Her gece toprağın altında sürünürdü solucan. Yeryüzünü merak ederdi hep. Hatta bir kez cesaret etmişti toprağını terk etmeye. Topraktan çıktığında güneşi çok sevmişti. Papatya kokuları, gökyüzünde süzülen karahindiba tohumları, ağır ağır ilerleyen yağmur bulutlarını… birçok şeye aşık olmuştu, gönülden sevmişti yeryüzünü. Öyle sevmişti ki her şeyi unutuvermişti, kendini bile. Kimdi o solucan? Çiçekten çiçeğe gezen arı mıydı yoksa havada yüzermiş gibi uçan martı mı? Solucan, arı olmak istedi. Çiçeğin en tepesine tırmandı. Kendini boşluğa saldı. Havadaydı. Vücut hatlarına değip geçen rüzgarı hissederken gülerek “Hayatım bu. Her şeyiyle arı olmayı seviyorum. Uçmayı seviyorum.” dedi. Düştü. Birkaç gün olduğu yerde kıvrandı. Her yeri ezilmişti. Acı çekiyordu. Acısı, tepesinden hızla geçen arıların kanat sesleriyle katlanıyordu. Solucan o an anladı arı olmadığını ve asla olamayacağını. Kafasını toprağa soktu ve ağır ağır toprağa gömüldü.
Toprağı terk etmeyi bir kez daha denemişti solucan. Denemişti çünkü korkmamalıydı yeryüzünden, pes etmemeliydi o, kaçmamalıydı yaşamaktan. Bir sabah çıkardı kafasını topraktan. Gün doğuyordu. Güneşin doğuşunu büyülenmişçesine izlerken yanında duran çiçeğin de onu izlediğini fark edememişti. “Hey solucan, nedir seni bunca şaşırtan? Her gün güneş doğar, kimse buna şaşırmaz bu kadar.” dedi çiçek. Solucan bir rüyadan uyanır gibi dalgınlıkla çiçeğe döndü ve “Ben güneşi her gün görmem, aslında bu hayatımda ikinci görüşüm.” dedi. Çiçek şaşkınlıkla, “Güneşsiz nasıl yaşadın bunca zaman? Ben bir gün bile görmesem solmaya başlarım.” dedi. Solucan, “İstersem her gün izlerdim güneşin doğuşunu ve batışını. Her gün koklardım bu temiz ve ferah havayı. Ama istemiyorum hiçbirini. Güneş çiçek olma hayalini, havaysa kuş olma hayalini veriyor bana. Ben hiçbiri değilim ve olamam da.” dedi. Çiçek anlayamamıştı. Hiç düşünmemişti hayatı boyunca kendi varlığını. “Peki ne yaparsın hayatın boyunca?” diye sordu çiçek. Solucan bir süre düşündü ve “Her gün toprağın altındayım. Karanlıkta nereye gittiğimi bilmem. Güneşi görmem, rüzgarı hissetmem. Kendi kendime yol alırım. Açtığım tüneller toprağı havalandırır ama umrumda değil. Bir hiç için yaşarım. Hayallerim bana acı veren kırbaçlar. Toprağın altında yok olacağım günü beklerim. Ama bugün buna son vereceğim. Rüzgarı hissedeceğim, güneşi seyredeceğim. Bugün ölsem bile, mutlu öleceğim.” dedi. Solucan topraktan çıktı ve kıvrıla kıvrıla ilerlemeye başladı.
Sabahın ilk ışıklarıyla kümesin kapısını açan yaşlı adam, tavukların çiçeğin yanına koşuşuna anlam verememişti.