Eski yıpranmış bir defterin sayfalarının arasında kalmış bir not;
Öhöm! Okumaya başladın bakıyorum. Eminim benden bekliyorsundur böyle daha ilk satırlardan ilgini çekecek sözler ha! Öyle değil mi? Bu nasıl? Senin neler yaşadığını biliyorum… Meh! İnanılabilitesi düşük bir söz oldu. Peki ya bu? Herkes senin geçtiğin sıkıntılardan geçiyor… Aa! İşte bu oldu bak. Hemen çalışmaya başladı değil mi kafanın içindeki jeneratör? Tamam o halde devam ediyorum.
Yaşadığın şeyleri elbette bilemem tabii kardeşim; ya da ablacım veya abicim. Ne bileyim, belki çocuğun vardır ve yeterince ona iyi bakamadığını düşünüp kendini yetersiz hissediyorsundur. Ya da hiç kimsenin seni anlamadığını düşünüp kendi varlığını ve müstakbel kaderini merak ediyorsundur. Ya da neredeyse bir saatlik olan duş kisvesi altında banyondan buharlar eşliğinde çıkıp bir kez daha geçici süreliğine yaşadığın rahatlamanın tadını çıkarmaya çalışıyorsundur; Zaman’ın senin belini kırmasına her geçen saniyede yaklaşırken. Hadi diyelim bunlardan hiç birisi sende yok. Hem olamaz mı? Olabilir. Peki niye bu suratındaki meyus ifade. Neden okumaya devam ediyorsun yazdıklarımı. Neden herkese en masum en şirin ve en mutlu halini gösterirken tuvalette ayna karşısında kendi yansımana bakıyorsun. Yoksa sen de mi bilmiyorsun neden böyle olduğunu? Ah! Anladım, belki de sen bana yardım etmek istiyorsun. Belki de benim bu her şeyi biliyormuş gibi tavrıma acıdın. Benim hakkımda çıkarımlarda bulundun ve aklı sıra bana haddimi bildireceksin. Tamam! Hemen celallenme, doğru söze ne hacet! Yine de iki gözüm, senden utanarak da olsa yardım istiyor olduğumu bilmelisin. Nasıl olsa ne badireler atlatmışsındır sen. Bana verebileceğin bir tavsiye var mı…? Yok mu? Peki o halde, ben de bu yazımı burada noktalıyorum o zaman.
Tamam, hiç bir yere gittiğim falan yok. Hem zaten nasıl gidebilirim ki? Kilitlemişim bir kere kendimi bu bok kokulu odaya. Anahtarı da mideme indirdim; hani olur da çıkmak istersem diye. Sen,nasıl yuttuğumu düşünmeden devam etmek istiyorum neler hissettiğime. Kendime acıyorum. Hop! Sen bana sakın acıma ama, bu öyle bildiğin gibi bir çaresizlikten ya da umutsuzluktan doğan bir durum değil ki. Hem sen kendine bak kardeşim. Ne demişler: önce kendine üzül sonra diğerlerini üzersin. Oha aydınlandım resmen! Halbuki bu sözü salladım. Demek ki insan en ummadık zamanda neler çıkartıyor içinden öyle. Eğer konudan sapmazsam eğer, söylemek istediğim şey aslında şu: Küçüklüğümü hatırlıyorum, küçüklüğümde ne kadar da umut dolu olduğumu hatırlıyorum, küçüklüğümde insanları nasıl da ustaca kurtarmaya hevesli olduğumu hatırlıyorum. ‘’Ama tabii ki büyüdüğümde hiç birini hissedemedim!’’ demeyeceğim. Açıkçası bal gibi de amacıma ulaştığımı düşünüyorum. Ne zaman doğdun bilemem ancak yine de eğer aynı dönem aralığında yaşıyor isek; sen bir yerlerde hayatını idame ettirmeye çalışıyorken ben de sevdiğim insanlara yardım edip, onları mutlu etmeye çalışıyordum. Ve dediğim gibi bence bunu büyük ölçüde başardım da. Peki şimdi soruyor olabilirsin, ‘’İyi de madem öyle, niye şimdi bu haldesin be çocuk?’’ Eğer böyle sorduysan cevabını da şöyle verirdim: Çünkü başkalarını ederken kendimi mutlu etmedim… Yok be! Kendime o kadar da haksızlık etmeyeyim şimdi. Ben zaten mutluluktan mutlu olan bir insandım; insanım. Dolasıyla öyle kolay kolay göz yaşı dökmeme gerek kalmadı. Ama işte yine de ben de senin gibi zaman zaman anlamsız bir şekilde aynaya baktım; sanki karşımda duran surat, acizliğimin çözümünü söyleyecekmişçesine. ‘’Söyledi mi peki?’’ Diye sormuyorsundur umarım. Ha eğer çok merak ettiysen, şöyle cevaplayayım. Seninki sana söyledi mi?
Biliyorum… ya da bilmiyorum ya! Evet, kesinlikle evet! Bilmiyorum. Ne yaşadığımı, neler olacağını; senin neler yaşadığını ve neleri başarıp başaramayacağını bilmiyorum. Peki ama ben bu notu niye yazıyorum? Şöyle bir düşündüğünde kimse görmeyebilir ya da herkes kendi hayatının başrollüğünü üstlenirken benim bu yazdıklarım ve düşündüklerim, havada uçup gidebilir; kim bilir! İşte burada devreye umut giriyor benim güçlü, taze not arkadaşım. Herkes ama herkes benden her şeyimi çalabilir. Ah! Laf kalabalığı yapmıyorum; ciddiyim. Her şeyimi… ancak umudumu gelmiş geçmiş en dayanaklı kasaya kilitledim ben! Üstelik kasayı her açtığımda da servetimin ikiye katlandığına şahit oldum. Ve şundan emin olabilirsin: Umudumu hiç bir hadise yıkamaz; ben istemedikçe… Peki son olarak şöyle diyor olabilirsin: Peki madem umudun var niye bu kokuşmuş odaya kilitledin kendini? Ve niçin bu satırları yazıyorsun? Cevap basit: Çünkü umudumu sen devam ettireceksin de o yüzden. Ah! Bakma bana öyle ürkek ürkek. Ya da bakma bana öyle her şeyi görmüş geçirmiş; umudun hiç bir şeye çare olmadığını düşünerek. Bal gibi de var arkadaşım. Hem kendimizi kandırmaya gerek de yok. Tahmin edebiliyorum bu notu te yıllar sonra bulduğunu, tahmin edebiliyorum sararmış yaprakların arasında melum melum durduğunu. Ama sence de bunda bir gizem yok mu benim güzel not arkadaşım? Ya da eskilerin tabiriyle bu değil midir alın yazımızın gerçekleşmesine vesile olan şey; kader?
Benim mirasımı almanı istiyorum. Ve unutma, bu miras, tarihte görülmemiş derecede şişkin; gönlü en zengin insanın bile elde edemeyeceği kadar fazla ve insanlık tarihinin tüm amaçsız insanlarının bir parmak ötede durup da görmediği kadar açık seçiktir.
Al mirasımı not arkadaşım. Benim bu zamana kadarki kazandığım tüm birikimimi sana bırakıyorum. Ve ileride dilerim ki sen de bir sonraki vârisine bunu bırakırsın. Ama sakın bu mirası elinden kaçırayım deme! Çünkü bu miras sende bulunduğu sürece sırtın yere gelmez. ‘’Umut’’u güzel güzel harca; benim güzel ‘’umutlu’’ not arkadaşım…