Sanatçıyla Yapıtı Arasındaki Makas

Bu konu çok tartışıldı. Hatta tartışırken kutuplara ayrılanlar da oldu. Yine tartışıp yine kutuplara ayrılmaktan uzak, aklımda dolaşan kurtçukları şöyle bir derleyip ebediyen tekmeleyip huzura ermek istiyorum.

Bir sanatçı zaman zaman yapıtlarını topluma sunar. Toplum bazen bu yapıtları alıp baş tacı yapar. İmza günleri, seminerler, röportajlar ve haberler haberler; ışıltılı bir meşhurluk dönemi gün yüzüne çıkabilir.

Sonra bir haber düşer ortaya sanatçı meğerse yıllarca insanları taciz ediyormuş. Davalar ardı arkasına sıralanır. İtiraflar, özürler ve yalanlamalar…

Yahut paralel evrende başka bir haber düşer ortaya “Sanatçı yazı evine götürdüğü okuru öldürmüştür!” diye diyerek evrenleri çoğaltabiliriz.

Tartışma açılır. Sanatçı ile yapıtı arasına makas atılır. Ağızlarda bir cümle dolanır “SANATÇI İLE YAPITI AYRIDIR!” diye ama bu hayali makası ne kadar bizler içindir? Vicdanımızı rahatlatmaya mı yarar veya bakış açımızı daha ebedi alana taşımaya mi?

Bu tartışmalarda hep yapıt merkeze alınıyor ve sanatçıya da yörüngede gezen bir unsur olarak bakılıyor. Bir kez olsun merkeze sanatçıyı alalım ve yapıt yörüngede olsun alınmıyor.

Yapıtın zamanla sanatçıya kattıkları küçümsenemez. Zira o yapıtlar kapılar açmış ki o açılan kapılardan giren yazar yine yapıtların sayfalarından oluşan bir merdiveni tırmanarak kürsüye çıkmıştır. O kürsüde insanlara baktıkça kendince fırsatlar da yakalamıştır; iyi ya da kötü!

Yapıtla sanatçı arasına makas atıp yapıtın orada burada överek insanların satın almasına ön ayak olmak istemiyorum. İsteyenlerin de vicdanlarını rahatlatmak için “Yapıt sanatçı ayrıdır,” dediklerine inanıyorum. Yoksa bir yapıtı överek yahut satın alarak yazara maddi manevi destek sağlamadığını düşünenler polyannacılıktan başka bir şey oynamıyorlar fikrimce…

Satılan kitapların parasıyla alınan bir arabayla cinayet işleyen yahut yine aynı parayla alınan bir yazı evinde okurunu taciz edenler var. Cinayetin veya taciz etmenin cezası nedir? Karşılığı nedir? Ülkemizde ne kadarı yeterlidir? Evrensel olarak bir karşılık var mıdır? Okur olmadan önce bir insan olarak benim nazarımda sanatçı yaşadıkça onun yapıtından ona yeni kapılar açılmasını yahut yeni çirkin olanaklara sahip olmasının önünde durmak var. Okur olmadan önce insanız ve doğrudan olsun dolaylı olsun çirkinliklerin önünü açmamalıyız. EN AZINDAN BUNU GÖRE GÖRE YAPMAMALIYIZ. YOKSA KİMİN NE YAPTIĞINI BİLEMEYİZ AMA AYYUKA OLANA DA KARŞI DURMALIYIZ.

3 Beğeni

Çünkü bencil ve faydacı insanlarız. En kısa sonuç aslında bu.
Sadece sanat bağlamında da değil bu. Mesela Hitler’in ve Nazilerin ne kadar cani insanlar olduklarını hepimiz biliyoruz. Milyonlarca insanı öldüren Nazilerin kimi icatlarını bugün bile kullanıyoruz.

Caravaggio’nun eserlerine baktığımız zaman nefesimiz kesiliyor, büyüleniyoruz belki ama kendisi bir katildi. Resimlerini yakalım mı? Etkileyici değil, mi diyelim?

Sizi çok iyi anlıyorum ve aslına bakarsanız yerden göğe kadar da hak veriyorum. Bir kişinin eserini beğenerek, işlediği suça bir meşruluk kazandırmak veya manevi-uzaktan bir destek vermek istemiyorsunuz. Eli kanlı bir katilin elini tutmak istemiyorsunuz. Çok haklısınız. Yine de burada suç-ceza sorunu çıkıyor. Cinayet işleyen bir insanın o güne dek yaptığı her iyi şeyi de yok sayabilir miyiz? Ben dünyanın o kadar siyah-beyaz olduğunu düşünmüyorum.

3 Beğeni

Öncelikle burada söylediklerimin hepsi bir genelleme değildir. Mutlaka söylediklerimin aksi yönünde olanlar da vardır.

@Everfever Kemal Bey’in ilk söylediğine harfiyen katılıyorum. İnsan ben merkezli olduğu için bir şey yaparken ya da yaptıktan sonra ucu kime dokunur diye pek düşünmez. Ülkemizdeki birçok ölümleri de buna örnek gösterebilirim. Şehit haberleri, depremler, korona virüs kaynaklı ölümler vs. Bunlar haberlere 2 dakika çıkar ve bizler de birkaç dakika üzülürüz olur biter. İnsan kendisine faydalı ne varsa onu seve seve kabul eder. Bu sanatçı ve kitapları hakkında da aynı.

Okur sevdiği yazarın kitaplarını okurken çıkan haberlerle yazar hakkındaki fikri değişebilir ama onun eserlerini de bırakmayabilir. Daha çok hayal gücüne önem verdiği için yazarla eseri ayrı tutması pek muhtemel. Kısacası ucu bana dokunmasınlı her şeyde insanlar pek düşünmez.

2 Beğeni

Haklısınız. Sanatçı ve yapıtından öte toplumsal sapkınlıklar ve kültürel çarpıklar arasında boğuluyoruz. Her türlü çirkinliğin normalleştiği yerde sanatçıyla yapıtı arasındaki bağı ve okurun sanatçıya kattığı fırsatları düşünmemesi bir yana düşünse bile “iki dakika” sonra unutması olağanlaşmış durumda…

Kime ait olduğunu bilmediğim ama sevdiğim bir söz var: “Her toplum layık olduğu şekilde yönetilir.” Aynı durumu sanata uyarladığımda “Her toplum layık olduğu sanatçıyı çıkarır,” diyebilirim. Bir yandan katil yahut tacizci olup diğer yandan sanata katkı sağlamaları topluma ayna tutmalarından başka bir şey değil sanırım.

Ben yine o görünmez makası kullanamayanlardanım. Yapıtın topluma ayna değil de sanatçıyla yapıt bağlamının topluma ayna tuttuğundan bahsediyorum.

Yapıtların yakılması, yıkılması, yırtılması taraftarı da değilim veya bireyin bencilliğiyle kendine ne kazandırdığına baktığında da değilim. Birey veya toplum bu kazanımları sağlarken karşı tarafa ne kazandırdığının önemli olduğunu düşünüyorum. Yine bencilce bir tavır olan ölüp gitmiş bir sanatçının yapıtlarını almanın ona bir şey kazandırmayacağını kısmen de olsa inanıyorum. Ancak yaşadığı dönemde dürüstçe ve yoklukla mücadele edip göçmüş sanatçılar da var ve ilerleyen yıllarda onlara manevi anlamlar da yüklüyoruz. Inancımın kısmenliği buradan geliyor. Diğer taraftan her türlü sapkınlığı kendinde hak gören sanatçılar da var ve yaşarken toplum tarafından baş tacı yapılıyorlar. Bahsettiğiniz griliğin de bunlar ve başka unsurların toplamından oluştuğunu söylersem yanılmam.

Hayatın bu griliğinde okur olarak ne yapmam gerekiyor? Yukarı tükürsen bıyık aşağı tükürsen sakal ve çıkış yolumu da sanırım faydacılık akımında bulabiliyorum.

Ben mümkün mertebe ne kazandığıma değil de ne kazandırdığıma bakıyorum. Bu bağlamda yapıt sanatçıdan ayrıdır diyerek vicdanımı rahatlatmaktan öte kendimce daha anlamlı kılmaya çalışıyorum. Griliğin zıt tonlarını yoğunlaştırıyorum ama griliğin içinde verdiğimiz her kararın iyi sonucu olduğu kadar kötü sonucunu da kabul etmek var. Bu kabullenmeler artıkça da vicdanımızın sınırlarının gevşediğini düşünüyorum. Bu gevşemekten korunmak adına ve toplumsal görmezden gelme akıntısıyla kolayca süzülmekten ziyade kendimci sonuç odaklı inancımı geliştirip ona bağlanıyorum. Bunun nedeninse iç huzurumun sesinin toplumsal alışılagelmişliklere uymaktan daha ağır basmasıyla kaynaklandığına inanıyorum.

Son olarak bir insanın hayatı boyunca iyi şeyler yapıp bir cinayet işlemesiyle her şeyi yok sayamayız. Haklısınız ama temiz bir bardak suya bir damla kan damlattığımızda o her şey artık kirlenmiştir. Eskisi gibi temiz ve masum değildir. Eskisi gibi berrak veya güzel de değildir. Ancak kan suda dağılır ve gözümüze daha hoş görülür; su olmadan bir damla kan olan bardaktan çok daha hoş görülür ama her ikisinin de içerisindeki kirlilik miktarı aynıdır: Bir damla kan.

Benim inancım da o bardağı vitrinden çıkarmak oluyor ki bile isteye o vitrine onu koymam diğer tümüne şüpheyle yaklaşmamı gerektirir. Şüpheleri kabullenmekten ziyade ayyuka olanı gidermem ve o vitrinin bir sınırı olduğunu bilmem gerekiyor. Yoksa ne içtiğimin de farkında olamam yahut insanların ne içtiklerinin de farkında olmasını sağlayamam ki o bardakları güzelleştiren de ona birer damla su damlatan hayranlar, okurları, dinleyicileri, izleyicileri değil midir?

1 Beğeni