Put Kuyrukları-öykü

Merhabalar aranıza yeni katıldım. Yazmış olduğum bir öyküyü paylaşmak istedim. Eleştirirseniz çok sevinirim.

                                                 PUT KUYRUKLARI

Bir cumartesi günü, şehrin göbeğindeki alışveriş merkezinin, döner kapılarından içeri girmeye çalışan kalabalığın kuyruğu; kara bir yılanın topraktaki çukur yuvayı hırpalayarak dalmasını anımsatıyor.
Kara yılanın pulları, birer birer kuyruktaki insanların üst başıydı. Dönüp duran kapı sanki kuyruğu parçalara ayırıp içe fırlatıyor. Uzayıp kısalan kuyruğun ritimleri bir iştah çıkarıyor. Metallerin sesleriyle işaret ettikleri çekim; çantaların içine salınan çekimle kontrol birliğinde. Ferah camekânları parlatan beyaz aydınlatmalar yerdeki mermerde yutulan sarı ışıkla içerisi apaydınlık; bir deri bırakıyor bu döner kapının yutağında.
Kim bilir kaç kişi geçer bu yutaktan ve hangi nedenlerle buraya gelirler?
Cumartesilerin gezi yerleri şehrin dağınık merkezlerine oturtulmuş alışveriş merkezleriydi. Onların vitrinlerinde yaylanan dalgınlıklar; mağazaların birbirini gözeten kesimleri, alışılmış renkler, moda belirlemek için ortaklaştırılan ürünler ve ayrışmak için harcanan isimler, kampanyalar, fırsatlar(Çabalar), etiketlerin bedeli ödenmeden çıkarılmasın diye kıyafetlere takılan alarmlar: Bu alarmları gözeten kapılardaki dişsiz boğma makineleri.
Deneme kabinlerinin havasızlığında birikmiş kıyafetler, sergisinde dağılıp açılan kazaklar, pantolonlar, gömlekler; onları katlayan mağaza çalışanlarının toparlanan sabrı. Ayaklı askılara asılan ceketler, hırkalar, yelekler; yürüyen merdivenlerde hareket eden uğultu; oyun makinelerinden yükselen nidalar( evet nidalar- bir savaş dersi böyle beslenir.) katları kaplayan pullar pullar.
Hikmet boşandığı günden beri her cumartesi alışveriş merkezini dolaşırdı. Bir şey alıp almamayı önemsemezdi. Yağmurlu günlerde mutlak sığınılacak çatı ya da güneşli günlerde serin yeriydi. Alışveriş merkezlerinde hayalet gibi dolaşırdı.
AĞU’NUN KUYRUKLARI
Ürktü. Kapıdan geçer geçmez, ilk karşılaştığı uzun bir kuyruktu. Bu kuyruğun ucunda çift dişinde ağusu akan, kuyruğunu çekiştiren beyaz masa vardı. Masanın arkasında yükseltilmiş pistte yavaşça dönen bir gri otomobil vardı. Otomobil etin dağılan yağı gibi, pişirilmiş sebzenin doygun kokusu gibi tatla dönüyordu. Sanki karın gurultularının çoraklığında dönüyordu. Otomobil, sarmalanmış ve çözülmüş duyguların hissettiklerinde dönüyordu. Hazların ve arzuların, eksik yazılmaya muhtaç adlarında dönüyordu.
Kuyruğunu çekiştiren beyaz masa; çekilişe katılmak isteyen pullardan, fişlerini alıyordu. Kuyruğunu yiyen yılan doymaz bir döngüydü. Tekrar ve tekrar ağızdan kuyruğa bir istekle hareket sürüyordu.
Hikmet kampanya için hazırlanan ilanı görünce biraz duraksadı. Şöyle diyordu: İKİ YÜZ TL ALIŞVERİŞ FİŞİNİ GETİREN MÜŞTERİLERİMİZ ALIŞVERİŞ MERKEZİMİZİN ARABA ÇEKİLİŞİNE KATILMA HAKKI KAZANIYOR.
Kuyruktakiler fişlerini yaladıktan sonra masaya bırakıyor. Böylece yarışmaya başvurmuş oluyorlardı. Kuyruk bu biçimde kendine çeki düzen veriyordu.
Bu yarışmaya katılmakla ne kazanıp ne kaybedeceğini düşündü. İki yüz liralık alışveriş yapmaya ihtiyacı var mıydı? Hayır. Arabaya ihtiyacım var mı? Neden olmasın? Bir araba bedavadan kazanabilecek bir araba. Hayır, 200 TL ile kazanılacak bir araba olacak. Her türlü karlı bir iş değil mi? üç-dört parça üst baş alsa zaten o parayla çekilişe katılabilecekti. Diyelim ki çıktı. ( Zaten hep kurduğumuz umutlar sayesinde istek duymaz mıyız?) Kullanabilirim, Satarım, neden olmasın? İyi bir para belki küçük bir daire( başka umutlar başkalarına değer.)
Yürüyen merdivenlerde elektriklenen eli yüreğine kadar değen bir cızırtı çıkardı. Arkasında bıraktığı kuyruğu süzdü. Çıktığı bu katta hangi mağazanın nerede olduğunu öğrenmişti. İsimleri ile sıralanan mağazalar renkleri ile birbirlerinden farklı tabelalar kullanıyorlardı. Cumartesi kalabalığı diye adlandırılan kalabalık birbirine çarparak dalgalan pullar gibi bu aydınlıkta köpürüyordu.
Hikmet kimselere çarpmayayım diye dikkatli adımlarla yürüyor. Önünden geçtiği mağazaların kapılarından içeriye; kalabalığın dengesini ölçerek gezip gezmeme konusunda endişesini yokluyordu. Bazı mağazalarda cumartesileri adım atacak yer bulamazsınız. Bazıları ise cumartesi olmasına rağmen tenhadır. O mağazalar her zaman sakindir, kasalarında bekleyen pullar her zaman azdır. Onlar yalnız kuyrukları değil yapışkan ağuları da daha yoğundur. Çünkü şöhretleri ağularını ağırlaştırır. Her pulu kolay yanaştırmaz.
Onların pek çok iş için idare ettikleri bir pul koleksiyonları vardır. Koleksiyoncu için ender parçalar toplamak her zaman özeldir. Bu yüzden her pulumuz kendini allayıp pullar yeni bir ayrıntı katar; koleksiyona katılıp (belki bir gün) koleksiyoncu olurum diye.
Pulların unutturduğu hayvanlar uzun zamandır hatalar alegorisi olarak anıldılar. Yazık ki pullara; yeryüzünde kendilerinden başka kimse tarafından anılmak i s t e n m e y e
b i l i r l e r!
Hikmet uzayıp giden kuyruklardan müziğin geldiği bu büyük teknoloji mağazasının eşiğinden geçti. Teknoloji devlerinin gölgesinden geçti. Müzikler hareketli kuyruklara bir ritim vermek isteyen hızdaydı. Tınılar pullar için yönerge niteliğinde çalışabilirler.
İNSAN’IN DEV AYNASINDA YİTİK KUYRUĞU
Bu mağazada dolaşan pullar dev aynaları arasında dolaşıyorlardı. Dev aynalarını bilirsiniz; nesneleri olduğundan büyük gösterirler.
Dev aynaları farklı renklerde farklı boyutlarda tasarlanmışlardı. Tarihlerine bakarsak eğer; ilk başlarda büyük boyutlarda olan bu aynalar ardından giderek küçülerek sizi büyütmeye başlamışlardır. Haberleşme amacıyla kullanılmaya başlayan bu aynalara daha sonra her şey katılmıştı. O kadar çok katkısı oldu ki her sabah uyanınca ilk işimiz dev aynamıza bakmak oldu. Akşam uyumadan önce dev aynasına bakarak uyuklardık.
Hikmet, dev aynasını değiştireni bir yıl olmuştu. Boşandıktan sonra her şeyi kenara bıraktığı gibi hatır nesnelerini de kenara bırakmayı istemişti. Şimdi gezdiği dev aynaları arasında kendini daha da büyüten olduğunu görüyordu. Her gün nesnesini daha büyüteni yapabiliyorlardı. Bu sihir değildi. Bu ilerlediğimiz güzel günlerdi. Her gün daha büyüteni çıkan bir alet için sürekli elinizdekinin eskimesi olağandı. Buna alet demek haksızdı. Alet büyüğü çıkınca işlevi ya da etkisi artardı. Ama dev aynası büyüttükçe pulu yüceldi. Pul yüceldikçe dev aynası da yüceydi.
Hikmet bir an yarışmayı geçirdi. Buradan yeni bir dev aynası satın alarak doğrudan çekilişe katılabilirdi. Ama bu çok pahalıydı. Buna gerek var mıydı? Bu yarışmaya katılacaksa daha ucuza alacağı başka ürünle de katılabilirdi. Olsun, eline aldığı aynaya dokundu. Parmaklarını gezindirdiği bu aynada kendi aynasında olmayan ne varsa onları aradı. Gezindiği amblemlere bir geç kalmışlıkla baktı. Ardından bu spiral lastiğe bağlı küçük dev aynasını yerine bıraktı. Dev aynalarının altlarına özelliklerini yazıyorlardı. Herkes dev aynası almak isterken özelliklerini öğrenip alırdı.
Hikmet özelliklerinin gücünün ne kadar yararlı olabileceğini düşündü. Bunun için yirmi dört ay taksit gereksiz olduğu kanısına çabucak vardı. Bir araba çekilişi için girilecek dert miydi? Olsun yeni bir dev aynası olmasın mı? Hem onu görenler daha büyük görmesinler mi? Herkesin büyük gözükmeye çalıştığı bu dünyada Hikmet elinde tuttuğu dev aynasından kendine son bir kez baktı. Kafasına koymuştu o çekilişe yeni bir dev aynası almasa da katılacaktı.
KASADAKİ KUYRUK
Köşedeki kitap evinin onda yarattığı çekimi anlayamadı. Alacak bir şeyler arıyordu. Bunun ne olduğu önemsizdi
Neden bilmiyordu; kitaplara küsmesi vardı. Siz de bazen küser misiniz kitaplara? Bazı pullar kitapları gerçeklikle sınamaya kalkarlar; kitaplara bahşettikleri yanılgıları övünçle anlatırlar. Kitaplarda gerçekler yazmıyormuş ya da kitaplarda yaşananlar gerçekten yaşanmış mıdır diye sorarlar?
Hikmet en son okuduğu kitabın adını anımsamaya çabalarken raflardaki kitapların çarpıntısında okumuş olduğu kitabın adını unuttu. Yüzleri dönük kitapların ilk dikkat çeken yanı kapak resimleriydi. Bazı kapaklara bakmak bir suret karşısında tutulu bırakır.
Gözün arayışlarında sırt sırta vermiş kitapların adları daha öne çıkıyordu. Hikmet birkaç kitabı yakasından çekerek aldı. Sayfaları bir rüzgârın sürüklenişi gibi kuvvetle akıttı. Bu hız niyeydi ne görmek istiyordu? Bazı sözcükleri o telaşta fark eder; dikkatini çeken sözcüğün olduğu sayfayı seçer, okurdu.
Kitabın sırtına baktı. Kitapların sırtlarındaki yazılar bazen çok anlamsızdı. Bir arka kapak yazısı eğer sizi ayartmaya çalışıyorsa bu hemen göze çarpıyordu. “Etkileyici bir hikâye”, “ Kırık dökük bir hikâye “ unutulmaz bir öykü” ; bir de gazete ve dergilerden yapılan alıntılarla kitabın görkemi ispatlanmaya çalışırdı. Bazen başka yazarlar da sırtlarda kitabı tanıtlardı. Kitap isimleri yan yana durunca; harflerin hizası dağılıp, bir dile geliş olarak, adlar birbirine karışıyordu.
Hikmet biraz yukarıda kalmış kitaplardan birini çekerken az ötesinde kıpırdanan pullardan biri rafta gördüğü kitabı çekip aldı. Diğer pul “ O kitap dört cilt “ dedi. O pul da tuttuğu kitaptan sıyrılmak istercesine rafına geri koydu. Hikmet bu sırada uzun kuleler gibi yükselmiş, yüzlerine büyük armalar işlenmiş ders kitaplarının önünden geçip gitti. Kasanın yanında duran kitaplara bakarken ne alacağını seçmeye çalışıyordu. Alacağı şeyin okuyabileceği bir kitap olmasını istiyordu. Kasanın yanına gelen pulların heyecanlısı sordu.
” Sizde vampir dişi var mı?”
“ Yok, bizde kitap var. Meydanda esnaf sarayı var orda olabilir “ .
Teşekkür eden pul kasadan ayrıldı. Hikmet’in eline aldığı kitaplardan biri hoşuna gitmişti. İçindeki fotoğraflara göz gezdirirken arkasındaki fiyata baktı. O kitabı almaya karar verdi. Kasaya önünde beklerken başka pullar soru soruyordu. Bir pul,“ Sizde Fransız romanı bulunur mu?” dedi.
Hikmet elinde bekleyen kitabı ile kasadaki pulun soruyu anlamasını bekledi.
“ Fransız romanı derken? Adını hatırlıyor musunuz? “ .
Soruyu soran pul kıpırdayarak hatırlamadığını anlattı. Yanındaki diğer pul ise “ Siz de fiyakalı sorular bankası var mı? “ dedi.
Kasada bekleyen pul büyük bir ciddiyetle önündeki bilgisayara ( daha doğrusu pula) sıradaki pulların söylediği ismi arattı. “ Maalesef kalmamış “ . Hikmet beklemekten sıkılmış tuttuğu kitabı artık kasaya okutsun diye pula dikkatlice baktı.
Hikmet, beklettiği pulu kasaya bıraktı.
Kasadaki pul, “kırk lira” dedi.
Hikmet cebinden “kırk pul” çıkarıp kasaya okutturdu.
Kasadaki “teşekkürler, iyi pullamalar” dedi.
SALONLARIN KUYRUKLARI: 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Film fragmanlarının birbiri ardına tekrarlandığı ekranlarda; Hikmet’in gözleri batan iki gemi gibi dibe çöküyordu. Belki bir hareket canlanıyordu. Saklanıyordu. Kayıt bir mülkiyet tapusu muydu? Hikmet, hiç birini ölçemiyordu.
Elinde poşet, havaya kalkık boynu ekranlara odaklanmışken, son geldiği filmi hatırladı. Bundan üç yıl önce, o, ısrarla filme getirmişti. Bir Türk filmiydi. Oyuncuların kafaları diğer filmlerin afişinden daha ölçülü yer alıyordu. Şimdi ise bu filmlerin hiçbirini girip izlemek istemiyordu.
Dairedeki işinden arta kalan zamanlarda da yalnızlığı tercih ediyor, hafta içi akşamlarını evdeki televizyonun karşısında eritiyordu. Yalnızlığı erimiyordu. Bunun farkındaydı. Sahi bu sinemanın önünde ne yapıyordu? Beklediği bir haber mi vardı? Hayatını değiştirecek bir film miydi? Biliyordu hayat bu alışveriş merkezindeki filmlerle değişmiyordu. Biliyordu başka filmler izleyecek hevesi yoktu. Biliyordu. Artık hiçbir yer, başka gezilecek bir yer tadı vermiyordu. Ve biliyordu aşkı anılarında gezdirenlerin yaratıları yoksuldu.
Çocukluğunun yazlık sinemalarını sürgüne gönderdiği anlarına kavuşmuş gibi anımsadı. Bunlar artık yoktu. Bu anılar kimselerin bilmediği bir başka ülkenin yerlerine sinmişti. Onları hatırlamak; görünmez atların yelelerinde canhıraş bilinmez uzaklıklara at sürmekti.
Bu katta durmanın hiçbir anlamı yoktu. Davranışlarını eskisiyle kıyaslayıp yaşamı mı sınıyordu? Kalan pullarını doldurmak istiyordu. Çekilişe katılabilmesi için bir şeyler satın almalıydı. Burası alışveriş merkezinin son katıydı. Ve alacak bir şeyler bulamıyordu. Şeyler bir bir anlamsız şekillere bürünüyor, cazibesini yitiriyordu. Çünkü şekilleri uçucuydu.
Bir bilet kestirdi.
Yangın merdiven kapısından çarparak geçti. Sigara molasına çıkmış mağaza pulları garip bir hiddetle içeriye dalmış olan Hikmet’i süzdüler. Hikmet “ Benim bir şeyler satın almam lazım yardımcı olur musunuz? “ dedi.
Sigarayı hevesle ciğerlerine çeken pul “ İleride manken deposu var oraya gidin “ dedi.
CANSIZ MANKEN KUYRUĞU
Çift kapının ortasından elindeki kitap poşetini çarparak düşüren Hikmet, iki tarafından tavana kadar cansız mankenlerle dolu bir depoya girmişti. Bu mankenlerin arasında uzun bir koridor uzanıyordu.
Adımları deponun karanlığını sürdü. İki taraftan da üstüne mankenler yağabilirdi. Bunların altında kalırsa buradan çıkamazdı. Her tarafı kaplayan bu mankenlerin düzensiz yığılması her an devrilip ortaya saçılacak kollar, kafalar, bacaklar demekti. Bunca cansız mankenin içerisinde hızlanan nefesinin sesini duyabilmek; gözleri pür dikkat üstten gelebilecek plastiklere karşı baktıkça; göz bebeklerini irileştiren bir endişe büyütüyordu. Gözleri büyüdükçe, yuvarlanmaktan yorgun iki çakıl taşı katılığına geliyordu.
Kolları hiçbir yere değmemesi gereken iki bezbol sopasına dönüşmüş gibiydi. Önünde karanlık havayı yoklayan iki bezbol sopası öbür uca doğru gidiyordu. Bu koridorda bir cambazın temkinliliğinde yürüse bile, karanlığın ipi tekinsiz incelikteydi. Ağırlığı denge kurmasına izin vermiyordu.
Altındaki mermer kabuğun çatırtısı bacaklarının iki beton direk ağırlığına geldiğini gösteriyordu. Beton direkleri yıka yıka ilerletmenin bedeli şiddetli bir ağrı olarak patlak vermişti.
Mankenlerin kimsesizliği çözülüyor; Hikmet’in kalbinden kasıklarına dek uzanan bir düğüm atıyorlardı. Boğazını çuval ağzını kıvırır gibi döndürüp sırtladılar. Gövdesi kuşların kapanlarda yığılıp kaldığı cılızlıkta çırptı. Koridorun ucundan çıkan devrik gölge, yassı ışık huzmesinin yarattığı açıklıkta yürüdü.
“ Siz burada ne yapıyorsunuz? Bir manken alın çıkın lütfen” dedi.
Hikmet, büzülmüş bulutların dağılarak kaybolması gibi sürüklenip gitti
KUYRUKLARIN AĞUSU
Cebinden çıkardığı fişleri elinde tutuyordu. Beyaz masanın kuyruğu çekiştirmesi ile kabaran kuyruk hizalanıyor. Sırası gelen pul, fişini yalayıp masaya bırakıyordu. Önündeki pullar araba çekilişi için kayıt yaptırdıktan sonra ellerinde poşetlerle kapıdan çıkıyorlardı.
Sıra Hikmet’e geldi. Hiç poşet taşımıyordu. Aldığın kitabın fişini yalayıp masaya bıraktı. Film fişini de dilindeki ağunun hazzını çıkara çıkara bıraktı. Beyaz masadaki kabarık pullar Hikmet’in alışverişinde fiş kestirip hiçbir şeyi olmamasından şüphelendiler. En son da üçüncü alakasız bir fişi cebinden çıkarıp üstüne tükürüp masaya bıraktı.
Masadaki pullardan biri “ Ayağa kalkıp bu ne saygısızlık? Niye tükürüyorsunuz? Fişinizi herkes gibi yalayıp bırakın” dedi.
Hikmet yanıtsız bırakınca başka bir pul ıslak fişi geri uzattı. Hikmet kıpırdamadan durdu. Pullar seslenmeye başladılar. Hiç birini işitmedi. Sinirlenen pullar Hikmet’i itip kakmaya başladılar. Oralı olmayınca onu kuyruktan çıkardılar.
Kenarda dikili duran Hikmet’e, pulların telaşlı anonslarıyla güvenlik için görevlendirilmiş pullar çağrılıyordu. Büyük telsiz gürültüsünü davul seslerinin savaş tamtamları gibi yayarak gelen bu pullar Hikmet’e sorular sormaya başladılar. “Aldığın ürünler nerde?” “Neden fişe tükürdün?”.
Hikmet yanı başında dikilen, cüsseli gövdelerine üniforma geçirmiş pulları yanıtsız bırakmayı sürdürdü. Bu duruma sinirlenen pullar başka müşteriler görmesin diye ortalarında dikili duran Hikmet’in etrafında halkalandılar.
Hikmet ile ne yapacaklarını hararetli biçimde tartışmaya başladılar.

1 Beğeni

Öykünüzde çok fazla çoğul kelime bulunuyor. Özellikle giriş kısmında. Bu beni okurken çok zorladı. İlerleyen kısımlarda bu durum biraz düzelmiş olmasaydı öykü kısa olmasına rağmen öykünüzü okuyamayabilirdim. :slight_smile: Güzel bir konu ve parmak basılması gereken bir noktaya değinmişsiniz. Kaleminize sağlık.

Belki aklınızda güzel düşlemler var ancak dile hakim olmayışınız nedeniyle bunlar okuyucuya aktarılamamış. İlk yapmanız gereken iş dilimizi iyi öğrenmeniz ve ardından yazmanız. Bunun için de kaliteli eserleri çokça okumanız gerekmekte.

teşekkür ederim. Çoğul kelime kullanımının yarattığı güçlüğü fark edememiştim. Düşünce belirttiğiniz için çok sağolun

2 Beğeni

Zaman ayırdığınız için teşekkür ederim. Okumak keyif alan biri için hayatın parçası anlamlı ve çeşitli okumalar yapmak için uğraşıyorum.

1 Beğeni

Genel olarak güzel buldum, fikir olarak iyi fakat anlatım olarak tam aktarılamadığı ve değiştirilmesi gereken yerler olduğuna inanıyorum diğerleri gibi. Mesela üstteki cümleler şimdiki zaman, bence kitaplarda şimdiki zaman kullanmak çok sırıtıyor, geçmiş zaman kullanılmalı. Mesela;

“Bir cumartesi günü, şehrin göbeğindeki alışveriş merkezinin, döner kapılarından içeri girmeye çalışan kalabalığın kuyruğu; kara bir yılanın topraktaki çukur yuvayı hırpalayarak dalmasını anımsatıyordu”.

Bunun dışında bence yazma eyleminin ilk adımı iyi bir fikir bulmak. Gerisi sadece gelişim.

Zaman kiplerinin uyum göstermesi metne ritim katıyor.Bence de di li geçmiş zaman en elverişlisi.ancak farklı kipleri kullanarak anlatıda ritim yaratmak zor olsa da lezzetli olabileceği inancındayım.Zaman ayırıp okuduğunuz ve eleştirilerinizi yazdığınız için memnun oldum. Teşekkür ederim.

1 Beğeni