. Bizi öldürecek belki yüzlerce hastalık, yüzlerce vaziyet vardır. Fakat başkasının yerini hiçbiri alamaz.”

“Orijinal ve yeni… Dikkat edin, yeni diyorum. En büyük harflerle yeni! Yeninin bulunduğu yerde başka meziyete lüzum yoktur.”

“Realist olmak hiç de hakikati olduğu gibi görmek değildir. Belki onunla en faydalı şekilde münasebetimizi tâyin etmektir. Hakikati görmüşsün ne çıkar? Kendi başına hiçbir mânası ve kıymeti olmayan bir yığın hüküm vermekten başka neye yarar? İstediğin kadar uzatabileceğin bir eksikler ve ihtiyaçlar listesinden başka ne yapabilirsin? Bir şey değiştirir mi bu? Bilâkis yolundan alıkor seni. Kötümser olursun, apışır kalırsın, ezilirsin. Hakikati olduğu gibi görmek… Yani bozguncu olmak… Evet bozgunculuk denen şey budur, bundan doğar. Siz kelimelerle zehirlenen adamsınız, onun için size eskisiniz, dedim. Yeni adamın realizmi başkadır. Elinde bulunan bu mal, bu nesne ile, onun bu vasıflarıyla ben ne yapabilirim? İşte sorulacak sual.”

“Bu asra birçok ad verilebilir. Fakat o her şeyden evvel bürokrasi asrıdır. Spingler’den Kayserling’e kadar bütün filozoflar bürokrasiden bahsederler. Ben hattâ derim ki, bürokrasinin asıl kemal çağı istiklâl devri bu devirdir. Bunu anlayan adam mühim adamdır. Ben mutlak bir müessese kuruyorum. Fonksiyonu kendisi tâyin edecek bir cihaz… Bundan mükemmel ne olabilir?”

“İş insanı temizliyor, güzelleştiriyor, kendisi yapıyor, etrafıyla arasında bir yığın münasebet kuruyordu. Fakat iş aynı zamanda insanı zaptediyordu. Ne kadar abes ve mânâsız olursa olsun bir işin mesuliyetini alan ve benimseyen adam, ister istemez onun dairesinden çıkmıyor, onun mahpusu oluyordu. İnsan kaderinin ve tarihin büyük sırrı burada idi.”

3 Beğeni