Okuduğunuzda sizde büyük iz bırakan ve kitabı bitirdiğinizde artık “daha farklı biri olduğunuzu” hissettiğiniz kitaplar var mı?
Orhan Pamuk’un Yeni Hayat kitabının başlangıcındaki, “Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti.” cümlesi artık biraz klişe oldu, biliyorum. Ama bir yönüyle, bazı kitapların bu tarz bir gücü olduğuna da inanıyorum.
Bazen çok sıkıntılı dönemde okunan, son derece çerezlik bir kitap bile gözünüzü açmanıza, içinizde bir şeylerin değişmesine neden olabiliyor. Bazen de çok sıkı bir edebi metin, tüm bakış açınızı tazeleyebiliyor. O yüzden bu başlıkta her türden yanıtlara yerimiz var
Benim bu soruya cevabım José Saramago’dan Körlük olacak. İnsan doğasının hem karanlık hem de umut dolu yönlerini ilk defa bu kadar açık bir şekilde algılayabilmiştim. Sonra her şey değişti.
Bu kitabın bende de yeri ayrıdır. Bunun dışında aklıma gelen Monte Kristo Kontu var. Yeri çok ayrıdır bende. Harry Potter serisi candır mesela. Arkadaşlığı, dostluğun sıcaklığını hissettirir.
Bu Ülke’deki denemeleri okuyunca daha derin düşünen biri oldum.
Yaşar Kemal’in herhangi bir kitabı insanın kafasını tarifi imkansız biçimde değiştiriyor.
Kürk mantolu Madonna eğer kendime çeki düzen vermezsem sonunun Raif Efendi gibi olacağını öğretti.
Aslında değişimi kabullenmeme ve adını koymama yardımcı olacak bir şey lazımdı bana. Richard Dawkins’in Tanrı Yanılgısı ile Carl Sagan’ın Karanlık Bir Dünyada Bilimin Mum Işığı bu konuda çok yardımcı oldu. Bunlara Kör Saatçi’yi de ekleyebilirim.
15 yaş: Hitchcock/Truffaut. O güne kadar sinema hakkında yazıp çizen, konuşan herkesin entel dantel konuşan, seçimler yapan insanlar olduğunu, asla kafamızın uyuşmayacağını zannediyordum. Herhalde bir düzine filmini ancak izlemiştim (sonraları elliyi geçecekti). Filmlerine ve hayata dair görüşlerini, spontan fikirlerini okudukça hayranlığım arttı zira hem en aptalımızın bile anlayacağı biçimde yorumluyor hem İngilizlere has ince mizah duygusunu sonuna kadar okura geçiriyor hem de perdeye geçmemiş fikirlerden kurgu masasına yatmış olanlarına, tüm fikirleriyle diğerler kümesinden ayrışıp değerini açıkça ortaya koyuyordu. Bu kadar çok sayıda başyapıt ortaya koymuş başka bir yönetmen daha yoktu ve aynı zamanda yanlış filmlerle tanıtılıyordu (Psycho, The Birds ve Frenzy dışında “korku” yaftasıyla sınırlanacak bir yönetmen değildir, aksine, sos olmaktan çıkıp salt kara mizaha bürünen filmi bile vardır). Chaplin’in otobiyografisini de çok severim ancak Keaton’la tanışmam sonrası onun değeri azalmış, Hitchcock bendeki yerini hiçbir zaman yitirmemiştir.
17 yaş: Dino Buzzati - Büyülü Öyküler. Ablamın arkadaşından duyup eve getirdiği kitabı okuduğumda, zaten uzun süredir ilgilisi olduğum korku folkloruyla ilgili böylesi metinlerin de yazılabileceğini fark edip büyülenmiştim: Fakat beni büyüleyen yazardan ziyade çevirendi. Yirmili yaşlarımda onunla da tanışacak, en yakın dostu ile beraber ziyaretlerine gidip, güzel sohbetler gerçekleştirecektim.
35 yaş: Yukarıda andığım hocalarımın sözünü dinlemeyip, ufaktan değil, tepeden inme külliyatı yazmaya koyulduğum sinema kitabı. Her şeyle “fazla” ilgilenmenin insanı baş başa bıraktığı yalnızlığı ve geçilen sınırdan sonra paylaşacak kimse kalmayışını deneyimleyecektim.
Evlendikten bir süre sonra: Öncesinde okuması üzere eski sevgilime emanet verdiğim 25 yıllık kitapların geri verilmek yerine hediye addedilmesi nedeniyle, önce Altın Kitaplar’dan çocukluğumda en sevdiğim eser olan Kimsesiz Çocuk (Malot) cildini sahaflardan aramaya koyuldum. Neden sonra duramadım ve yüze yakın çocuk kitabı birikmiş oldu. "Madem çocuk için alıyoruz, kendimize neden almayalım?"ın sonrası ise, iki bin kadar kitapla, bugün raflarını doldurmayı sürdürdüğümüz kütüphanemiz oldu.
Her kitap beni az çok değiştirmiştir; ama hayatımda dönüm noktası olacak kadar beni değiştiren bir kitap okumadım şimdiye kadar. Beni en çok etkileyen kitap ise Jack London’dan Martin Eden’dir.