Olan bitenler

Gökyüzü mavi tonlarını griye bırakırken dünyanın semalarını işgal etmek için birbirleriyle yarışan bulutlardan korkunç gürlemeler hanın dolu salonunda bir anlığına sessizliğe yol açtı. O gün orada olanların hepsi sanki göğün bu renge bulanacağını biliyorlarmış ve ona saygı duymak gerekiyormuşçasına gri giyinmişler masalarında oturuyorlardı. Herkes aynı giyinmiş olmasına rağmen tek biri bile kendi masası dışındakiler dışında kimse ile konuşmuyordu. Birbirlerine gördüklerinden bile emin değildi hana yeni giren adam. Kapı arkasından gürleyerek kapanırken insanlar ne ona ne de içeri giren havanın körüklediği şömineden çıkan küllere baktılar. Adam taş zeminde adımlarını atarken kambur sırtından çatırtılar geliyor ve sağ ayakkabısının baş parmağının olduğu yerdeki delikten fırlamış parmağın anormal derecede uzun olan tırnağı siyah mermerde ıslık çalıyordu. Adam yürümeyi tavandan aşağı sallanan kristal küpenin (yapıların düzenlemesi sırasında binanın ortasını bildiren cisim) altına gelene kadar sürdürdü. Sessizlik tekrar salona çökerken başlar aynı anda adama doğru döndü. Hepsi gözlerinde kuşku ve korku belirtileri göstererek bir ağızdan, “Sizi bekledik tesellimiz. Acizlikle yol göstermenizi bekledik,” dediler. Hepsi aynı anda yerlere kadar eğilip beklediler. Han kapısının yanındaki masada bulunan bir adam hariç. Adam kapı hizasında yürüdü ve kol yenlerinde görünen küçük değneğe benzer işlemeyi kavrayarak gerçeğe bürüdü. Bir an sonra kendi boyunun yarısı kadar bir değneğe dayanmış duruyordu. Gözleri keskinlikle ışıldıyordu. Dipsiz gri gözler. Burada bulunan her şey griye karşı bir ilgi besliyor gibiydi. Adamın saçları arkaya doğru yatırılmıştı ve sakal boyu yeni kısaltılmış gibiydi. Üstünde cübbe benzeri bir giysi vardı fakat cübbe olamayacak kadar dar görünüyordu. Ve rengi tuhaftır ki gri değil kirli beyazdı. Değneğe dayalı adam, “Kardeşim. Bana bir özür borçlusun,” dediğinde kambur sırtlı adam içtenlikle gülümsedi. Gülümsemesi kirli beyaz rengi gözlerine de dokundu. “Herkes herkese karşı bir özür borçludur kardeşim.” Sesi aynı anda hem kalın hem ince çıkıyordu. Değneğe dayalı olan, “Bugün havayı gördüğüm için şanssız sayılırsın. Bu insanlar sandığın kadar korumasız değiller,” dedi. Diğer kardeş tekrardan gülümsedi. “Onları sadece rahat ettiriyordum,” Ellerini hepsini kapsayacak şekilde savurdu. “Burada gördüklerinin hiç birisi masum değil. Yeterince zaman öldürdüler ve benim onları son bir yemeğe davet etmemi bile hak etmiyorlardı.” İlk cümlesinden itibaren baş sallayan kardeş, “Herkes sanıldığı kadar kötü olamaz kardeşim. Her ne kadar kötü olsalar da onlara ikinci şanslar verilmeli.” Kambur kardeş homurdanırken sözlerine devam etti. “Sırf onlar yaratılsın diye dil döktüğümü ve senin de karşı çıkarak istemediğin günleri hatırlıyorum. Zaten o zamandan beri zıt kutuplar olduk kardeşim. Bu insanlara birer şans daha ver. Eğer kötü yaşamaya devam ederlerse seninle birlikte canlarını alalım onların.” Kambur kardeş bir an kararsız göründü. Sonra çok sık yapmadığı bir şekilde kafasını salladı. İkisi hanı terk eder, taş mermer bir kez daha ıslık çalar, şömine bir kez daha harlanır, insanlar ayaklanıp tekrar sandalyelerine oturur ve hava güneş açarken orada bulunanlar onlar için ölüm ve yaşamın atıştığını bilmiyorlardı. Kader onlara ikinci şanslarını vermişti.

1 Beğeni