Sizce Türk Klasikleri Günümüz Türkçesine Çevrilmeli mi?

Ben burada ırkçı bir söylem göremedim. “Din adı altında Araplaşma” bence tam yerinde bir tanım.

İslamiyet’in bizde yayılışında rol oynayan itikadi mezhep Ehli Sünnet Ve Cemaat mezhebidir. Türk müslümanlarının ezici çoğunluğu da bu mezhebin görüşlerini takip etmiştir. Türk İslam Alimlerinin çoğunluğu fıkhî görüşlerini bu mezhebin kurucularının ictihad ve fetvaları üzerine vermişlerdir. Mezhebin adından da anlaşılacağı üzere Peygamberin sünnetlerini yani günlük yaşamını, hadislerini ve her türlü davranışını taklit edenler demek. Buna, İnanç ve Hukuk’un nasıl uyguladığından başka, nasıl traş olduğuna, yemeğini hangi elle yediğine, tınaklarını kesişinden tutun da tuvalet temizliğini nasıl yerine getirdiğine, oturuşuna, kalkışına, konuşmasına kadar herşey dahildir.
Bence, bunları bilmeden bir yargıya varmak cahilliktir.
Asırlarca Osmanlı-Türk Medreselerinde okutullan kitapların içerikleri ve aşılanan öğretiler belli. Osmanlı padişahlarına eğitim veren hocalarının yazdığı Fıkıh kitapları bugün bile mevcut.
En basit mantıkla “Kim bir kavme benzerse o, onlardandır” diye bir sözü olduğu iddia edilen Peygamber’in kavmine dahil olmaya çalışmak, onun kavmi gibi düşünmek, onun yaşadığı gibi yaşamak, onun dilini konuşmak ve yüceltmek bu mezhebin en temel öğretilerindendir ve bunu gizlemeden açıkça ifade eder.

Osmanlıyı son dönemlerinde yok oluşa sürükleyen ve millettimizi cahilliğin ve sömürünün karanlığına iten bu öğretiler Mustafa Kemal tarafından tamamen ortadan kaldırılmak istenmiş ve buna çâre olarak bilginin aktarılmasının yolu olan dilimizin bu öğretinin sonucu olan dil boyunduruğundan kurtarılması gerektiği bulunmuştur.

2 Beğeni

Sayın Küçükgedik,
Dil bir insanın kimliğidir.
Alman Almanca,
İngiliz İngilizce,
İtalyan İtalyanca,
Türk Türkçe konuşur.
Osmanlı diye bir millet olmadığı gibi Osmanlıca da %40 Arapça, %030 Farsça ve sadece %10’u Türkçeden oluşan kozmopolit bir dildir. Diller insanların milliyetini de kapsar. Osmanlıca dediğimiz zaman herhangi bir millet akla gelmiyor. Osmanlı da Osmanlıca gibi heterojen bir yapıya sahipti. Asli unsur Türk olmakla beraber başka miletlerle, kültürlerle tanıştıkça özellikle Enderun’la birlikte Osmanlı çok kültürlü bir yapıya büründü. Müslümanlığın da etkisiyle Osmanlı Araplaşmaya asimile olmaya başladı. Özgün olayım diye uyduruk bir dil ve yalnız saray çevresinde oluşan bir edebiyat oluşturdular: Osmanlıca ve Divan Edebiyatı. Divan edebiyatı çok dar bir çevrede hakimken Anadolu’da ozanlar Şiirlerini, türkülerini Türkçe ile ifade ediyorlardı. Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli, Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, Köroğlu, Dadaloğlu, Kul Nesimi, Aşık Ruhsat, Seyrani, Erzurumlu Emrah vb. birçok aşık şiirlerini Türkçe yazarak halkın dertlerine tercüman olmuşlardır. Türkçeyi ayakta tutan, yok olmasının önüne geçen de bu ozanlar ve onların eserleridir.
Sokakta bir insana Divan edebiyatından bir dörtlük ya da bir beyit hatta bir mısra okumasını isteyin %99’u okuyamaz. Ama bir türkü isteyin hemen bir iki mısra söyleyiver.
Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim ve rakibi Safevi Hükümdarı Şah İsmail de Şiir yazıyordu. Aşağıda iki şairden birer dörtlük yazdım, bilin bakalım hangi şiiri kim yazmış ve hangisi daha anlaşılır?

Merdüm-i dideme bilmem ne füsun etti felek
Giryemi kıldı füzun eşkimi hun etti felek
Şirler pençe-i kahrımda olurken lerzan
Beni bir gözleri ahuya zebun etti felek

Ezel bahar olmayınca
Kırmızı gül bitmez imiş
Kırmızı gül bitmeyince
Sefil bülbül ötmez imiş.

İlk Şiir Yavuz Sultan Selim’e ait, ikinci şiir ise Şah İsmail’e. Şah İsmail Türkçe yazıyor, Yavuz Osmanlıca.
Osmanlı 16 ve 17.yy’da meydana gelen Celali isyanları nedeniyle Anadolu’daki Türkmenleri “Etrakı bi idrak” diyerek aşağılıyordu.
Falih Rıfkı Atay’ın Zeytindağı adlı eserinde birine Türk demenin halk arasında hakaret anlamına geldiğini de biliyoruz.
Türk milletini yok olmaktan kurtaran Atatürk “Dilimizi de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıyız.” diyor.
Türk’ün yerlerde sürünen şerefini kurtaran, onu yücelten, layık olduğu yere getiren; Türk diline ve tarihine gereken önemi veren ve bu doğrultuda bilim insanlarına araştırma ve incelemeler yaptıran Atatürk’e sabah akşam dua etsek az gelir.

Türk milleti Atatürk’ü Allah’a,
Geri kalan her şeyi Atatürk’e borçlusun.
(Belçikalı Aydın Daniel Dumoulin)

Saygılar, selamlar!

Merhaba Şükrü Bey,

Yazdıklarımı pek anlamaya çalışmadan hemen tetiklendiğinizi ve ortaokul-lise yıllarımda söylenenleri ezberden tekrar ettiğinizi görüyorum. Müsaade edin cevap vereyim:

Doğrudur, dil bir milletin kimliğidir. Ancak diller de milletler gibi değişir. Mesela hiçbir İngiliz “Bizim dilimizin yarısı Fransızca, yarısı Almanca, %10 Nordik dil ailesinden geliyor. Hadi şimdi dilde özümüze dönelim, Angle ve Saxon kabileleri gibi konuşalım, yabancı kelimeleri dilimizden atalım,” demez. Çünkü tarihin doğal akışı içinde farklı dillerden farklı kelimeler kullanıla kullanıla artık o dilin içine yerleşir. Hiçbir İngiliz de Fransızca kökenli bir kelime kullandığı için asimile olduğunu düşünmez.
Türkler ve Türkçe de tarih içinde Farsça, Arapça, Rumca, Bulgarca, Ermenice, Sırpça, Rusça, Fransızca gibi birçok dille etkileşime girmiştir. Gramer yapısını korumakla birlikte o dillerdeki kelimeleri zaman içinde Türkçeleştirmiş ve içine almıştır. Hatta o kadar ki, saydığınız onca ozan da şiirlerinde, türkülerinde Arapça ve Farsça kökenli bu kelimeleri kullanmıştır. Çünkü günlük dilin içine yerleşmiştir.

Divan edebiyatı konusundaki eleştirilerinize hak veriyorum. Doğru; ağdalı ve günlük yaşamdan kopuk bir dil kullanılıyor. Ancak ben öz Türkçeleşme çabasının da benzer bir şekilde günlük yaşamdan kopuk ve anlaşılmaz olduğunu ve hatta bir adım ileri giderek yapay ve uyduruk olduğunu düşünüyorum. Günlük hayatın kullanımına dayanabilen, dilin ve toplumun kabul ettiği, yeni kelimeleri dilimden söküp atacak değilim. Bunları dilimin zenginliği olarak kabul ederim ama eğretiye de eğreti demek zorundayım.

Mesela Atatürk’ün “baysal utkusu” demeci gerçekten zorlama ve anlaşılmazdır. Demecin ardından İsmet İnönü “Vallahi hiçbir şey anlamadım,” demiştir. Bugün o demeci kime okusanız yine hiçbir şey anlamaz. Benzer şekilde öz Türkçe çeviri iddiasındaki Aziz Yardımlı’nın çevirilerini de hiç kimse anlamaz. Çünkü insanlar, aziz Türk milleti, bu şekilde konuşmuyor. Bu çaba (yani günlük kullanımdaki dilin tarihsel süreç içerisinde kendine oluşturduğu yatağı ve akışı değiştirme çabası) yapay, uyduruk ve boşunadır. Bir çıkmaza girmeye mahkûmdur ve de öyle olmuştur. Hatta inanmazsınız Falih Rıfkı Atay, Atatürk’ün “Türkçenin hiç bir yabancı kelimeye ihtiyacı olmadığını söyleyenlerin iddiasını tecrübe ettik. Bir çıkmaza girmişizdir. Dili bu çıkmazda bırakırlar mı? Bırakmazlar… Biz de çıkmazdan kurtarma şerefini başkalarına bırakamayız,” dediğini nakletmiş.

Gördüğünüz gibi divan edebiyatını savunmuyorum, eleştirilerinize hak veriyorum. Öz Türkçeleşme çabasına da bayağı bir Atatürk karşıtlığı üzerinden mevzilenmiyorum. Aksine Atatürk’ün de kabul ettiği (ki kabul etmeseydi bile vakıa budur) bir şekilde günlük hayattaki kullanıma uygun olmaması üzerinden karşı çıkıyorum. Ezbere olmayan bir şekilde ne cevap verirsiniz, merak ediyorum.

1 Beğeni