Osiris ve Ronin-İlk Bölüm (Düzenlendi)

İlk denemelerimden. Beğenirseniz devamını yazacağım. :grin:
Bu öykü Aurora Diyarı’nda geçmektedir. Ayrıntılı bilgi ve katkıda bulunmak için @NamelessOne 'a mesaj çekebilirsiniz.
I
Lithillien’in Tree Kasabası’nda lapa lapa kar yağıyordu. Buz gibi havada küçük bir kulübeden Anna’nın sesi geliyordu.

Doğum sancıları başlar başlamaz kasabanın doktorunu çağırmışlardı. Anna son sancılarını çekiyordu. Sonunda çocukları olacaktı. Sonra bağırma sesleri kesildi ve iki çocuğun ağlama sesleri gelmeye başladı Somer’in kulağına. Doktor odadan çıktıktan sonra Somer içeri girdi.

Yatakta eşi ve ikiz çocukları yatıyordu. Somer’in geniş ve yuvarlak yüzüne kocaman bir gülümseme yayıldı.

Bir sonraki sabah Anna yatakta bir yandan ikizlerinin başlarını okşuyor, bir yandan da düşünüyordu. İkizleri birbirine çok benziyor bir o kadar da benzemiyordu. Aslında fiziksel bir fark - kilo dışında - yoktu ama farkları gözlerindeydi. Biraz daha tombul olan –Osiris- parıl parıl sarı gözleriyle etrafı seyrediyor, daha çelimsiz olan –Ronin- ise kara kahverengi gözlerini tavana dikmiş kara kara düşünüyor gibi görünüyordu. Anna çocuklarına bakarken içeri Somer girdi. Gözleri birleşti ve bir süre birbirlerine baktılar.

Somer hemen toparlanarak ormana gidip biraz odun keseceğini söyleyerek odadan çıktı. En sevdiği baltasını aldı ve Versailles Ormanları’na doğru yöneldi. Baltayı Aurora’da nam salmış ünlü demirci Baltog yapmıştı.

Ormanlar pek tekin değildi, o yüzden kuş uçmaz kervan geçmez bir haldeydiler. Ancak Somer kendine güveniyordu. Küçüklüğünden beri ormana gider; dolaşır, oynar ve iş yapardı. Bu soğuk karlı günde ise oyalanmaya hiç niyeti yoktu. Yakacakları bitmemiş olsaydı evden çıkmayacaktı. Ancak buna mecburdu.

Ormanın girişine geldiğinde kendi patikasını buldu. Somer fakir bir ailede büyümüş o yüzden de baltasını kaldırabilecek duruma geldiğinden beri odunculuk yapmaktaydı. Odunculuk dışında bazen tamircilik yapar, bazen hamallık yapar ve bazen de eşi Anna ile Simya gösterileri verirdi. Kendisi Simya ile uğraşmamasına karşın eşi Anna Simya’da ilerlemişti. Somer, bunu yapmasını istemese de buna mecburdu. Çünkü gösterilerde iyi para kazanıyorlardı. Düşüncelerinden sıyrılıp gözlerini mor ışığa dikti. Aurora’nın her yerinden görülebilen mor ışık kaynağı yerden göğe yükseliyordu. Tüm fizik kurallarını yıkan bu ışığın kaynağı ve nedeni bilinmiyordu. Nedeni bilinmeyen şeylerden biri de sarı tonlarında olması gereken ulu güneşin Aurora’da mor renginde olmasıydı. Ara sıra göğü süsleyen Aurora isimli gizemli ışıkları da unutmamak gerekir.
Somer bu doğaüstü oluşumları bininci kez incelerken ağaç kesme yerine geldi. Ancak onu çok şaşırtan bir şey vardı: Yerde bir adam yatıyordu ve göğsüne bir balta saplanmıştı.
Somer hemen adamın yanına gitti. Adamın nabzı atmıyordu ve cesedi soğumuştu. Somer adamı incelerken gözü baltasına kaydı. Üzerinde “Emre” yazısı ve Versailles Ormanları’nın doğusunda kök salmış Gümüşay Soyu’nun amblemini gördü. Bu soy saf doğu kanı taşıyordu. Dünyaya dağılmış olan Türk kabilesinin kıtada bulunan tek temsilcisiydi Gümüşay soyu.

Onların hepsinin öldüğünü sanıyordu. Adamın Gümüşay Soyu’ndan olup olmadığını anlamak için sağ kolunu sıvadı. Evet, amblem orada da vardı. Bu adam intihar etmişti. Somer dehşete düştü.

Yardım çağırmak için köye gidecekken on adım ötede koyu bir kap gördü. Dışına rünler oyulmuştu ve içinde bir kâğıt yüzüyordu. Somer ne olduğunu anladı ancak geç kalmıştı. Bardaktan çıkan ağlar onu arkasındaki ağaca yapıştırdı. Ve çalılıkların içinden bir adam çıktı.

Adam orta yaşlı gibi görünüyordu ancak beyazlamış saçları bu görüntüsünü bozuyordu. Ancak adamla ilgili en garip şey ise yanında siyah bir ışığın süzülmesiydi. Bu bir Ruhçalan’dı. Adam yavaşça Somer’e yaklaştı:
“Merhaba sana düşünceli fani
Ölümün geldi ani
Bozacağım senin ruhunu
Olacağım bir cani.”

Somer başına geleceği anlayarak:

“Yapma bunu yüce kişi
Senin işine yaramam ki
Var iki tane çocuğum
Bekliyorlar beni geri.”

Somer ne kadar yalvarırsa yalvarsın adamın onun ruhunu ele geçireceğini biliyordu. O yüzden terk ettikleri tanrılara son bir dua etti:
“Ey yüce tanrılar
Çevirdik sizden yüz
Alın canımı lütfen
Son bir dilek sizden.”

Somer bunu dedikten sonra gözlerini kapattı ve Ruhçalan’ın işini yapmasını bekledi. O sırada başının üstünden bir kartal geçti ve pençelerinde taşıdığı ağır taşı Somer’in başına bıraktı.

Somer gözlerini bir kez daha açamadı.

Somer günışığı ile birleşmişti.

Avının öldüğünü gören Ruhçalan bir küfür savurarak yerdeki cesedi taşıyıp başka avlar aramaya gitti. Bir Ruhbozan’ı daha kaçırmıştı.
Ruhçalan’lar aslında kötü değildi. Görevleri evrensel dengeyi korumak için ölmesi gerekenlerin ruhunu çalmaktı. Bunu yaparak hem Ruhözü topluyorlar hem de dengeyi sağlıyorlardı.

II
Tam on iki yıl olmuştu. Osiris ve Ronin’in doğması üzerinden tam on iki yıl geçmişti. Anna kapının kenarına yaslanarak ikiz çocuklarına baktı. Çocuklar babasız büyüse de eğlenmeyi biliyorlardı.

Ancak eğlenmek buraya kadardı. Artık on iki yaşlarına bastıkları için çalışmaları gerekiyordu. Somer on iki yıl önce ormana gidip bir daha gelmeyince ailenin geçimi Anna’ya kalmıştı.

İlk haftalarda şok geçirdiği için yerinden kalkamamıştı. Sağ olsunlar komşuları çok yardım etmişlerdi. Anna olayını şokunu atlatınca komşuların yardımı ve Somer’in biriktirmeye çalıştığı parayla bir düzen kurmaya çalışmıştı. Ancak artık yorulmuştu. Tek başına daha fazla yapamayacağını biliyordu.

Bu yüzden çocuklarına bazı şeyler öğretip onların da çalışmasını sağlayacaktı. Öncelikle onlara Simya’yı öğretecekti. Aklına Somer geldi. Acaba oğullarına Simya’yı öğretmesine izin verir miydi?

Ama Anna bunu yapmak zorundaydı.
Çocukları içeri çağırdı. Onlar zaten çok istekliydi. Özellikle Ronin’e Simya’dan bahsedince o kara gözlerinde bir pırıltı görünüyordu. Anna çocuklarını karşısına alıp konuşmaya başladı:
“Çocuklar şu anda hayatınızın en büyük kararını vermek üzeresiniz. Eğer babanız yaşasaydı büyük ihtimalle bunu yapmama izin vermezdi.-Anna ağlamaya başladı- Ancak artık dayanamıyorum. Siz de ailemize katkı yapmak zorundasınız. Ama bunun nasıl olacağını siz seçeceksiniz. Ve işte en büyük sorum-Anna hala ağlıyordu- Simya’yı öğrenmek istiyor musunuz?”

Osiris ve Ronin hep bir ağızdan:
“Evet, anne tabii ki!” Diye bağırarak annelerine sarıldılar.

Birkaç dakika geçip Anna sakinleşip çocuklarını karşısına alıp anlatmaya başladı.²

III
Osiris, Ronin’le birlikte kasaba meydanına yürüyordu. Yedi sene önce anneleri ile Simya öğrenmeye başlamışlardı. O günden beri kardeşiyle çalışıyordu. Ancak kardeşindeki güç hırsı onu biraz korkutuyordu.

Meydanda gösteri yapmaya gidiyorlardı. İkisi birlikte güzel gösteriler yapıp iyi para kazanıyorlardı. Ailelerinin geçimini sağlamak için ilk olarak dört yıl önce gösteri yapmış ve büyük beğeni toplamışlardı. O günden sonra da aşağı yukarı ayda bir gösteri yapıyorlardı.

Ancak Osiris bu gösterilerden sıkılmaya, Simya’nın güçlerinin ve yapabileceklerinin farkına vardıkça da korkmaya başlamıştı. Ancak hangi işi yaparsa yapsınlar hiçbiri gösteriler kadar para getirmiyordu.

Osiris bunları düşünürken kardeşi Ronin’e baktı. Yaşları ilerledikçe biraz daha çelimsizleşen Ronin tam bir Simya aşığıydı. Osiris bu zevkinden dolayı ondan biraz korksa da ona saygı duyuyordu. Çünkü Ronin kendinden daha istekli ve zihinsel olarak daha güçlüydü. Osiris bir anlığına gelecekte ne olacağını düşündü ancak gösteri yerine gelmeleriyle düşünceleri bozulmuştu.

Hazırlıklarını yapıp gösteriye başladılar. Kaplarına malzemelerini koyarak birkaç dakika odaklandılar. Göstericilerden çıt dahi çıkmıyordu. Birkaç dakika daha geçince kapların içindeki sıvılar dönmeye ve kabarmaya başladı. Sonra havada uçuşup değişik şekiller oluşmaya başladı. Biri kırmızı renkli diğeri ise yeşil renkli sıvılar karıştılar, karıştılar ve pürüzsüz bir top oluşturdular. Seyirciler bu basit gösteriden bile çok etkilenmişlerdi. Ancak kardeşler hala odaklanmış sıvıları hareket ettiriyorlardı. Sonra ikisi de sıvıları kaplara geri koydular ve gözlerini açtılar.

Büyük bir alkış tufanı koptu. Osiris ve Ronin selam vermek için eğildiler. Ve Osiris onu gördü.

Kızıl saçları omuzlarından aşağıya dökülüyordu. Yeşil gözlü, orta boylu, çilli ve genç bir kızdı. Yüzünde derin acıların izleri vardı. Fakat bu izler yüz hatlarının güzelliğini gizlemeye yetmiyorlardı, tıpkı Büyük önder Hillein’in Aurora’da ebedi barışı kurma çabalarının yetersiz kalması gibi.

Osiris onu görür görmez görüntüsüne ve o utangaç gülümsemesine hayran kaldı. İçinde ona karşı bir acıma duygusu alevlendi tıpkı Prometheus’un Aurora Tanrılarının Kralı bulutları devşiren Zeus’tan çaldığı alevi gibi.* Kız ile göz göze geldiler ve kız bakışlarını yere indirip kızardı.

Devam edecek…

*Prometheus hem Yunan hem de Aurora’da ki batı mitolojisine göre insanları yaratan Titan’dır. (Editörün notu.)

Devam edecek…

2 Beğeni

Öncelikle kalemine sağlık. Birkaç görüş bildirmek istiyorum izninle.

  • Anlatmak istediğin bir şeyler var. Bu belli, fakat çok hızlı anlatıyorsun. Bu yüzden okuduğumuzu sindiremiyoruz. Örneğin : Somer odaya giriyor, sonra birden ormana gidiyor. Ormana giriyor birden adam görüyor.
  • Bilmemizi gerektirmeyen şeylere yer vermemeni öneririm. Mesela Somer’in baltasını Baltog’un yapmasını bilmek bana ne kattı ilk bölümden?
  • Kasaba isimlerini ve orman isimlerini falan değiştirseniz daha güzel olmaz mı? Mesela Tree kasabası değilde, kavaklı kasabası-örnek tamamen sallama- Ya da güzel birleşik kelimelerle güzel isim bulabilirsin.
  • Gerçekçiliğe yaklaşmak senin için biraz iyi olabilir. Örneğin : Yeni doğan bebek, ertesi gün gözlerini açarak etrafını seyredemez. Gözlerini açamaz hatta. Eğer, bunun özel bir nedeni yoksa, yani bu çocuk daha doğumunda çok güçlü bir özelliğe sahip değilse, gerçekliğe yakın olması beklenir. Mesela doğan çocuk Herkül’dür, yani çocuk tanrısal bir varlıktır, doğar doğmaz koşmaya başlar kimse yadırgamaz. Yok değilse, çocuğun bu hareketleri aileyi bile korkutur. Tedirginliğe sürükler. Etrafı saymıyorum bile. Umarım anlatabilmişimdir.
  • Bölümler çok kısa-yine hızlı yazıma bağlı olarak-Mesela anlatacağın çok şey var. Lakin hepsini es geçmişsin. Bu çocuklar, simyanın varlığından nasıl haberdar? Anneleri evde simya deneyleri mi yapıyorlardı ki gördüler? Ya da çalışmaya gittiğinde çocukları yanına mı alıyordu? Bunları okurun tahmin etmesi mi gerekmekte. Bu belirsizlikleri bize ver ki, biz de okuduğumuzu net anlayabilelim.
  • Psikolojik betimlemeler yapmaktan olabildiğince kaçının. Mesela üçüncü bölümdeki kızın ‘Yüzünde derin acıların izleri vardı’ bu cümle çok zararlı bir cümle.
  • Bazı şeyleri düşünerek yazmanı tavsiye ederim. Şöyle ki: Somer ruhçalan’ı görünce niye hiç tepki vermiyor. Hayatında kaç kere görmüş bu ruhçalanı. Runü bulunca nasıl başına gelecekleri anladı?
    Ya da bu orman neden kimse tarafından kullanılmıyor?-kasabaya çok mu uzak? Tehlikeli mi?
    Peki Kasaba odun ihtiyacını nasıl karşılıyor? Yakınlarda başka bir ormanda mı tüm oduncular?
    Somer kış için neden odun stoklamamış? Bunların cevapları yok.
  • Yine anlam bozan bir şey, Bu ruhçağıran madem kötü değil, tanrılar neden somer’e yardım edip onu öldürüyor? Yalvardığı tanrılar kötü tanrılar mı? Ya da yardım etmelerinin yolu öldürmek mi? Madem ölecek, neden dengeyi bozuyor tanrılar?
  • Sana vereceğim en büyük tavsiye, kurgunu bize anlatma. Bize göster. Mesela yukarıda verdiğim psikolojik betimleme, direkt kurgu ile okur arasına giriyor. Bunlardan kaçın, daha oturaklı anlat anlatmak istediklerini.

Eline sağlık tekrar, kurgun merak uyandırıcı ve güzel. Yazmaya devam, güzel örneklemeler yapmışsın. Bir tık karakter betimlemelerine ağırlık verebilirsin. Öyle sayfalarca değil ama, en azından Anna neye benziyor, Somer nasıl bir tip bunları bize çıtlatabilirsin.

1 Beğeni

Zaten bu bölümü sadece başlangıç olarak yayınlamıştım. Önerilerinizi dikkate alarak düzenleyeceğim. Belirttiğiniz şeyleri düşününce gerçekten biraz eksik olmuş.:thinking: Ama dediğim gibi öyküyü zaman buldukça düzelteceğim.

Merakla beklemekteyim .Eminim düşündüğünüz kurgu, güzeldir. Şimdiden kolay gelsin

1 Beğeni