Sefiller
Monte Cristo Kontu
Philip K. Dick bütün kitapları, sayfa sayısı önemli değil bir günde bitiyor.
Şu an aklıma ilk gelenler Monte Cristo Kontu, Suç ve Ceza, 22/11/63 (Stephen King)
Tüm Jean-Christophe Grangé kitapları.
Bu adamın değeri sadece türkiye’de biliniyor sanırım.
Kitaplarının klasik polisiyenin çok ötesinde olması, içinde dehalık barındırmasına rağmen goodreads’de en çok oyu olan kitabı(kızıl nehirler, hayatımdan okuduğum en iyi birkaç kitaptan biri) 8bin oylanmış, üstelik filmi olmasına rağmen. Dan brown denen, oku at kitapları yazan adamı kitapları 3 milyon oylanmış.
Türkiyede yaşamasaydım tanımayacağım bu adam beni bu kadar etkilemişken, insan kim bilir neleri kaçırıyorum diye hayıflanmıyor değil…
Edit: Son 2 kitabının kötü olduğunu duyduğum için onları okumadım.
Lise yıllarımda Kimseye Söyleme (Harlan Coben)
Yetişkinlikte: Bitmeyecek Öykü
Lisede çok kitap okurdum üniversitede yeni ortam gezme tozma derken resmen 4 yıl kitap okumaya ara verdim. Ta ki üniversite son sınıftan mezun oldum bir hevesle Yüzüklerin Efendisi’ni elime alana kadar. Resmen elimden bırakamadım. Böylelikle tekrardan kitaplarla olan maceramda geri başlamış oldu.
Ortaokul, lise çağında ise Percy Jackson’la okumaya başlayıp elimden bırakamamıştım.
Edit: Cümlem yarım kalmış düzelttim.
Ölümcül Oyuncaklar 3 - Camlar Şehri
Lisedeyken İki gün boyunca sabahtan akşama kadar okuyup bitirmiştim. O tarihten sonra hiç buna yakın bir okuma maratonu yapamadım.
O yaşın verdiği heves ve Türk dizilerini yeni bıraktıktan sonra böyle fantastik bir dünyaya girmenin de fazlasıyla etkisi oldu.
Haha, bu şekilde okuduğum baya kitap oldu benim de. Bir kaç tane anekdotla paylaşayım:
-
5’inci sınıf bittiğinde sınıf öğretmenim Harry Potter 5. kitabı hediye etmişti. O gün boyu okuyup, gece de hiç uyumayıp ertesi gün bitirmiştim.
-
Lisedeyken kaldığım yurtta kitap okumak yasaktı. Benzer kafadan arkadaşlarla paralarımızı havuz yapar, sahaflardan kitap toplar dönüşümlü olarak gizli gizli okurduk. Okurken yakalanırsak kitaba el koyarlardı, tekrar alırdık. Benim yatağım can kenarındaydı, karşı binanın bir camından sokak lambası yansırdı. Ben de geceleri orda okurdum yakalatma riski olmasın diye haha. Brisingr, Savaş ve Barış, Videssos serisi, Percy Jacksonlar (o zamanlar Türkçe versiyonları yoktu bunların), LOTR/Silmarillion hep bu şekilde sabahlara kadar okuduğum kitaplardı.
-
Zaman Çarkı kitaplarını her fırsatta okuya okuya bitirmiştim. Baya derslere falan götürüp derslerde falan da okuyordum. 8. kitap başında 2 hafta ara vermeme rağmen seri 2 aydan kısa sürede bitmişti.
-
The Worm okurken durum daha da vahimdi, resmen sadece uyuyup Worm okuyordum o ara. 2 haftada bitirmiştim hepsini.
-
Malazan 8. kitabı okurken de baya dünyadan kopmuştum. Anlatmışımdır, yüksek lisans mülakatına giderken de bunu okuyordum, durağı kaçırıp 3. köprü inşaatına kadar gidip otostopla falan dönmeye çalışmıştım. Mülakata da haliyle baya gecikmiştim, red yememde o baya etkili oldu gibi hahah. No regrets!
Ben genellikle okuduğum çoğu kitabı elimden düşürmeden okurum ama şöyle bir liste yapsam. Hmm. Zaman çarkı ilk sırayı alıyor ben de. Özellikle çoğu kitabını tek günde bitirmiştim. Asoiafı her okuduğumda bir iki haftada bitiririm. Ben de anısı ve yeri büyük olduğundan sürekli eskilere giderim ve duygulanirim. Kral katili güncesini de dört beş günde bitirmiştim. Bir yandan bir şeyler yapıyordum ama diğer elimde de mutlaka kitap oluyordu. Ejderha Mızrağı’nin ikinci kitabını da tek günde bitirmiştim ve baya etkilemişti beni. Öyle yani İlk aklıma gelenler bunlar.
Ben de 5. kitabı sabahtan geceye 800 sayfa okumuş, sabah da kalanını bitirmiştim.
Diğer çok hızlı tükettiğim kitaplar da Drizzt 1-6 ve Belgariad idi.
Ben kitaptan çok kitap yasağına takıldım. O nasıl iş ya? Kitap okumak yasak!
Bu arada ben de HP 5.kitabını bir günde bitirenlerdenim. Zümrüdüanka Yoldaşlığı’nın bir tür bağlayıcı büyüsü olsa gerek. İki günde Sissoylu üçlemesini bitirmiştim. Şu an Yeni Bahar’ı okuyorum mesela, dört gündür elimde ve sayfa 46 kaldığım yer… Klasik hiç okumadım diyebilirim, sürekli “işte şimdi başlıyorum” deyip kendimi gazlıyor, on sayfa sonra rafa kaldırıyorum.
Bir solukta bitirdiğim kitabı/hikayeyi çok çabuk unutuyorum yalnız.
Zümrüdüanka Yoldaşlığında konsensus oluşmuş, tesadüf değil. Kitap o kadar dolu ki. Okul olayları ayrı, dış olaylar ayrı. O değil de lisedeki hızımı halen daha yakalayamadım. Lisede ilk teneffüste aldım ve bitirdiğimde akşam 6 civarıydı.
Kimsenin yazmamasına şaşırdığım Kral Katili güncesi kitapları oldu. Bilge Adamın Korkusu kitabı kişisel rekorumdur. Kitap geldi, yemek ve uyku haricinde ki uykudan da birazcık kıstırdı meret, 2 gün. Derslerde bile okudum. Hiçbir dersi dinlemeden okudum.
Melekler ve Şeytanlar ve Da Vinci Şifresi de elimden bırakamadığım kitaplardan diğerleri.
Buraya Kılıçların Fırtınası yazmamak da ayıp olur. Aşırı yoğun bir kitaptı. Bir de yazarın her bölüm sonunu clifhanger gibi bitirme olayı vardı. Ama böyle rahatsız eden cinsten değil. 1den 10’a çıkıyor sonra diğer karaktere geçiyor onu da 1den 10’a çıkartıyor herkes çıktı bu sefer dön başa 10ları 100 yap. Sırayla sırayla derken orkestra gibi kitaptı Kılıçların Fırtınası. Hugo ödülünü Ateş Kadehine kaybetmesini hiçbir zaman anlayamayacağım.
Ne mutlu bana ki okurken elimden bırakamadığım pek çok kitap oldu.
- Rubailer - Ömer Hayyam. Bir solukta defalarca okudum. Hâlâ arada bir okurum. Günümüzden bin yıl önce yalamış olan bu adamın kafa yapısı günümüzden bile bin yıl ileride.
- Tess - Thomas Hardy. Bana dramı sevdiren kitaptır diyebilirim.
- Tılsımlı Deri - Honore de Balzac. Balzac’ın sahne betimlemelerini okumak Van Gogh’un bir tablosunu seyretmeye benzer bir his uyandırıyor. Tılsımlı Deri’de ise buna sıra dışı bir konu eklenince tam bir ziyafete dönüşmüş. Aslında bu listeye Balzac’ın başka pek çok romanı eklenebilir.
- Anna Karenina - Lev Tolstoy. Okurken 19. yüzyıldaki Rus aristokrasisinin içine daldım onlar gibi yaşadım, hissettim. Tolstoy bir dönemin portresini çekmede büyük bir usta.
- Savaş ve Barış - Lev Tolstoy. Pek çok epik savaş filminin bende uyandırdığı duyduğu savaşlar hakkındaki kitaplar uyandıramamıştır ama Savaş ve Barış bir istisna. Napolyon’un Rusya seferinin Ruslarda uyandırdığı duyguları hissetmeyi başarıyor.
- Suç ve Ceza - F.M. Dostoyevski. Rusya’nın aynı dönemine ama farklı bir toplumsal tabakaya göz atan ve adalet kavramını sorgulayan muhteşem bir kitaptı. Aslında Rus klasiklerinden pek çok kitabı burada saymam lazım.
- Sefiller - Victor Hugo. 19. yüzyıl Fransa’sında toplumun en alt tabakasının yaşadığı şeyleri dramatik bir şekilde aktaran ve devrimci duygular uyandıran çarpıcı bir eserdi. Aynı şey Notre Dame de Paris için de söylenebilir.
- Durgun Don - Mihail Şolohov. Birinci Dünya Savaşı, Rus Devrimi ve Rusya İç Savaşını Don Kazaklarının gözünden anlatan bir kitap serisi.
- Demir Ökçe - Jack London. Yazarın başyapıtı. Toplumdaki sınıf ilişkilerinin ve gelecekte olacakların çarpıcı bir portresiydi ve okurken bu kadarı da olmaz diyerek hayret etmiş, kitabı elimden bırakamamıştım. Okuduktan sonra yıllar boyunca pek çok toplumsal olay bana bu kitabın aslında ne kadar gerçekçi olduğunu gösterdi.
- Bülbülü Öldürmek - Harper Lee. Bu aslında yalnızca ırkçılık üzerine bir kitap değil. Bülbülü Öldürmek adalet ve hukuk üzerine de bir başyapıt. Kitabın vermek istediği mesaj hakkında aslında ayrı bir başlık açıp uzun uzadıya tartışmamız gerek.
- Dune - Frank Herbert. Onu neyin bu kadar iyi yaptığını kısaca açıklamak mümkün değil. Üstüne ciltler dolusu ansiklopediler, tezler, kitaplar yazılabilir. Daha önce Rıhtım’da ben de bir inceleme yazmıştım. Buradan okuyabilirsiniz.
- Üç Cisim Problemi - Cixin Liu. Karanlık Orman hipotezi ile tanışmamı sağlayan, katı bilimkurgunun çok iyi bir örneği. Onun hakkında da daha önce Rıhtım’da yazmıştım. Buradan okuyabilirsiniz.
- Yüzüklerin Efendisi - J.R.R. Tolkien. Anlatmaya gerek var mı?
- Harry Potter - J.K. Rowling sanırım bunu da anlatmaya gerek yok.
- Acımak - Reşat Nuri Güntekin. Çalıkuşu’nın gölgesinde kalmış olsalar da bence Reşat Nuri’nin başka pek çok kaliteli eseri var. Acımak da bunların başında geliyor.
- Kürk Mantolu Madonna - Sabahattin Ali. Son yıllardaki popülaritesinden ve benim popüler olana mesafeli oluşumdan dolayı önyargılı olduğum bir kitaptı. Bu nedenle uzun süre uzak durmuş en sonunda okuduğumda gördüğü ilgiyi sonuna kadar hak ettiğini anlamıştım.
- Solaris - Stanislaw Lem. Hayalcününün sınırlarını zorlayan bir eser. Daha önce Rıhtım’da hakkında yazmıştım. Ama ağır spoiler içerir.
- Robot, İmparatorluk ve Vakıf serileri - Isaac Asimov. Uzun süre içinde kaybolduğum ve hiç içinden çıkmak istemediğim bir külliyat.
Daha bir sürü var ama şu an aklıma gelenler bunlar.
Seriyi ben de elimden düşürememiştim.
Trisolarianların Sophon’u geliştirme serüvenlerini ve sabotaj amaçlı kullanma taktiklerini okurken aldığım hazzı tarif edemem. Bir protonu bilindik 3. boyutlarının ötesindeki ekstra boyutlara devasa bir çarşaf gibi açmaları, bu yüksek boyutta çarşafa devasa bir kuantum bilgisayarı nükleer kuvvet kullanarak işlemeleri, sonrasında bilgisayarı tekrar düşük boyutlu protona katlayarak atomaltı parçacığımızı ışık hızına yakın bir hızda Dünya’ya göndermeleri.
Ve elbette sophon’u kullanarak Dünya’daki tüm parçacık hızlandırıcıları sabote etmeleri, Dünya’daki teorik fiziğin gelişmesini effektiv olarak yüz yıllarca imkânsiz hâle getirmeleri.
Droplet’in aynı şekilde nükleer kuvvetle yaratılmış bir silah olması ve insanlığın fosuruk elektromanyetik kuvvete dayalı saldırılarından çizik bile almadan çalışması…
Of, ne fikirler vardı o kitapta. Tabii ki kara orman konsepti ve Fermi Paradoksu’na getirdiği (fikir orijinal olmasa da; 1995’de yayımlanan The Killing Star adlı Charles Pellegrini romanındaki evrende aynı katı hayatta kalma kuralları geçerli; ama oradaki evren ÜCP’indekinden daha da acımasız.) ölümcül bakış açısı…