Real Madrid - Fenerbahçe Euroleague Finali Öncesi Bir Hikaye

20 Mayıs 2018

Belgrad

Saat: 02:15

Obradoviç’i uyku tutmuyordu. Akşam yemeğinde otel müdürünün ve baş aşçısının ısrarlarını kıramayıp yediği Cevapcici Köftesi fazla gelmiş olmalı diye düşündü. Yatakta dönmekten ve uyumaya çalışmaktan sıkılmıştı. Ayağa kalktı ve odasının penceresine doğru yürüdü. Araladığı tülün ardından ışıl ışıl Belgrad manzarasına baktı. Evindeydi. Final Four için geldikleri memleketi bu sefer onun için farklı bir anlam barındırıyordu. Herşeyin başladığı yere geri döndüm işte, diye geçirdi aklından.

Biraz yürümenin iyi geleceğini düşünüp odasından çıktı. Otel koridoruna serilmiş halıya yalın ayak basarak asansöre yöneldi. Otelin barının hala açık olduğunu tahmin ediyordu. Asansöre bindi ve barın olduğu katın düğmesine bastı. Asansör kapısı kapandı ve aşağı doğru hareketlendi.

Doğru kata varan asansör neşeyle kapılarını açtı. Uzun, ince ve zevkli döşenmiş bir koridorun sonunda barın girişini görebiliyordu. Asansörden çıktı ve kapıya doğru ilerledi. Kıyafetinin bar için uygun olmadığını hatırladı. Çıplak ayak olduğu da cabasıydı. Neyca canım, akşama final maçımız var, kimse bir şey demez, dedi kendi kendine.

Barın kapınsının kolunu çekti ve bardan gelen ışığın koridoru aydınlatmasına izin verdi. İçeri doğru kararlı bir adım attı ve bara girdi.

Bir süre gözlerinin barın loş ortamına alışmasını bekledi. İçerisi sakin görünüyordu. Cam kenarındaki bir kaç masa doluydu sadece. Barmen siparişleri bitirmiş, barı silmekle meşguldü. O tarafa yöneldi Obradoviç vegözüne kestirdiği bir bar taburesine oturdu.

Uyku tutmayan misafirleri bu saatlerde görmeye alışık olan barmen Obradoviç’in karşısına geçti ve son derece rahat bir tavır takındı. “Merhaba koç, uyku mu tutmadı? Yoksa akşamki maçı mı düşünüyorsun?”

Obradoviç, eğer bu çocuk benim takımımda oynuyor olsaydı şu an yıldız takımı ile antrenmana yollamıştım ,diye fısıldadı yalnızca kendinin duyabileceği bir sesle.

Zaten barmen de duymamıştı. “Efendim koç?”

“Bana bir maden suyu verir misin?” dedi Obradoviç. Gecenin bu saatinde barmen ile tartışma niyeti yoktu. Hele final maçı öncesi…

Obradoviç’in sakinliği barmene de sirayet etmişti. Kendini topladı. “Hemen getiriyorum. Limon da ister misiniz?”

Başıyla onayladı Obradoviç. Limonlu maden suyunun uyku problemini çözeceğini düşünüyordu.
Siparişi alan barmen, aniden barın yanındaki kapıya yöneldi ve gözden kayboldu.

Obradoviç, Nereye gitti şimdi bu? diye geçirdi içinden.

Obradoviç’in arkasından kalın ve dolu bir ses “Nereye gittiğinin bir önemi var mı?” diye sordu. Konuşanın kim olduğunu görmek için arkasını dönen Obradoviç, efsanevi koç Phil Jackson ile göz göze geldi. Birbirlerini uzun yıllardır tanıyan ikili sıcak bir şekilde kucaklaştı.

“Senin burada ne işin var?” diye sordu Obradoviç gülerek. “Geleceğinden haberim yoktu.”
Burnuna düşen gözlüğünü işaret parmağı ile yerine oturtan Phil Jackson yanıtladı. “Sürpriz olsun istemiştim. Asıl sen maç günü gecenin bir vakti bar taburesi üzerinden ne yapıyorsun?”

Obradoviç güldü. Oyuncularına asla yapmamalarını tembihlediği eylemi kendi gerçekleştirmişti. Eski dostundan buna ilişkin bir eleştiri duymak şaşırtmamıştı. Ne de olsa başarının formülünü çok iyi bilen iki insandı onlar. Disiplin, çalışmak ve saygı…

Obradoviç’in yanındaki tabureye geçen Phil Jackson, “Maç stresi olduğunu sanmıyorum. Nedir seni uykusuz bırakan?” diye sordu.

Bir iç çekti Obradoviç. “Bıraktığında ne hissettin? Eve geçip kanepeye oturduğunda, bir daha parkeye dönmeyeceğini, oyunun içinde olmayacağını fark ettiğinde, ne hissettin?”

Phil Jackson tebessümle eğdi başını. Parmaklarındaki şampiyonluk yüzükleri ile oynadı. Toplamda 11 tane şampiyonluk yüzüğü olan bir koçtu Phil Jackson. Ardından kafasını kaldırdı ve Obradoviç’e baktı. “Büyük bir boşluk hissettim. Sanki almış olduğum tüm kupalar, tüm sevinçler, gözyaşları, mutluluklar, hiç biri yaşanmamıştı.”

“Ben de işte tam olarak bundan korkuyorum. Bu işi bitirip, evimin yolunu tuttuğumda yaşadıklarımı unutup gitmekten korkuyorum.”

Phil Jackson arkadaşının omzuna koydu elini. “Merak etme dostum. Sen unutsan bile tarih seni unutmaz. Senin Euroleague’de yaptıklarını basketbol dünyası asla unutmayacak. Senin heykellerin süsleyecek meydanları, aldığın kupalar, kazandığın şampiyonluklar kulüplerin müzelerinde resmedilecek. Basketbola gönül vermiş herkes ama herkes seni sevgiyle ve saygıyla anacak, başarılarından bahsedecek. Sen unutsan bile, tarih seni asla unutmayacak.”

Obradoviç doğruldu. Phil’in söyledikleri biraz rahatlamasını sağlamıştı. Bir an için barmene sipariş ettiği limonlu maden suyunu hatırladı. Ortadan kaybolan gençten iz yoktu ama Obradoviç’in önünde içeceği duruyordu. Hangi ara gelmişti bu maden suyu?

Obradoviç, yan taburede oturan Phil’e döndü ama Phil artık orada değildi. Kuruyan boğazını yumuşatması için maden suyuna yöneldi. Maden suyu da artık yoktu. Kafasını geriye çevirdi ve arkasına baktı. Boş salonda Partizan, Joventut, Real, Panathinaikos ve son olarak Fenerbahçe şampiyonlukları geçti gözlerinin önünden birer film şeridi gibi. Tekrar önüne döndü. Fenerbahçe ile bitirmesi gereken bir hesap olduğunu hatırladı. Bu akşam Real’i yenecek ve Fenerbahçe’ye üst üste ikinci şampiyonluğunu armağan edecekti. Oyuncuların birbirlerine sarıldıkları, şampiyonluğu kutladıkları manzara geldi gözlerinin önüne. Vesely MVP ödülünü alıyordu, kupa kaptan Melih Mahmutoğlu’nun ellerinde yükseliyordu. Fenerbahçe bir kez daha Euroleague şampiyonu oluyordu. Sonra… sonrası basketbol tarihine geçecek bir destanın 3. Adımı olacaktı. Bu destanda daha yazılmamış sayfalar vardı ve Obradoviç’in basketbola duyduğu açlık hiç bitmeyecektı. Onu Obradoviç yapan da bu açlıktı.

Belgrad manzarasına baktı bir kez daha penceresinden. Saat 02:16’yı gösteriyordu. Yatağına geri döndü ve gelecek yılın takımı üzerine düşünerek gözlerini kapattı.


Fenerbahçe’ye yürekten başarılar!

2 Beğeni