Günümüzden 50 yıl önce, 100 yıl önce, 200 yıl önce ya da daha eski bazı Türk klasiklerini olduğu gibi mi basmalıyız, bilinmeyen kelimeleri dipnot veya parantez içinde vererek mi basmalıyız, yoksa eseri tamamen günümüz Türkçesine çevirip öyle mi basmalıyız?
Şu an hangi kitap olduğunu hatırlamıyorum ama bir Türk klasiğine önsöz yazan bir editör, kitapları günümüz Türkçesine çevirmeyi kabul edilemez buluyordu. Sanırım hem Türkçeye hem de o esere ihanet edildiğini düşünüyordu.
Bazı yayınevleri 100 yıl önce yazılmış kitapları basarken bilinmeyen sözcüklerin ve cümlelerin günümüzdeki karşılıklarını dipnot olarak veriyor. Bazıları da her cümleden sonra parantez içinde günümüzdeki karşılığını yazıyor. Yazardan yazara değişiklik gösterebiliyor. Yakın zamanda Sabahattin Ali’nin üç adet romanını okudum. Bunlarda dil o kadar ağır değildi. Her sayfada birer ikişer tane günümüz okurunun anlamını bilmediği sözcükler vardı. Onları da dipnot olarak yazmışlardı. Pek sıkıntı çıkmıyordu. Öte yandan yıllar evvel Halid Ziya Uşaklıgil’in Aşk-ı Memnu’sunu okumuştum ve eziyet çekmiştim. Eski Türkçede olup da günümüzde kullanılmayan o kadar çok sözcük vardı ki hiçbir şey anlamıyordum. Her cümleden sonra parantez içinde o cümlenin günümüz Türkçesine çevirisi vardı. Ayrıca pek çok dipnot vardı. Bir noktadan sonra sadece parantez içindeki cümleleri okuyarak devam etmek zorunda kalmıştım.
Sabahattin Ali gibi günümüzde birkaç kelime eksik olsa da anlaşılacak yazarları günümüz Türkçesine çevirmeye gerek olmadığını, dipnotların yeterli olduğunu düşünüyorum. Öte yandan Halid Ziya Uşaklıgil ve onun gibi yazan yazarların eserlerinde parantezler ve dipnotlar yetmiyor. Bütün okuma keyfinin kaybolmaması, okuyucunun uzaklaşmaması için o eserlerin günümüz Türkçesine çevrilmesi gerektiğine inanıyorum. Hatta Halid Ziya’nın kendisi de bu fikirde olacak ki eserlerini yeni Türkçeyle yeniden yazmaya çalışmıştı. (ama başarısız olmuştu)
Türkçeden Türkçeye çeviri yapmaya karşı çıkanların olduğunu biliyorum ama bence onlar şunu kabul etmeliler: Diller yaşayan varlıklardır. Sürekli değişime uğrarlar. Hatta o kadar çok değişime uğrarlar ki bir dilin eski ve yeni hâli birbirlerinden ayrı birer dil sayılabilir. Osmanlı zamanındaki Türkçe ile günümüz Türkçesi arasında bayağı fark vardır. O dönemde yaşayan halkın dilini bir nebze olsun anlayabilirsiniz ama sarayda konuşulan Osmanlıcayı ise hiç anlamayabilirsiniz. Osmanlıca ya da Osmanlıcaya yakın dilde eserler vermiş bir yazarı okumak kolay olmaz. Daha da geçmişe gidersek Göktürklerin konuştuğu Türkçeden hiçbir şey anlamazsınız. Ama o kadar geriye gitmeyelim. 50 yıl önce yazılmış bir gazeteye bakın. Mutlaka bilmediğiniz ya da bilseniz bile günümüzde kullanılmayan kelimeler göreceksiniz. Bu, 20. yüzyıldaki dilde sadeleşme hareketi ile ilgili değildir. Elbette onun da etkisi oldu ama o olmasaydı dahi Türkçe değişime uğruyordu, hâlâ uğruyor.
Aynı şey diğer diller için de söz konusudur. Sanılanın aksine bir İngiliz, Shakespeare’in eserlerini kolaylıkla anlamaz. Günümüz İngilizcesine çevirisi yapılmış bir Shakespeare’i okuyabilir. Daha eski zamanlardaki İngilizce daha değişiktir. “Çok iyi İngilizce biliyorum, anlarım” demeyin, çok eski bir İngilizce metin bulun ve okuyun. Hiçbir şey anlamazsınız. Tolkien de bunu eserlerinde kullanmıştı. Elflerin İngilizcesinde bir takım eski İngilizce sözcükler vardı, Rohanlıların İngilizcesinde ise çok daha eski İngilizce sözcükler vardı. Bu yüzden Türkçe çevirisinde Elflerin dili Osmanlıcaya, Rohanlıların dili Göktürkçeye benzetilmişti. Uzay Yolu dizisinde İngilizcenin gelecekte değişmeye devam edeceği öngörülüyor. Zamanda yolculuk edip 20. yüzyılda yaşayan biriyle karşılaştıklarında hemen aradaki farkı anlayıp “bu kişi 20. yüzyıl İngilizcesi konuşuyor” diyorlar. Gerçekçi bir öngörü.
İtalyanlar Roma İmparatorluğunun torunlarıdır. İtalyanca da Latincenin torunudur ama birini bilen diğerini bilmez, hiçbir şey anlamaz. Bugün bu ikisi ayrı birer dil kabul edilir. Japonca zaman içinde önce Çince, sonra Flemenkçe ve ardından İngilizceden yoğun olarak etkilenmiştir. Bunun dışında pek çok Japonca sözcük de değişime uğramıştır. Bir Japon birkaç yüzyıl önceki atasıyla karşılaşsaydı onunla kolay kolay iletişim kuramazdı.
70 yıl önce kaleme alınmış, görece daha anlaşılır bir Türk klasiği, günümüzden 100 yıl sonra iyice anlaşılmaz olacak. Günümüzde yazılan bir kitap ise 100 yıl sonra anlaşılabilmesi için dipnotlarla yayımlanacak. Bu kaçınılmaz bir şey.
Yeri gelmişken söyleyeyim, bizler bir gecede cahil bırakılmadık. Dilimiz de bir gecede değişmedi. Arap alfabesini hâlâ kullanıyor olsaydık ve dilde sadeleşme hareketi olmasaydı dahi eski zamanların Türkçesini kolay kolay anlayamazdınız. Dünyada sabit bir dil yoktur. Türkçe de bu durumun bir örneği.
Bu yüzden günümüzde anlaşılması iyice zorlaşmış bazı eserlerin günümüz Türkçesine çevrilmesi benim açımdan doğru. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?