Soba Zehirlenmesi - Kısa Korku Denemesi

Altmış yıllık taş evde ısınmanın en güzel yolu, harıl harıl yanan sobaydı. Yaklaşık otuz yıldır camın hemen kenarındaki çekyatta geceleri neredeyse kıpırdamadan yatmak zorundaydım. Rahat değildi. Çekyat sertti fakat alışmıştım. Kendime ait bir yatağım yoktu. Hareket edersem üzerim açılıyor ve sabaha karşı sönen sobadan dolayı içerisi oldukça soğuyordu. Soba, odanın en köşesinden tavana doğru son alevlerini yansıtırken kendimi battaniyeye öyle bir sarmıştım ki kan akışımın damarlarımda yavaşladığını hissedebiliyordum. Sokak lambasının beyhude yanan ışıkları odayı aydınlatmak için sobanın sönük alevleriyle kıyasıya bir yarıştaydı. Kafamda dönen onlarca tilkiyle uyumaya çalışırken sobadan gelen odunların çıtırtılarıyla uyku ile uyanıklık hali arasında gidip geliyordum. Çocukken tavana yansıyan alevlere gözüm dalar, çeşitli şekillere benzetir ve hayaller kurardım. Kimi zaman korkar battaniyeyi başıma geçirir, kimi zaman da tavana yansıyan odun alevinden benzettiğim şekillerle hikayeler kurardım kendi kendime.

Yaşım geçtikçe hayal gücümün zayıflamasından dolayı, çıtırtıların ninniye dönüşmesine izin veriyor, uykuya böyle dalabiliyordum. Uzun zamandır yaşadığım zor hayat şartları ve stres, uykusuzluk problemine yol açmıştı. Dışarıdaki sert rüzgârın da etkisiyle tahta çerçeveli camlar uğulduyor, sonbaharda henüz toprağa kavuşamamış yapraklar ağaçtaki yerlerinde hışırdıyordu. Tüm bunlar aynı anda tezahür ettiğinde uyuyabilmem için şartlar sağlanmış demekti. Odam yoktu. Küçücük oturma odasındaki çekyatımdan dışarı taşan ayak parmaklarım, eski püskü tüplü bir televizyonun üzerine çıktığı çürümüş bacaklı sehpaya değiyordu. Bazen bu his bana sapıkça bir haz verir, vücudum battaniye altında ısınırken ayak parmaklarımı kasıtlı olarak dışarı taşırırdım. Sabaha karşı gelen soğuk, ruhumun içine işler ve küçük bir titreme verirdi. Gözlerimin yavaş yavaş kapandığını hissettim.

Uykudan önceki en tatlı hal buydu fakat yanlış giden bir şeyler olduğunu sezdim. Yıllardır burnumdaki kemikten dolayı alabildiğim az nefesin yerine sanki birden burnum açılmıştı ve derin derin nefes alıyordum. Keskin bir koku ciğerlerime öyle bir nüfuz ediyordu ki hayatımda ilk kez özgürce nefes alabiliyormuşum gibi istemsizce tüm havayı doldurdum içime. Ayaklarım karıncalanıyor, bedenim kasılıyordu. Gözlerimi aralayıp karanlığa alışmasını beklediğimde gördüğüm şey gözlerimin yuvalarından fırlamasına sebep oldu. Televizyon sehpasının hemen dibinde kendim, ayakta dikiliyordum. Sokak lambasından içeriye yansıyan zoraki ışıkta görebildiğim kadarıyla derim fil derisi gibi gri ve sarkmış, kat kat idi. Gözlerimin yerinde devasa siyah boşluklar ve ağzım sonuna kadar açık, yattığım yerdeki kendime bakıyordum. Dişlerim yoktu. Ayakta çürümüş bir ceset gibi kendi kendime baktığımı anladığım anda çığlığı basmak istedim. Ne bir ses döküldü ağzımdan ne de kendimi kıpırdatabiliyordum. Battaniyeyi ıslatan idrarımın kokusu tüm odayı kaplamıştı. Kıpırdayamadığım halde kaskatı kesilmiş öylece dururken, gözlerimden süzülen birkaç damla yaş yastığımı ıslatıyordu. Karşımdaki yaşayan ceset gibi duran varlık yani ben, birden ayaklarımın üzerindeki battaniyeye atıldı. Ayaklarımı kavradığı gibi beni dışarıya çekmeye çalışıyordu. Hırıldayarak, zorlayarak bacaklarımı tutup sarsıyordu beni. Öyle kasmıştım ki kendimi, çenem ve dişlerim iç içe geçmişti. Gıcırdayan dişlerimden bazıları çatlayarak ağzımın içinde kırıldı. Damarlarımın genişlediğini hissediyor fakat kanın akmadığı gibi ısınarak vücudumu yaktığını hissediyordum. Sanki çekyatımın altından cayır cayır yanan bir alev deryası bedenimi kaynatıyordu. Ayakta duran varlık ısrarla beni çekmeye çalışırken yüzüme bakışı hiç değişmiyordu. Hırlıyordu, zorluyordu ve çekmeye devam ediyordu. Korkudan sadece gözlerimi kapatıp içimden Yaradan’a yalvarmaktan başka bir şey yapamıyordum.

Tiz bir çığlık kulaklarımı doldurdu. Hemen yanımdaki cam öyle şiddetli patladı ki perde delik deşik oldu. Varlığın ağzından gelen çığlık ve kan etrafa saçılıyordu. Sesimin birden geri geldiğini boğazım yırtılırcasına haykırabildiğimde fark ettim. Sadece “İmdat!” diye bağırabildim. Odanın içerisinde adeta kasırga kopuyordu fakat tüm eşyalar yerindeydi. Varlığın ardındaki gölge büyüyerek odanın kesişen duvarlarından tamamına yayıldı. Şimşekler çakıyor, göğü yaran gürültüler odamda art arda patlıyordu. Geriye çekilen varlık birden üzerime çullanarak beni tuttuğu gibi ayağa dikti. Yüz yüzeydik. Gözlerimi korkudan açamıyordum. Dehşetli bir şekilde bedenimi sarsıyor, yüzüme çığlıklar atarak haykırıyordu. İrin ve kan, suratımdan aşağıya süzülüyordu.

Aniden varlığın beni bıraktığını ve bedenimin taş zemine gümbürdeyerek düştüğünü hissettim. Tüm hengâme yerini birden sessizliğe bırakmıştı. Bilincim kapanmak üzereydi ve sadece birkaç sesi boğuk olarak duyduğumu hatırlıyorum. Gözümü açamıyordum fakat sesler ve yüzüme tutulan bir fener ışığı kurtulmak üzere olduğumu haber veriyordu. Birden tüm gücümün yerine geldiğini hissettim ve aniden çekyata dayadığım kolumdan destek alarak sırtımı geriye yasladım. Doğrulup çekyata oturduğumda kapı açıldı. Birkaç polis ve ne hikmetse bir tane hocaya benzeyen şahıs odaya girdiler. Yalvar yakar ayaklarına kapandım fakat onlar bana değil, yere bakıyorlardı. Beni görmediler bile. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. “Buradayım!” diye haykırdım. Hoca, polislere dönerek;

“Böyle olacağı belliydi. Allah affetsin.” dedi hüzünlü bir şekilde.

Fakat yüzünde iğrenme belirtisi vardı ve gözleri, diğer herkesle birlikte zemine kilitlenmişti. Herkesin baktığı yöne, yere baktığımda kendimi gördüm. Yaşadığım şoku ifade edebilecek bir kelime yoktu. Zihnimin kilitli odası, hocanın polislere anlattıklarını duyduğumda birden açılıverdi. Sesler boğuktu. Hoca, polislere ailemin büyü yaparak geçimini sağlayan insanlar olduğunu anlatıyordu. Oğulları yani ben ise, yıllarca onları yaptıklarından vazgeçirmeye çalışmış bir zavallıydım. En sonunda yatarken sobanın altını üstünü açmış ve zehirlenmelerini sağlamıştım. Onlara bağlı olan ifrit ise benden intikam alarak benim canımı almıştı. Diğer odada ailemin cesetlerini ve yerde yatan benim cesedimi bir torbaya koyduktan sonra polisler olay yerinden ayrılırken memurun, amirine doldurduğu forma şöyle yazması gerektiğini duydum. “Sebep; Soba Zehirlenmesi.”

2 Beğeni