Savruk Kırıntılar: Birinci Bölüm

Yağmur, yeryüzü ile olan geçici ayrılığını yaşamıştı.Yola da ıslak öpücüklerini bırakmayı unutmamıştı.Birikintiler, öksüz bir bank misali bir kadının yüzüne ev sahipliği yapıyordu.

Kadının bakışları hiç geciktirmeden yalnızlığını taşımaya devam ett.Küfe de neler neler vardı.Hatıraları, var oluşunu tamamlayan biçimsiz sessizlik gibiydi.Çocukluğu vaktinde gelmemiş ve onun çocukluğunu giyinmişti yalnızlığı.Her adım atışı kaybolan geleceğinin salınımlarıydı.Her attığı gülüşte yüzü köhne hayallerinin barınakları yapılandırılmıştı.

Zaman, onun için hiçbir şeyle her şey arasında giden vagonları oyuncak bebek dükkanlarıyla dolu trendi.Araç, doğum garından başlıyordu seferine: önceden belliydi pilli bebeklerin biletleri.Bu trenin gidişi her şeyeydi: pili biten oyuncak bebeklerin istasyonuna.

Aşk, çocukken gelmişti kapısına ancak ziyaretçiye kapılma katsayısı düşük bir etkilemeden öte değildi.Hayatın taşlı yollarına yağan üniformalı bir kar tanesiydi.Umut bulutları düş dökerken hayatını bembeyaz bir gelecekle boyayacaktı.Ne kar tanesi oldu ne de dolu,asit yağmurlarına çevirdi yılları.

Aşk, çocukken gelmişti kapısına.

“Çocukluk aşkı nedir ki; bir seher vakti çiçek açar akşamleyin ışıksız solar.Sahillere çizilen isimler misali dalgalar siler geçer.Çocukluk aşkı işte: o zamanın değirmenine koysan o dönemde öğütülür gider.Çocukken aşkın gidince ne kadar ağlarsın ki: kimi zaman bir bademli çikolataya kimi zaman da bir pamuk şekerine tav olursun.Çocukluk aşkı işte: bademin üzerine giydiği çikolata gibi zaman geçtikçe (badem üzerini çıkarınca) nasıl ki ağzında erirse çikolata, aşkın da anılarına eriyor.”

Aşk, onun kalbinden pılını pırtını topladı gitti.Aşka ne anahtar verdi ne de maymuncuk.İkiside birbiriniden ayrıldığına pek müteşekkirdi.Aşk işte çocukluğu kadar yer yakmıştı ömründe tabii yakılacak bir çocukluğu varsa.

Bir söğüt ağacının altına oturmuşcasına insanı dinlendiren kahve gözlerinin baştan çıkarıcı kokusu ne kadar da etkileyiciydi.Orada kalmak isteyenlere bir meltem misali salınıp keyif veriyordu.Saçları gecenin inceltilmiş, yetmemiş damıtılmış, üstüne üstlük çözünmüş koyuluğuyla kestane renginin koyuluğunun tepkimesinden doğan çikolata kıvamıydı.Giyiminde üst sıralardaki renk siyahtı.Favorisi, kahve gözleriyle ve koyu kestane saçlarıyla ince bir uyum teşkil ediyordu.Üzeinde dururken siyah; kendisine yakın renkte koyulukta birisiye buluşunca,ikisi arasındaki etkileşim iki sevgilinin kolkola yürüyüşü gibiydi.Yanında daha açık tonlu örneğin sarı olunca iki sevgili öpüşüyordu sanki.Hele ki beyazla münasebete girdiğinde iki sevgili sevişiyordu.Siyah ve getirisi şıklık onda adeta başkalaşım geçiriyordu.Gelgelelim bu renk seçimindeki uyum zaman ve hayat arasında ayrılık rüzgarları estiriyordu.

" Zaman vızır vızır çalışan bir anayoldu ve oradan geçen arabalar çeşit çeşitti.Çoğu baktıkça hızlanıyor ama hiç yavaşlayan yoktu.Yıllar işte birbirlerini beklemiyorlardı.Hiçbirinin kuralları iplediği yoktu; bazıları sağdan sollama yapıyor bazıları da yüksek tonajlı olup yolda çökmelere sebep oluyordu.Düşbozumu bakışlı kadın yol kenarına bekliyordu.Kalbinden ruhuna ya da ruhundan kalbine geçecekti ama elinden tutan yoktu ta ki aşk tekrar tutana kadar."

Gözlerinde hüzün bulutları toplanmış, dokunsalar çisil çisil yağacaktı yüzüne.Yalnızlığın izcileri kamp ateşi kurmuştu bakışlarına.Aslında aşkı, düşüncelerinin tellerine asmıştı ki bu ruhunda ve kalbinde hep hissettiği korkuydu.Bağbozumu gecelerle bu telleri akort etmiş ve iki tel arasında aşkın anlamı gidip gelmişti.Tınılarında kuzguni ayların soluğunu bırakırken nakaratları da incinmiş yankılar kreşendosunu ortaya seriyordu.

Ve bir gün kamp ateşi söndü.

Kulubesinin dışına çıkmak için hareketlendi.Kilitli kapısını açıp evinin yolunda eski dostlarindan birini gördü.Yaklaştıkça fark etti ki gelen aşk.Bakışları yemyeşil ik ormana düşmüştü.Oralarda gezinmekten hep keyif alıyordu.Aşk işte koşa koşa geliyordu ya da o, aşka koşuyordu.Belli ki ziyaretçi onu çok aramış,çok uzun uzun yol kat etmiş,çok dolaşmıştı.İkisi hasret giderip kucaklaştılar.Gelen biraz üşümüş gibiydi, kulübeye baktı dağınık; kahve gözlünün duyguları karışık demleniyor.Aşk ‘ben olmayınca kalbin ne halde’ diye düşündü.Zavallının duyguları çatışıp duruyordu çünkü içeride çok sıkılmışlardı.Aşk ise tam zamanlı rehber olarak onları kulübeden çıkarıp gezdirmeye başladı.

“Aşk işte; kumdan kaleler misali biri gelip kuşatmaya kalkar.Bütün teçhizatları bakışları ve gülüşlerinde hazırdır.Çekici halini takınır ve tüm ekipmanlarıyla saldırıp kaleyi yıkar geçer de geriye kum tanecikleri kalır.”

Aşkı kalbine sevgiyle yazdı bir mektuba yazar gibi.Kalemin izleriyse dilindeydi.Yüreğinden gözlerine heyecanla taşımış, bakışları ise mektubu yemyeşil ormana götürmüştü zira alıcı oradaydı. Zarf ormanın kalbine gitmiş ardından sahibi de bir kağıt göndermişti.Kalemi diliydi ve izleri alaydı.

Aslında kahve yeşil fincana hiç dökülmemişti.

Aşk, onu esir,köle etmişti; keşke gelmeseydi; apar topar olmuştu zaten. ‘Hem kim çağırmıştı onu.’ Aşk, ona göre evsiz kalmış ve yatacak yer aramış bir süre dinkendikten sonra çekip gitmişti.Kadın, yüzündeki duvarları badanalayıp duruyor; aşk yüzünden ıslaklık hiç kurumuyordu.

Artık kararını vermiş aşkı istemiyordu çünkü ona çok acı vermişti.Gelip antikaları aratmıştı ki onlar bile vefalıydı.Aşk, çok cilalanmış olup bunun sonucunda yalnızlığı küsmüştü kadına.Bir gariban misali üvey evlata dönmüştü adeta.Aslında kadın yalnızlığıyla mutluydu ama aşkı tekrar giyince frapan olmuştu yüreğine.Yalnızlık kalbine ne kadar sadıksa aynı oranda aşk nankördü. Cefası da cabasıydı.

Aşk zaten hep orantısızdı onun için.Bir türlü düşüncelerine tam olarak oturmuyordu; ya şişmandı egzersiz gerektiriyordu ya da zayıftı kilo almaya ihtiyacı vardı.Kalemine de onu doğru düzgün giyemiyor bazen de konu mankeni oluyordu ama…

Yazmaya kalksa, onu podyuma çıkarsa imgeler hep fazla mesai yapıyordu.Hiç sevmediği bazı elbiseler gibiydi aşk.Sanal bile olsa yalnızlığını, ona kapılarak aldatıyordu.Bazen de kandırılan hiç çekilmiyor ayrıca hiç boşanma talebinde de bulunmuyordu.Demirbaş misali her eve lazım mutfak robotuydu.

Yağmur bir kez daha sevgilisiyle buluştu.Onun banktayken yüzüne gözyaşlarının inayetinde sağanak şeklinde iniyordu.Yaşlarında hüzünlerinin dikim evinden getirdiği yüzü eski düş koltukları bulunuyordu.Onların üzerindeki alınmış tozlar ise umutlarıydı.Bunların üzrinde geçen yıllarını izleyen seyirci, oturuyordu.

Hayat, kurduğu cümlelerle ve onların oluşturduğu paragraflardakinin bazıları onun için zemheriydi.Her kelimesi buz kütleleri olup yüreğini üşütüyordu. Yaşam içinde yoğunlaşan sevimsizlik ve yapaylık dudaklarından buz parçaları şeklinde korkularını dağıtıyordu güzel yüzüne.

“Aşk,ruhla kalp arasında çift taraflı bir aynaydı ve bazen duygular istemsizce yansıyabiliyordu; kimileri eğri büğrü kimileri ise düzgündü.”

Kadın, yağmurun arkadaşlığıyla kaldırımda yürümeye devam ederken yanından hızlıca bir araba geçti ve ileride durdu.Araç hareket halindeyken yoldaki su birikintilerini de onun üstüne boca ederken çamurlu su havada donmuştu.Arabadan inen ve onun yanına yaklaşan, gözleri ateş saçan dedi ki:
“Nihayet seni buldum.Yeterince bu dünyanın bu zamanında saklandın artık geri dönmen gerek.Daha fazla Onun emirlerine karşı koyamazsın.”

Kadın yabancının yanına gelişiyle zamanda sıkışıp kalmış hareket edemiyordu.Davetsiz misafir havada asılı kalan su birikintisine dokundu ve:
“Birazdan kapıyı açcağım ve sen de benimle geleceksin.Geçitten geçebilmemiz için gerçek şekline dönmek zorundasın.Şimdi bunu yapabilmen için seni zincirlerinden kurtaracağım.”

Yeni gelen tam kadına dokunduğu anda diğeri ellerini yavaş yavaş oynatıp havaya kaldırarak yol kenarındaki arabayı yabancının üstüne fırlattı.Hızla yağmur birikintilerini sıçrata sıçrata oradan kaçmaya başladı.

“Bunu yapmayacağını düşünmüştüm ama demek ki hala iyi niyetimi su istimal ediyorsun.”

Yabancı kalkarken, üstündeki arabayı hafif bir taş gibi gökyüzünde uçan diğer arabalara doğru paçavra misali attı.Havada bundan dolayı ufak çaplı bir kaos yaşandı.

Yakalamak istediği gökyüzüne doğru dikey olarak zıplayarak uçan araçlarından birine yapıştı ve dedi ki gülümseyerek bir parmağı şöförün boğazının diğer tarafından çıkmış bir halde
“Daha yeni başladık gardiyan. Dünyanın bu zamanında bildiğim kadarıyla sadece ben varım ama geçmiş zamanlarında başkaları da var.”