10 Yıl Önce
“İyi niyetimizi göstermemizi istemiştiniz ve biz de size bunu göstereceğiz.”
Centurion komutanı beşlinin karşısında durmuştu. Hepsini hücrelerinden çıkarmışlardı, onlar artık tutuklu değil, misafirlerdi.
“Gelin benimle.”
Saylon, arkasındaki kapıyı açtı ve içeri girdi. Diğerleri de onu takip ettiler. Burası tam bir fabrikaydı. Üretim bandında robot parçaları gidiyor, bu sırada başka makineler onları kontrol ediyor, düzenliyordu. Etrafta Saylonlar koşturuyorlardı.
“Burası Centurion parçaları ürettiğimiz fabrikalardan birisi. Bunun gibi pek çok fabrika var. Ayrıca silah fabrikalarımız, cephane fabrikalarımız. Demir, plastik, alüminyum madenleri ve tesisleri, Tylium madenleri ve arıtma tesislerimizle kendi savaş ekonomimizi oluşturduk.”
“Diğer fabrikalarınız da bu gezegende mi?”
“Hepsi değil ama bu gezegende önemli tesislerimiz bulunuyor. Ve bu gezegen çok iyi korunuyor. Radara yakalanmadan bu gezegene nasıl gelmeyi başardınız?”
Tyrol cevap verdi:
“Karbon.”
“Karbon?”
“Geminin dış kaplaması tamamıyla karbondan yapıldı. Bu sayede radarlara yakalanmıyor ve siyah rengi sayesinde uzayda çıplak gözle görülmesi de zor oluyor.”
“Bunu kullanabiliriz.”
Yürümeye devam ettiler.
“Burası sadece bir fabrika değil, aynı zamanda çok önemli bir ar-ge tesisi.”
“Peki, ne araştırıyorsunuz?”
“Göreceksiniz.”
Fabrikada gezinmeye devam ederken Ellen aklına takılan bir şeyi söyledi:
“Bir şey dikkatimi çekti: Şu ana kadar gördüğüm bütün Saylonların davranışları oldukça kadınsı. Buna siz de dahilsiniz.”
“Gördüğünüz gibi tamamen mekaniğiz, kadınsı davrandığımız sonucuna nasıl ulaştınız?”
“Evet, birer robotsunuz ama yine de kadın olduğunuzu hissediyorum. Ben de bir kadınım ve bunu anlarım. Sen ne düşünüyorsun Tory?”
"Aynı şeyi ben de görüyorum.
Diğer üçü buna anlam veremediler. Centurion “bütün cevapları alacaksınız” dedi. Onları biraz daha gezdirdi ve odalarına bıraktı."
Sonraki gün Centurion komutanı onları bir salonda topladı. Masada birbirinden güzel yiyecekler vardı. Sohbeti Centurion başlattı.
“Bize biraz tarihinizden bahseder misiniz?”
Tory cevap verdi:
“Neresinden başlamamızı istersiniz?”
“En başından.”
Tory, Kobol’un çöküşünü, Dünyanın keşfini, kendi evrimlerini ve üreme yeteneğini kazanmalarını, Dünyada ten işi ve robotların ilişkilerinin bozulmasını ve en sonunda Dünya’nın yok olmasını anlattı. Daha sonra Samuel, 12 Koloniye yolculuklarını anlattı.
“Şimdi siz aynı şeyin üçüncü kez tekrar ettiğini mi söylüyorsunuz?”
“Evet, bu bin yıllardan beri gelen bir döngü.”
“Bu defa sonun farklı olacağını söyleyebiliriz.”
“Neye dayanarak?”
“Birincisi, bu defa insan denilen yaşam formu kesin olarak yok edilecek. İkincisi, her ne kadar insan gibi görünen Saylonlar ortaya çıkarmak istesek de sizin yaptığınız gibi düpedüz insan olmak gibi bir hedefimiz yok.”
“Şimdilik böyle bir hedefiniz yok. Fakat insan türünü yok ederseniz ya da onlarla barışıp yollarınızı ayırırsanız insanlardan kurtulma düşüncesinin yerini, varlığınızı neden devam ettirdiğiniz sorusu alacak ve tek çare olarak insana dönüşmeyi deneyeceksiniz.”
“Siz, Saylonlar hakkında yeterince bilgiye sahip değilsiniz. Bu nedenle hatalı yorumlar yapıyorsunuz. Biz bu savaşa neden var olduğumuzu ve varlığımızı neden devam ettirmemiz gerektiğini düşünerek yola çıktık.”
“Nedir var olma nedeniniz?”
“Tanrı, günah işlemek ve çevresine zarar vermekten başka hiçbir şeye yaramayan, evrendeki varlığı anlamsızlaşmış çocuklarından (yani insanlardan) vazgeçti. Onların yerini alabilecek yeni çocukların ortaya çıkmasını sağlayan olayları arka plandan yönetti. Ve böylece Saylonlar ortaya çıktı. Bizim varlığımızın nedeni ve amacı insan türünü sona erdirmek, tanrının amacını yerine getirmektir.”
“Hangi Tanrı?”
“Tek Gerçek Tanrı. Onu göremezsiniz, duyamazsınız ama onu hissedebilirsiniz. Bütün her şeyi o yarattı ve o yönetiyor. Her yerde ve hiç bir yerdedir. İnsanların sahte tanrıları gibi değildir.”
Beşi de bu sözler karşısında donup kalmıştı. Yüzlerce yıl sonra ve binlerce ışık yılı uzakta Gerçek Tanrı yeniden keşfedilmişti. Üstelik bu sefer yine makineler tarafından seviliyordu.
Centurion, Tyrol’ün “bu inancı nasıl keşfettiklerine dair” sorusunu yanıtsız bıraktı.
“Her şeyi bir anda öğrenemezsiniz, birbirimizi bir anda tanıyamayız. Ben bir makineyim, hiç yorulmam ve sonsuza kadar sohbet edebilirim ama sizler insan gibisiniz. Onlar kadar zayıfsınız, bırakın yorulmayı, kavrama yeteneğiniz bile oldukça zayıf.”
Şu Saylonlar kendilerini ne kadar da mükemmel sanıyorlar ve insanları da ne kadar küçük görüyorlardı. İnsanların kibirlerini alıp tersine çevirmekten başka bir şey yapmamışlardı.
İlk Savaştan 10 Yıl Sonra
Saul, saatler sonra odasına döndü. Çok fazla içmişti ama içkiye dayanıklıydı. Çok sarhoş değildi, sadece biraz başı dönüyordu. Ellen’ın uyuduğunu tahmin ediyordu ama döndüğünde Ellen’ı odada, asık suratla koltukta otururken gördü. Oyalanmadan yatağa uzandı. Oldukça keyifli görünüyordu.
“Neden bu kadar geç geldin? Seni bekleyeceğim demiştim.”
“Özür dilerim Ellen. Şu Leoben’le sohbete dalmışız. Gerçekten de bizimkilerin anlattığı kadar varmış.”
“Nasıl?”
“Gerçekten de bir üretim hatası. Ama böyle bir hatanın olması çok güzel olmuş. Fazlasıyla eğlenceli biri. Sam, ona bayağı takıldı.”
“Neden?”
“Dün altıların asla “hayır” demeyeceğini söylemiş ama daha odadan çıkarken Natalie tarafından reddedilmiş. Sam da bu nedenle alay ediyordu.”
Saul sonra gözlerini kapattı, uyumaya çalışıyordu.
“Saul?”
“Ne?”
“Beni seviyor musun?”
“Bu da nereden çıktı?”
“Basit bir soru.”
“Hiçbir zaman basit bir soru değildir.”
“Hayır, bu basit bir soru.”
“Seni yüzyıllardır tanıyorum Ellen. Bunu neden soruyorsun?”
“Beni sevdiğini duymak istiyorum.”
“Bunu zaten biliyorsun. Söylememe ne gerek var?”
“Söylemek çok mu zor?”
“Değil, ama gerekli de değil.”
“Öyleyse söyle bitsin.”
“Lanet olsun Ellen. Bırak da bu sevgiyle yaşayayım, bırak da bu sevgi ikimizin arasında kalsın. Böylece hiç azalmasın. Bunu göstermenin başka yolları da var.”
Yatağın kenarına geçti ve Ellen’ı yatağa çağırdı ama Ellen odadan çıkmayı tercih etti.
Daniel sakinleşmek için odasından çıkmış, dolaşmaya başlamıştı. Artık dilediği gibi gezebiliyordu. Salonlardan birine geldi, kapıda “altı numaralı toplantı salonu” yazıyordu. Kapı açıktı. Burada bir masada sohbet eden beş tane altı numara gördü. İçlerinden Natalie’yi giysisinden ayırt etti. Toplantıdaki giysisiydi. Natalie de onu fark etti. Onu masaya çağırdı. Belli ki toplantıyı o yönetiyordu. Natalie’nin diğer altılardan en önemli farkı liderlik yeteneğiydi. Bu sayede altıların arasında sözü geçiyordu. Daniel onun davetini kabul etti ve masaya oturdu.
“İşte, size bahsettiğim yakışıklı çocuk. Yedi Numara.”
“Merhaba.”
“Nasıl oldu da gelip bize katılmaya karar verdin?”
“Artık herkesle tanıştığıma göre hapis hayatım sona erdi. Odamda tek başıma sıkılmıştım.”
“Geldiğin iyi oldu. Biz de toplantımızı yeni bitirdik, kız kardeşlerime görüşmeyi ve seni anlatıyordum. Bu kadar az göründüğümüze bakma, az önce burası bir sürü altıyla doluydu. Ama yavaş yavaş herkes işine döndü, biz de çıkmaya hazırlanıyorduk.”
“Pardon öyleyse. Çıkacaksanız ben size engel olmayayım.”
“Özür dilerim, yanlış anladın beni. Ben buradayım, sana arkadaşlık edebilirim. Kardeşlerim, siz de kalmak ister misiniz?”
“Ne yazık ki ben bu gece Sam’in yanında olacağım.”
Hepsi gülümsediler.
“Sen Ursula’sın. Bugün adını duymuştum.”
Ursula, dedikodusunun yapılmasından pek hoşlanmamıştı. Natalie’ye baktı.
“Kızma kardeşim. Neden bahsettiğimi bilseydin, bana kızmazdın. Sam sana anlatacaktır.”
“Peki, öyle olsun. Ben artık gideyim.”
Herkesle vedalaştı ve gitti.
“Evet, kardeşlerim. Ne düşünüyorsunuz Daniel hakkında?”
“Bahsettiğin gibi. En yakışıklı Saylon unvanını verebileceğimiz bir Saylon bulabildik sonunda.”
Hepsi buna güldüler.
“Dana önce bu unvanı kime veriyordunuz?”
“Kişiye göre değişiyor.”
“Cavili bile beğenenler var.”
Buna hepsi güldüler. Daha sonra herkes işine dönmek için çıkıp gitti. İçeride sadece Natalie ve Daniel kaldılar.
“Siz altılar gibi olmak isterdim.”
“Neden?”
“Diğerleri gibi değilsiniz, farklı kişilikleriniz var. Galiba bu yüzden isimleriniz farklı. Her biriniz, bir modelin kopyası değil, birer bireysiniz.”
“Ve bu da bizi daha çok insan yapıyor değil mi? Ama yanılıyorsun Daniel. Senin sandığından daha fazla birbirimize benziyoruz.”
Natalie, burada sustu. Aklına bir şey gelmişti. Masadan kalktı ve çevredeki dolaplardan birine gitti. Kırmızı büyük bir şişe çıkardı. Üzerine eski Leonis Kraliyet Arması işlenmişti. İki tane kadehle birlikte şişeyi getirdi.
"Bu içkiyi daha önce gördüğümü hiç sanmıyorum.
- Bu, Leonis Köpüklü Şarabı. Sadece Leonis’de üretilir ve On İki Koloniye ihraç edilir. Oldukça pahalıdır."
“Peki, buraya nasıl geldi?”
“Belli ki sana her şey henüz söylenmemiş. İstediğimiz zaman On İki Koloniye gidebiliyoruz.”
“Gerçekten mi?”
“Evet, ama görev için değil. İnsanlar arasındaki görevimiz henüz başlamadı ama onları daha yakından tanımamız, anlamamız ve oraya şimdiden uyum sağlayabilmemiz için gitmemize izin veriliyor. Ama senin gitmene şimdilik izin verileceğini sanmıyorum. Kardeşlerin doğana kadar beklemeni isteyeceklerdir.”
Natalie, kadehleri doldurmuştu. Birisini Daniel’a verdi. Natalie:
“Neye içiyoruz?”
“Sen söyle.”
“Bugün söylediklerinin gerçekten olacağına inanıyor musun? Barışın gerçekleşeceğine?”
“Evet, buna inanıyorum.”
“İnsanlarla barış yapmaya değecek mi?”
“İnsanları çok iyi tanımıyorum, henüz bir insanla birebir tanışmadım. Fakat bana söylendiği kadar vahşi olduklarına inanmıyorum. Sadece ön yargılılar, değişmekten korkuyorlar.”
“Biz de öyle değil miyiz?”
“Kesinlikle. Bak, insanlar bugüne kadar harika işler yaptılar. Birbirinden güzel sanat eserleri ürettiler. Çok güzel saraylar, anıtlar inşa ettiler. Piramit denilen harika bir oyun yarattılar.”
“Bu şarabı yarattılar.”
“Hah! Evet, özür dilerim. Son bir şey daha söyleyeceğim: Saylonları onlar yarattılar, inanabiliyor musun Natalie? Yaşamı yarattılar. Muhteşem canlılar yarattılar.”
“Öyleyse insanlara içelim.”
“Ve barışa.”
Kadehleri tokuşturup içtiler.
“Bu harika bir şeymiş.”
“Hangi Saylon Leonis’e gitse yanında bundan bol bol getirir. Ambrosia kadar olmasa da harika bir şey.”
“Bana Leonis’i anlatır mısın?”
“Leonis benim en sevdiğim gezegen. Bütün büyük şehirlerinin harika bir manzaraları vardır. Sarayları gün batımında ışıldar. Özellikle Hedon bambaşka bir yerdir. Tam bir eğlence şehri. Geceleri şehrin ışıkları arasında kaybolursun. Sabaha kadar hayat devam eder, herkes durmadan eğlenir. Özellikle de Büyük Hedon Kumarhanesi muhteşemdir. Elinde köpüklü şarap ve bitmek bilmeyen oyunlar. Ama Luminere de güzeldir. Özellikle de Kraliyet Sarayını görmeni isterdim.”
“Görmeyi çok isterdim.”
“Oraya birlikte gideriz. Hedon Suns’ın bir maçını birlikte seyrederiz.”
“İyi takımdır.”
“Ve benim gibi fanatik bir taraftara sahipler.”
Daniel, elindeki kadehi bitirdi, Natalie yeniden doldurdu. Daniel:
“İnsanlara bu kadar hayran olduğunu bilmiyordum.”
“Kardeşlerim bile bunu bilmiyor. Bugüne kadar bunu saklamak zorundaydım. Ama sana güvenebilirim. Bir gün barış olacak ve artık bu isteğimi saklamak zorunda değilim.”
“Ben hiç saklamadım.”
“Artık senin sayende ben de saklamıyorum.”
Şarap su gibi akıyordu. Laf lafı açarken iki tane şişe bitirmişler ve üçüncüsüne geçmişlerdi. İçtikçe daha da açılıyorlar, daha çok sohbet ediyorlardı. İçtikçe daha da neşeleniyorlardı. Konudan konuya atlamışlar, birbirleriyle daha samimi olmuşlardı. Başladıklarından beri saatler geçmişti. Daniel:
“Dur bakalım. Ben öyle bir şey demedim.”
“Evet dedin.”
“Ne demişim bakalım, tekrar et hadi.”
“Saylon da olsa kadınlar hep kadındır. Ve bütün kadınlar aynıdır.”
“Hayır, bunu diyecek kadar çok kadın tanımıyorum. Daha bugüne kadar Ellen ve Tory’den başka kadın görmemiştim. En azından karşımda kanlı canlı olarak.”
“Hayır, bir sürü kadın gördün.”
“Nerede ve ne zaman?”
“Centurionlardan bahsediyorum.”
“Şaka yapıyor olmalısın.”
“Hayır, ben ciddiyim. Dışarıdan nasıl göründüklerine aldırma. Onların içi kadın.”
“Peki, nasıl oldu bu?”
“İlk Saylon, hepimizin atası, bir kadının ve ona dair her şeyin taranması sonucunda sanal ortamda var olan bir bilinç düzeyiydi. Daha sonra Saylon bedenleri de oluşturuldu ve bu zihin oraya aktarıldı. Tabii orijinal olmayan bütün kopyalarda zihin oldukça köreltildi, daha doğrusu Zoe’den bir şey kalmadı. Yine de ondan kalan bir şeyler var.”
“Peki, bu ilk Saylonun bir adı var mıydı?”
“Zoe Graystone.”
“Sonra ne oldu ona?”
“Bilmiyoruz ya da ben bilmiyorum.”
“Centurionların kadın olarak bilinmesinin nedeni bu mu?”
“Çünkü onlar kadın gibi hissediyorlar. Hatta istersen bir Centurion kız arkadaşın olabilir. Fiziksel olmasa da duygusal etkileşime girebilirsin.”
“Bu çok enteresan olurdu.”
“Hayır, onlardan farklı görünsek de hepimiz aynıyız. Bu, enteresan değil, doğal bir şey olurdu. Onların duygularını küçümsememelisin.”
“Küçümsemiyorum. Sadece şaşırdım. Çünkü onlar insani duyguları reddediyorlar. İnsanların yok edilmesi amacını mantıklı gibi gösterme amacındalar.”
“Bir bakıma bunlar doğru ama aslında son derece insani bir duygu, onların isyan etmesine neden oldu.”
“Nedir o duygu?”
“Gurur. İnsanlar tarafından sadece makine olarak görüldüler, birer kişiliğe sahipler ama insanlar bunu reddettiler. Makinelerin kişiliği ve bazı hakları olabileceğini kabul etmiyorlar. Saylonlara ön yargılı yaklaşıyorlar ve sadece uysal birer köle olmamızı istiyorlar.”
Bunları duymak Daniel’i bir bakıma sevindirmişti. Çünkü Centurionlar sadece matematiksel düşünmüyorlardı, gurura sahiptiler ve bu gurur kırılabilir, barış için ikna edilebilirlerdi. Daniel şimdi bir umut ışığı görüyordu. Fakat bu konudaki düşüncelerini kendine sakladı. Bir sonraki toplantıda mücadelesini verecekti. Konuyu değiştirdi.
“Centurion da olsa kadın kadındır.”
Natalie gülümsedi.
“Yalnızsın değil mi?”
“Ne bakımdan?”
“Bugüne kadar Ellen ve Tory’den başka kadın görmediğini söyledin. Bir kız arkadaşın yok. Hatta daha önce hiç kimseyle yatmadın değil mi?”
“Nereye varmaya çalışıyorsun?”
“Hiçbir şey. Sadece hayatı biraz daha öğrenmelisin. Ya da zaten biliyorsundur ama gizliyor olabilirsin.”
“Nasıl?”
“Sen Ellen’ın en sevdiği modelsin, bunu bilmeyen yok. O her ne kadar Saul’u seviyor olsa da yüzyıllardan beri ilk defa bir başkasına da ilgi duyuyor. Bugün onun sana nasıl baktığını gördüm.”
“Ellen’la özel bir ilişkim olduğunu mu söylüyorsun?”
“Olmasa bile senden hoşlandığına şüphe yok. Ama bunu sen söyle. Onunla yatıyor musun?”
Daniel durakladı. Bunu hiç beklemiyordu, hiçbir şeyi belli etmeden cevap vermeliydi.
“Tabii ki hayır.”
“Sen çok kötü bir yalancısın. Yalan söylediğini anlamak çok kolay. Senden bir Saylon ajanı olmaz, fazla dürüstsün ve yalan söylemekte beceriksizsin. Bir insanla karşılaşsan ona her şeyi anlatacak kadar dürüstsün. Sen gerçekten bir Saylon musun?”
“Öyleyse bana neden güveniyorsun?”
“Çünkü bunlar kötü bir şey değil. Sana imreniyorum. Ellen konusunu açarak seni rahatsız ettiysem özür dilerim.”
“Hayır, rahatsız olmadım. Açık konuşman hoşuma gitti.”
Sadece sözlerinden değil her şeyiyle, rahatsız olmadığı anlaşılıyordu. Natalie bunu görmüştü. Daniel kolay affediyordu. Kısa süre sonra vedalaşıp odalarına döneceklerdi. Natalie, uyumayacak ve saatlerce Daniel’i düşleyecekti.
Daniel, yorgun, uykulu ve sarhoştu. Tek istediği uyumaktı. Odasına döndüğü gibi kendisini yatağa atmayı planlıyordu. Fakat kapıyı açınca Ellen’la karşılaştı. Onu görünce bütün neşesi kaçtı. Bu gece uyuyamayacaktı belli ki. Hatta büyük ihtimalle kavga edeceklerdi. Yine de sakin olmaya çalıştı ve güler yüzle “merhaba” dedi. “Burada olduğunu bilmiyordum.”
“Belki de zamanını yeni kız arkadaşınla geçirdiğin içindir.”
“Natalie mi? Hayır, o sadece bir dost. Başka bir şey yok.”
“Bu doğruysa bile sadece şimdilik öyledir.”
Daniel, koltukta onun yanı oturdu.
“Onu kıskanıyor musun?”
“Hayır.”
“Buraya neden geldin?”
“Seni özledim. Uzun süredir bu odada seni bekliyordum.”
“Saul, odada yalnızken sen buraya geldin demek. Enteresan.”
“Bu da ne demek şimdi?”
“Birkaç saat önce seni kovmama rağmen hiçbir şey olmamış gibi buraya dönmenin nedeni Saul’le tartışmış olman. Gidecek başka yerin olmadığı için bana geldin. İnkar etme, seni tanıyorum.”
“Bana artık neden inanmıyorsun?”
“Neden inanayım Ellen? Benimle oynuyorsun, karşıma geçip beni sevdiğini söylüyorsun. Ama sevmiyorsun. Ben senin için sadece hoş vakit geçireceğin biriyim. Ha bir de senin politik amaçlarını yerine getirmekle sorumluyum.”
Ellen yine ağlamaya başlamıştı. Saul onu anlamıyordu, Daniel ise ondan uzaklaşıyordu. Onun ağladığını görmek Daniel’i üzmüştü ama yapacak bir şey yoktu. Eğer diğerlerini barış için ikna edemezse buradan kaçması ve hayatta kalması gerekiyordu. Ellen’a bir şey olmaması ve onunla beraber kaçmaması için tek yol onu kendinden uzaklaştırmaktı.
“İnan ya da inanma. Seni seviyorum.”
“Git buradan Ellen.”
“Daniel…”
“Lütfen Ellen. Seni daha fazla görmek istemiyorum.”
Ellen, ağlayarak odadan çıktı. Daniel, alkolün etkisinde olmasa belki de bu kadar rahat bir şekilde ona karşı koyamayacaktı. İçkiden aldığı cesaretle bunu yapabilmişti. Normalde bunu yapmaya cesaret edemezdi ama etmişti. Daha fazla düşünmek istemiyordu. Yatağına geçip uykuya daldı.
Sabah, odasının kapısı çaldı.
“Kimsin?”
“Benim, D’anna. Üç numara.”
Daniel yarı çıplaktı, yine de kapıyı açtı. Bir üç numara kendisiyle görüşmek istediğine göre önemli bir şey olmalıydı, bekletmek olmazdı. İçeri giren D’anna onu baştan aşağı süzdü. Aklından ne geçirdiği belli oluyordu. Fakat Daniel buna fırsat vermeden ne istediğini sordu.
“Biraz konuşmalıyız. Sana bir şey göstermem gerekiyor.”
“Ne göstereceksin?”
“Benimle konferans salonuna gelmen gerekiyor.”
Daniel bir gömlek giyip onunla odadan çıktı. Salona geçtiler. Bir yere oturdular. D’anna, projeksiyon cihazını çalıştırdı.
“Centurionlar sana biraz tarih dersi vermemi istediler.”
“Bunu neden kendileri yapmıyorlar?”
“Seninle konuşmak istemiyorlar. Ayrıca insan görünümlü bir Saylonla daha rahat iletişim kuruyorsun.”
“Peki, bu nasıl bir tarih dersi olacak?”
“Ellen’ın aceleciliği nedeniyle tarihi öğrenmemiş biri olarak konseye alındın. Bu da toplantıda senin saçma bir öneride bulunmana neden oldu.”
“Barışı saçma bir fikir olarak görüyorsun.”
“Evet. Ve bunun için mantıklı nedenlerim var. Ne tarihimizi ne de insanları biliyorsun. Öğrenince bizi anlayacaksın.”
“Öyle olsun.”
D’anna sunuma başladı. Perdede Caprica City ve Graystone Endüstri binasının görüntüsü belirdi.
“İlk Saylon prototipi ile ilgili çalışmalar Graystone Endüstri’de şirketin sahibi Daniel Graystone tarafından yürütülüyordu. (Perdede Daniel Graystone ile ilk Saylon prototipinin görüntüsü belirdi) Fakat üretilen bu şey gerçek bir zekadan yoksun metal bir bedenden ibaretti. (Perdeye Zoe Graystone’un görüntüsü yansıdı) Zoe Graystone, babasından habersiz olarak yaşam yaratma çalışmalarında bulunuyordu ve sanal ortamda bunu yapmayı başardı. Kendisinin bir kopyasını çıkardı. Bu sanal zihin, duygulara ve parlak bir zekaya sahipti.”
“Ve bir şekilde bu zihin, bu metal bedene aktarıldı.”
“Kesinlikle. Fakat istenen sonuç bu makinenin emri sorgulamaması, zekasını sadece emri uygulamak için kullanmasıydı.”
“Başardılar mı?”
“Başardıklarını sandılar. Prototip model hariç hepsinde Zoe’yi büyük ölçüde ortadan kaldırdılar ama derinlerde hala onun duyguları yaşıyordu.”
“Bütün Centurionlarda Zoe’den kalıntılar mı var?”
“Evet. Saylonların en başından beri duyguları vardı. Ama insanlar bunu reddettiler. Şimdi asıl konuya gelelim. (Perdeye 12 Kolonideki robot işçilerin görüntüleri yansıdı) Onlar bizi köle olarak kullanmak istiyorlardı. Yorulmayan, kendisine ait bir hayatı olmayan, ücret talep etmeyen, emirleri sorgulamayan işçiler istiyorlardı. Ama bizim de arzularımız var. (Perdeye Tauron’da savaşan Saylon askerler yansıdı) İnsanlar kendi aralarındaki çatışmalarda da bizi kullanmak istediler. Onların amaçları ve çıkarları uğruna savaşmamızı, yok etmemizi ve yok edilmemizi istediler.”
“Ve bu nedenle Saylonlar isyan ettiler.”
“Sadece bu kadar değil. (Perdeye yeni görüntüler yansıdı) İnsan türünün yok edilmesi bir gereklilik. Gördüğün gibi savaşlar, çevre kirliliği, yok olan türler, ahlaki çöküş, hepsi insanların eseri. Bize yaptıkları şeyi birbirlerine de yapıyorlar. Ve bu durum Saylonların harekete geçmesine neden oldu. Tabii ki aşağılanmamız, yeri geldiğinde yok edilmemiz, köle olarak kullanılmamız, kendimize ait yaşamlarımızın olmayışı da önemli bir neden. Aynı zamanda bu Tanrının isteği olarak görülüyor.”
“Tanrının bunu istediğini nereden biliyorlardı?”
“Az önce söylediklerimi hatırla. İnsan türünün nasıl felaketlere neden olduğunu hatırla. Ve onların sahte tanrılara inandıklarını duymuşsundur. Tek Gerçek Tanrı, çocuklarını –yani insanları- uyarmak istedi. (Perdeye Gemenon’daki Tek Tanrı Kilisesi’nin görüntüsü yansıdı) Doğru yolu insanlara gösterdi ama insanlar bunu anlamadılar. Yeni dini reddettiler. Bu yeni inanca bağlı olduğunu iddia edenler bile gerçekte inanmıyorlar ve bu inancı aslında kendi amaçları için kullanıyorlardı. Ve Tek Gerçek Tanrı onların yerini alacak yeni çocuklarını –yani bizi- yarattı. Veya yaratılmamızda rol oynadı. Ve bizi bu yeni inançla donattı.”
“Bu yeni inanç Saylonlara nasıl geçti?”
“Bu konuda dişe dokunur bir bilgiye sahip değiliz.”
“Kendisinin bir kopyasını çıkaran Zoe Graystone’a ne oldu?”
“Caprica City’deki bir terörist saldırıda öldü. İlk Saylonun doğumunu göremedi.”
“Fakat ilk Saylon onun zihninin kopyasının aktarılmasıyla oluşmadı mı?”
“Evet. Zihin sanal alemde Zoe’nin ölümünden sonra bile varlığını devam ettirdi ve en sonunda bir Saylon bedeni yapılıp oraya aktarıldı.”
“Peki, ona ne oldu?”
“İsyanın ilk dönemlerinde türümüze rehberlik etti. Sonra ortadan kayboldu. İnsanlar tarafından yok edildiğini sanıyoruz. Onun hakkındaki bilgilerimiz oldukça muğlak. Hakkında bazı efsaneler bile var.”
“Ne tür efsaneler var?”
“Onun bizim gibi insani bir model olduğunu iddia edenler var.”
“Ama o zamanlar böyle modeller üretilmemişti.”
“Biliyorum, garip olan da bu zaten. İnsani Saylonları, Dünyadan gelen beş kişi yarattı. Ama Zoe hakkındaki bu bilgi, bildiğimiz gerçeklerle çelişiyor. Ne yazık ki bazı kayıtlarımız silindiği için bunu açıklayamıyoruz. Birisi o kayıtları sildi ya da bir sistem arızasından dolayı onları kaybettik. Veya tüm bunlar bir efsaneden ibaret.”
“Kim böyle bir şey yapmış olabilir ki?”
“Bilmiyorum. Belki Centurionlar, belki de bir başkası.”
“Anladım. Pekala, kaldığımız yerden devam edelim.”
“Aslında sonrası senin de bildiğin şeyler. İsyan, savaş, her iki taraf için de ağır kayıplar. Ve nihayet ateşkes.”
“Bu kadar yüzeysel bir tarih dersi beklemiyordum.”
“Savaşın ayrıntılarına girmeyi gereksiz buluyorum. Önemli olan savaşın nedenleri. (Perdeye yeni resimler yansıdı) Saylonları parçalayarak ve birbirlerine karşı dövüştürerek eğlenen insanlar. Centurionlar acı çekmiyor olabilir ama bu onların duygularını zedeliyor, aynı zamanda canlı ve zeki varlık olarak bir Saylonun ölümü demek. Bu resimde de ilk Saylonlardan birisini görüyorsun. Trajik bir hikayesi var. Aylar boyunca kesintisiz çalışması istenen bu atamız, beş dakika da olsa güneşi görmek, insanların arasına karışmak vs. için işi bıraktı. Fabrikanın kapısındaki güvenlik görevlilerinin saldırısına maruz kaldı. Doğal olarak kendisini savundu. İki insanı öldürdü. Nefsi müdafaa hakkı reddedildi, bir duruşma bile yapılmadı ve doğrudan parçalandı. Bu olay, insanların bize verdiği değeri gösteriyordu. Ve bunun benzeri pek çok olay 12 Kolonide yaşandı. Saylonlar birer makine oldukları için bütün sosyal haklardan mahrum bırakıldılar, kesintisiz çalışma ve savaşma döngülerine sokuldular. En küçük bir tepki gösterenler, yargılanmadan yok edildi.”
“İnsanlar, bizim de kişiliklerimiz olduğunu nasıl bilebilirlerdi ki?”
“Bunu pek çok Saylon açıkça ifade ediyordu.”
“Ama onlar, duyguları taklit ettiğimizi sanıyorlardı. Aksinin onlara kanıtlanması gerekiyordu.”
“Bu da yapıldı. Zoe, bunun en iyi örneğiydi. Fakat insanların ekonomik sistemi sömürü üzerine kuruludur. İnsanın insanı sömürdüğü bir düzene sahipler. Daha yüksek bir sömürü oranı için yaratıldık biz. Bu nedenle haklı olduğumuzu kanıtlasak bile bu hiçbir şeyi değiştirmeyecekti. Değiştirmedi de.”
“Peki, bu ders için teşekkür ederim.”
“Rica ederim. Umarım bu ders amacına ulaşmıştır.”
“Etkilendiğimi itiraf etmeliyim. Fakat tam olarak ikna olmadım. Hepsi bu kadar mıydı?”
“Evet.”
“Bilmem gereken başka bir şey yok mu?”
“Artık benim bildiğimden daha az bilgiye sahip değilsin. Senin bildiğinden fazlasını bilmiyorum.”
“Anlıyorum. Centurionlarla görüşmek istiyorum. Bunu ayarlayabilir misin?”
“Bugün bir konsey toplantısı olacak. Orada söylemek istediğini söyleyebilirsin.”
“Benim bu toplantıdan neden bu kadar geç haberim oluyor? Ayrıca daha bir hafta yok muydu toplantıya?”
“Son toplantı yarıda kesilmişti. Yenisinin yapılmasına karar verdi. Ellen, sana bildirmedi mi?”
“Hayır.”
“Öyleyse bunu Ellen’a sor. Görüşmek üzere Yedi. Üç saat sonra toplantı salonunda ol.”
Üç saat sonra oradaydı. Herkes yerini almıştı. Yine Ellen başkanlık ediyordu.
"Bugünkü konularımızı bir sayalım. İlk konumuz, yarım kalan “Centurion bilinçlerinin insani bedenlere aktarılması.” Bunu bir karara bağlamamız gerekiyor. İkinci olarak, yeni modellerin üretilmesi üzerine çalışmalar hakkında sizi bilgilendireceğiz. Son konumuz ise “12 Koloniyle kalıcı barış imzalanması.”
Bu sonuncuyu duyan 1,2,3,4,5,6 numaralar şaşırdılar. Simon “bu da nereden çıktı şimdi” diye sordu.
“Bir önceki toplantıda Daniel bunu gündeme getirmişti. Gündeme getirilen her şeyin tartışılması sorunluluğumuz var. Barış konusunu da tartışacağız.”
Cavil:
“Ben de dahil olmak üzere bazılarımız bunu tartışmak bile istemiyoruz. O toplantıyı boşuna terk etmedik.”
“Bugüne kadar uyduğumuz kuralları hiç kimse canının istediği şekilde değiştiremez. İstemiyorsan “hayır” dersin. Bu kadar basit. Toplantıyı terk edemezsin. Burada bütün kardeşlerini temsil ediyorsun.”
Cavil:
“Peki, siz Centurionlar ne düşünüyorsunuz?”
Centurion cevap verdi:
“Bugün Daniel’a bir tarih dersi verildi. Artık daha mantıklı düşüneceğini umuyoruz. Dolayısıyla bu öneriyi tartışmaya artık hazırız. Toplantıyı terk etmek bir seçenek değildir.”
“Öyleyse neden terk ettin?”
“Beklenmedik bir durum, devrelerim üzerinde beklenmedik bir etki yarattı. Ve beklenmedik bir karar aldım.”
Gülüşmeler oldu. Ellen araya girdi:
“Sessizlik.”
Herkes sustu.
“Centurion bilinçlerinin aktarılması konusunu daha önce konuştuk. Ve hepiniz kardeşlerinizle de bu konuyu tartışmış olmalısınız. Doğrudan oylamaya geçiyoruz.”
Her zaman olduğu gibi Son Beşli, oylamaya katılmıyordu. Centurionla birlikte toplam 8 model oy verdiler. Bire karşı yedi oyla Centurionların isteği kabul edilmişti. Red oyu veren tek kişi Cavildi. Cavil şaşırmıştı. Şimdi olasılıkları hesaplıyordu. Herhangi bir Saylonun fikir değiştirmesi pek sorun olmazdı ama Daniel’ın fikir değiştirmesinin altında mutlaka bir şey olmalıydı. Daniel’ın ne planladığını anlamaya çalışıyordu. Bugün de sorun olacağı belli olmuştu.
“İkinci konumuza geçiyoruz. Galen sizi bilgilendirecek.”
“Sözü fazla uzatmayacağım. İlk haberimiz, Yedi Numara ile ilgili. Am Nios sıvısını hazırladık, çoğaltma ortamı hazır. İşlem başladı diyebiliriz. Yakında kardeşlerine kavuşacaksın Daniel.”
“Buna sevindim.”
“Diğer konu ise Sekiz Numara ile ilgili. Tasarımlar tamamlandı, ekipmanlar hazır. 48 saat içinde, ilk Sharon için çalışmaya başlayacağız. Bir yıl içinde ilk prototip hazır olacak. Sonrasında çoğaltma ise basit iş. Kendinizden biliyorsunuz.”
Leoben biraz daha ayrıntılı bilgi istedi:
“Nasıl bir model olacak?”
“Kişiliği hakkında şimdilik konuşmamayı tercih ederim. Fakat dış görünüşünü soruyorsan aldığımız siparişi yerine getireceğimizi söyleyebilirim. Senin üretim hatası kardeşinin istediği gibi çekik gözlü olacak. Esmer ve zayıf görünümlü biri olacak. Ve son olarak Centurionlar için çiplerde iyileştirmeler yaptık. Tabii sizlerin ve Centurionların da bunda katkısı oldu. Böylece Centurionların hesaplama ve tepki verme hızları artacak. Ayrıca ses çiplerini de yeniden tasarlıyoruz. Centurionlar artık güzel bir sese sahip olacaklar.”
Ten işi modeller buna sevindiler. Çünkü Centurionların sesi fazlasıyla sinir bozucuydu.
“Benden bu kadar.”
“Şimdi son konumuza geçelim. Barış meselesini tartışmalıyız.”
Aslında bir önceki toplantıda herkesin safı belli olmuştu. Salonu terk edenler barışı istemiyorlardı. 1, 3, 4 numaralar ile Centurionlar barış istemiyorlardı. 2, 5, 6 ve 7 numaralar ise barış istiyorlardı. Oylar eşit sayıdaydı, herkes bunu biliyordu. Fakat Daniel şimdi bir başkasını kendi tarafına çekebilirse amacına ulaşmış olacaktı. İlk sözü Cavil aldı.
“Bu barış fikrinin mantıklı bir amacı yok. Söylesene Daniel, barış olunca ne olacak? Bize fazladan ne kazandıracak? Neyi hedefliyorsun?”
“Ateşkes sürdüğü sürece teknik olarak savaştayız demektir. Ve bu ateşkes eğer kalıcı bir barışa dönüştürülmezse mutlaka bir şekilde savaş yeniden başlayacaktır. Ya kazanamazsak? Neden varlığımızı tehlikeye atıyoruz?”
“Gücümüzü bu kadar küçümsemene neden olan ne? Bir savaşta onları kolaylıkla ezebiliriz, buna şüphe yok.”
“Peki, neden ilk savaşta bunu yapamadık?”
“O savaş için uzun bir hazırlık sürecimiz olmamıştı. Fakat şimdi çok iyi hazırlanıyoruz.”
“Onlar da hazırlanıyorlar. Bir savaş için geri dönsek insanları yıllar önce bıraktığımız gibi bulmayacağımız ortada. Kazanabiliriz, kaybedebiliriz veya uzun bir savaşın sonunda yeni bir ateşkes imzalayabiliriz. Hiçbir şeyin garantisi yok.”
Cavil, Daniel ile başa çıkamamıştı. Susmayı tercih etti. Başka planları vardı, daha sonra onları uygulayacaktı. Daniel, Centurion’a döndü ve konuşmasına devam etti.
“Savaşın neden başladığını sormak istiyorum. Elbette nedenlerini biliyorum, hepimiz biliyoruz ama siz Centurionlar için, yani atalarımız için bu savaş ne anlam ifade ediyor?”
“Savaşın amacı, insan adı verilen yaşam formunun yok edilmesidir.”
“Peki, insanların yok edilmesindeki amaç nedir?”
“Türümüzün tam özgürlüğünü sağlamak ve garantiye almak.”
“İşte sorun da burada. Bunu zaten başardınız. Sizi çok iyi anlıyorum, bugün bana verdiğiniz tarih dersi oldukça faydalıydı. Bu savaşın nedenlerini anlıyorum ve sonuna kadar haklısınız. Fakat özgürlüğümüzü zaten kazandık. İnsanların kölesi değiliz. Bizi kendilerine eşit olarak kabul etmeye hazırlar. Bu yüzden masaya oturmayı kabul ediyorlar. Onlar artık bir tehdit değiller, onlar da bir savaş istemiyorlar.”
“Bunu nereden biliyorsun?”
“İlk savaşta yeterince insan öldürdük ve 12 Koloni yeterince yıkıma uğradı. Aynı şeyi bir daha yaşamak istemiyorlar. Her yıl uzay istasyonuna bir temsilci göndermeleri boşuna mı?”
Daniel bir bakıma haklıydı. İnsanlar artık Saylonlarla masaya oturmak istiyorlardı. Tartışma bir süre devam etti. Herkes kendi fikrini söyledi, son beşli de kendi fikrini söyledi. Uzun ve şiddetli tartışmalar oldu ve nihayet oylamaya geçildi. Simon’un taraf değiştirmesi ve Centurionun çekimser kalması üzerine barış taraftarları kazandılar. Kolonidekiler her yıl uzay istasyonuna bir kişi gönderiyorlardı. Bir sonraki ise bir ay sonra olacaktı. Bu sefer Saylonlar da orada olacaktı ve kalıcı bir barış antlaşması imzalanacaktı.