Anayoldan sapalı epey bir zaman olmuş, tâkip ettikleri izlerin tamamen son bulduğu noktaya gelmişlerdi. Araçtan inmeden önce ekibin bütün üyeleri gayri ihtiyâri 1 saniyeliğine bekleyip derin bir nefes almış, başçavuşlarının “hadi” komutuyla aynı anda aracın bütün kapılarını açarak inmişlerdi. Sağ taraflarında orta boy ağaçlar ve kısa çalılar topluluğu ile başlayan ve ilerisi bir düzlüğe çıkma olasılığı barındıran bir yokuş, sol taraflarında ise çok da derin ve dik olmayan ama bunun yanında, ağaçların sıklaşması olasılığını barındıran bir iniş vardı. Ve izler tam da bu tarafı gösteriyordu.
Havanın kararmasına az bir zaman kalmış, bu durum bütün ekibin içindeki ‘çabuk hareket et ’ butonunu aktif hale getirmişti. İzlerin işaret ettiği tarafa doğru, aldıkları eğitimin ve tecrübelerinin kazanımıyla, birbirleri arasında uygun mesafe bırakarak yürümeye başladılar. Sıklaşmaya başlayan ağaçlar hızlarını düşürse de her zaman ki uyumları ve odaklanmaları, arazide ilerlemelerini kolaylaştırıyordu. Batmaya başlamış olan güneş ışınlarının göz hizasına gelmesinin görüşlerine yaptığı olumsuz etkiyi, kasklarının vizörüyle gidermişler, bu durum biraz endişelenmelerine biraz da tedirgin olmalarına sebep olmuştu. Bu duyguları yaşarken aynı güneş ışınları, kısmen seyrek olan ağaçların arasından yapı olması muhtemel bir silüetin görülmesine yol açmıştı. Kaskının mikrofonundan tüm ekibe durmalarını emreden başçavuş, bir yandan durumu analiz ederken bir yandan ne emir vereceğini düşünüyordu.
Tüm ekip yere çökmüşken, eğilerek vücudunu küçülten ve gördükleri silüete biraz daha yaklaşan ekip lideri, az ileride ağaçların daha da seyreldiği bir noktadan biraz daha ileride bazı seslerin geldiği, bir kulübeden –az da olsa- büyükçe bir yapının durduğunu gördü. Zamanları çok azalmıştı. Bu yüzden bütün ekip hava kararmadan müdahale etmek arzusundaydı.
Ekibin buraya kadar gelmesine sebep olan ihbardaki hedef eğer doğru ise gecenin rengi işlerini bir hayli zorlaştıracaktı. Geçmişte yaşanmış bazı tecrübeler ve kendilerinden önce müdahale eden birliklerin başlarına gelenler, ekibin tüm üyelerinin zihinlerini şöyle bir yalayıp geçmiş, bu bile tüm vücutlarının gerilmesine sebep olmuştu. Daha sağlıklı bir gözetleme yapmak için hedefe yaklaşan başçavuşlarının sessizliğe bürünmesi de zihinlerinin en dip köşelerindeki hayal güçlerini salıvermişti. Zaman adeta uzay boşluğuna düşmüş, hareket etmeden öylece durmuştu. Dünyanın bütün kayaları gelmiş, önlerindeki bu birkaç dakikanın üzerine oturmuştu sanki. Liderlerinin yanlarına gelmesi ve tekrar telsizi çalıştırması tüm ekibi düştükleri bu düşünce bataklığından çıkarmıştı. Aslında bütün tim O’nun böyle yapmasına alışkındı. Enteresan adamdı şu Başçavuş. Doğru planı yapmak için ekibinden ayrılıp önce kendisi gözetlemek gibi bir huyu vardı. Benzer bir olayda, Güney Park operasyonunda, yine ekibini beklemeye almış, herkes operasyon için beklerken o, Tusra’lı bir kaçağı ensesinden tutarak gelmişti. Eskiden izlediği komandolu filmlerden etkilendiği dedikodusu bütün KMB (Küresel Müdahale Birliği)’ ne yayılmıştı. Her ne kadar sağ salim ekibinin yanına dönmüş olsa da, kovaladıkları hedef düşünüldüğünde bütün tim derin bir nefes almıştı.
Yapının büyüklüğü ortalama bir baraka kadardı. Dikdörtgen bir yapısı, bir girişi vardı ve giriş kapısı kısa kenarda idi. Güney duvarında büyükçe iki pencere, kuzey tarafında bir küçük pencere vardı. Yapının diğer kısa kenarı duvardı ve batı yönündeydi. Bu avantaj gibi görünüyordu. Çünkü ekibin, gölge düşmemesi için güneşi karşılarına almaları gerekecekti. Plan basitti; bütün tim üçe ayrılacak, iki kişi kuzey tarafına, üç kişi güney tarafına sarkacak, komutla birlikte ani bir şekilde pencerelerden, lider ve diğer bir kişi de kapıdan müdahale edecekti.
Plan ve müdahale konusunda hiçbirinin bir endişesi yoktu. Hepsi bu iş için son derece eğitimli, kendi konularında oldukça uzman kimselerdi. Yıllardır beraber çalışmanın verdiği bilinçle de bir vücudun parçaları gibi hareket ediyorlardı. Ancak bu takip, her birinin içinde anlamlandıramadıkları, adını koyamadıkları, zihinlerinin arka tarafında tuhaf bir duyguya yol açmıştı. Korkuları yoktu. Ellerindeki silah tarihin gördüğü en teknolojik ve en etkili piyade silahıydı. Öyle ki normal askeri birliklerin bu silahı kullanmaları yasaktı. Karşılarına çıkan hedefin türüne göre ayarlanabilme özelliği vardı. Hatta yer çekimsiz ortamda bile kullanılabiliyordu. Çünkü artık hedefler ‘sadece’ Dünyalı değildi. Gelen ihbar belliydi. Bu yüzden ayarlarını “en yakıcı ” ya getirdiler; Termo Baskılı Tanecik ayarına…
“Hadi çocuklar!”
Komut net ve sertti. Tüm ekibin en hızlı ve sessiz biçimde yerlerini almaları için alışkın oldukları şekildeydi. Hep birlikte harekete başladılar. Barakanın ön kapı tarafına yaklaşınca ayrıldılar. Üç kişi sol tarafa, iki kişi sağ tarafa sarktı. Şimdi binadan gelen sesleri hepsi de duymaya başlamıştı. Ve bu sesler; yürümeye başladıkları andan itibaren, zihinlerinin rahatsızlık duymasına yol açan şeyin doğruluğunu ortaya koyuyordu.
Herkes yerini almış, komut için hazır hâle gelmişti. Parmaklar silahların ateşleme düğmeleri üzerinde, kalpler göğüs kafeslerinde gergin bir şekle bürünmüştü. Komut için adamlarının yerleşmelerini bekleyen ekip lideri, bir dünyalının yapabileceği en hızlı şekilde analiz yaparak, olması muhtemel durumları hesaplıyordu. Bu esnada; neden burada olduğunu ve buraya nasıl geldiğini düşündüren kısacık, ani bir elektrik boşalması gibi bir düşünce geçti. Üzerinde durmadı. Ama hisleri aynı şeyi söylemiyordu…
Hisleri ile düşüncelerinin çarpışmalarını bir kenara iterek, kendini, vereceği komuta hazırladı. Tam bu sırada birkaç patlama ve devamında gelen silah sesleri etraflarını sardı. Her yandan üzerlerine ateş ediliyordu sanki. Ama görünürde bir şey yoktu.
“ ŞİMDİİİ! “
Emirle birlikte pencerelerden içeri önce sis bombaları atılmış, ardından tüm gerginlikleri ile parmaklar devreye girmişti. Ekip lideri başçavuşun, gerekli komutu vermesiyle kapıyı tekmelemesi nerdeyse aynı anda olmuştu. İçeri daldığı anda gördüğü manzara tam bir vahşeti andırıyordu. Tek farkı; içerde kimsenin olmamasıydı.
Şaşkınlık, korku, endişe, kaygı, merak… Bir insanın hissedebileceği bütün stres duyguları aynı anda çökmüştü üzerine. Ve bu duygularında da yalnız değildi. Tıpkı fiziken olmadığı gibi. Bir anda bütün ekip kendilerini tek salondan oluşan barakanın orta yerinde, etraflarına ve birbirlerine bakar halde buldular. Hem de “içeri” komutu gelmemişken. Tüm o gürültü kesilmiş, çoğunluğu dağılmış bir duman tabakası ile baş başa kalmışlardı. Korktukları başlarına mı gelmişti? Ne yapmalılardı? Bu ‘an’ gerçek miydi? Bu saniyeler neden bu kadar uzundu?
“Neler oluyor ?!”
Ekip liderinin ağzından bir fısıltı şeklinde çıkmıştı bu cümle. Soru mu, merak mı, yoksa endişe miydi cümlenin anlamı, belli değildi. Başını çevirdiğinde, pencerede, ağzının kenarlarından fildişi gibi dışarı çıkan dişleri ile sırıtan, simsiyah üç gözlü silüeti gören başçavuş derhal silahına davranmış ve ateşleme düğmesine var gücüyle asılmıştı. Ne ki patlama yerine cılız bir ‘pıt’ sesi çıkmış, ultra gelişkin mermi, çıkması gereken hızda değil, bir borudan yuvarlanan tenis topu edasıyla çıkmıştı.
“Neydi bu ş imdi? Ş aka m ı ? ”
“Lanet olasıca silah!”
“Bir de son teknoloji olacak!”
“Bozulacak zaman mıydı ş imdi?! ”
“Bütün bakımları yapılmı ş t ı oysaki! ”
“Buraya kadar mıydı her ş ey ?”
Gözleri tüfeğinin namlusuna kilitlenmişti Başçavuşun. Silahı için söylenebilecek bütün kötü sözleri söyleyebilirdi. Ama söylemedi. Bir şeyleri anlamış olmanın etkisiyle önce gözleri sonra başı kalktı yukarı. Neredeyse bütün ormanı kaplayacak kadar yüksek bağırmıştı. Adamlarının kulaklarından girip kalplerine ulaşmaktı niyeti! Ve bir daha gürledi:
“ UYANIIN!! “
“ RÜYADAYIZ, RÜYADAYIZ, UYANIIINN…! “
Ama sesi hiç çıkmadı…
Yazan: Ufuk Kürkaya (UfuKufU)