Son Sözler: Kelebek

Roman olarak düşündüğüm seri. Forumda tamamlamayı düşünüyorum. Umarım başarırım. Yorumlarınızı, eleştirilerinizi esirgemezseniz sevinirim.

Gözlerini açtı.

Bulutsuz gökyüzü. Islak beden. Islak kıyafetler. Islak saçlar.

Belinin üstünde doğruldu.

Bir denizin kıyısındaydı. Denize baktı. Bir örtü misali uzanıyordu. Ufukta güneş. Suyun üstünde parlak yansıma. Kıyıya sürüklendiğinden şüphelenmesi için yeterli bir manzara. Niçin kıyıya vurduğunu düşünmek için çabaladı fakat zihni koca bir boşluktan ibaretti. Öncesini hatırlamıyordu. Neler olduğunu. Aslında, hiçbir şey hatırlamıyordu. Nereden geldiğini. Nerede doğduğunu. Kim olduğunu.

Suratındaki ağırlığa nihayetinde tepkisiz kalamadı. Elini yüzüne götürdü. Çehresini sarmış pirinçten bir maske. Başının ardından bağlıydı. Hafif bir zincirle bağlanmıştı. Maske ile zincirin bitişim kısmına dokundu. Ufak bir kilit.

Pirinçten yapılma bir maske için fazla iddialı, diye düşündü adam.

Ayağa kalktı. Saçındaki kum tanelerini temizlemek için ellerini suya sokup saçını yıkadı. O sıra kuma gömülü kılıç kabzasını fark etti. Belini yokladı. Kemer yoktu. Ardından elini sırtına götürdü. Kılıcı olmayan bir kın. Evet. Kılıcın kendisine ait olduğundan şüphelenmesi için yeterli bir bulgu.

Kılıcı kumdan çıkardı. Keskin ağzının iki kısmı da karaydı. Yalımı gümüşiydi. Büyük bir kabza. Lakin kılıç metalden yapılma değildi. Farklı bir alaşımı vardı. Adam elini yüzeyinde gezdirirken hissedebiliyordu. Kılıcı iki avcunun üstüne koyup tarttı. Görüntüsünün aksine ağır durmuyordu. Güçlü görünüyordu. Güçlü hissettiriyordu. Kaba değildi fakat zarif denilebilecek kadar da ince görünmüyordu.

Çözülmesi gereken bir gizem daha.

Adam ne hissedeceğini bilemedi. Ne düşünmesi gerektiğini de. Kuru bir ruh hali. Boş bir zihin.

Adam suya baktı. Hafifçe dalgalanan yansımasına dikkat kesildi. Beyaz maskesinin elmacık kemiklerinin bulunduğu kısımda kelebek kanatlarına benzer bir motif şakaklarına dek uzanıyordu. Maskenin göz çukurları siyahtı.

Adam kılıcını kaldırdı. Kabzayı alnına hizaladı. Tüm gücüyle vurdu. Adamın başı geriye doğru savruldu. Biraz da canını acıtmıştı. Tek parmağını maskesiyle alnının arasına sokmaya çabaladı. Ovalamak istiyordu ama parmağı sığmadı. Sonra alnını tutarak başını iki yana salladı. Ardından elini maskesine götürdü. Kabzasıyla vurduğu kısma. Parmaklarıyla yokladı.

Kırık. Çatlak. Pürüz. Herhangi bir şey bulmayı umdu. İşin aslı bulmayı bekliyordu. Öyle olmalıydı. Muhtemelen bir çizik bile yoktu.

Kırılmayan pirinçten bir maske? diye şaşkınlıkla düşündü adam.

Adam iç geçirdi. Kılıcını kınına soktu. Ardına baktı. Sık ağaçlarla bezeli orman.

Küfür etmesi gerektiğini düşündü. Öyle de yaptı. Peşpeşe küfürler sıralamamıştı. Lakin kuru bir küfür de değildi. Ufuk açıcı bir küfür. Ağzından çıkan ilk küfrün yaratıcı olmasını beklemiyordu. Planlamamıştı. Ağzını açtı, sözcükler döküldü.

Küfür süreklilik gerektiren bir sanattı. Küfrettikçe yaratıcı işler çıkarabilirdi. Tabii ruh halinin üretkenliğe katkısı yadırganamazdı. İyi bir sanat genellikle coşkunun dizginlendiği dinginlik gerektirirken, bu sanat dalı ise öfke gerektiriyordu. Kuduz köpek misali saldırganlık, gırtlak dolusu öfke.

Adam bunu sakin bir ruh haliyle başarmıştı. Bu sebeple kendisiyle gurur duydu. Ormana doğru yürümeye koyuldu.

1 Beğeni

Yolculuğunuzda başarılar dilerim.

Öncesini hatırlamıyordu. Neler olduğunu. Aslında, hiçbir şey hatırlamıyordu. Nereden geldiğini. Nerede doğduğunu. Kim olduğunu

Burası kısaltılabilir, birbirine benzeyen çok cümle görmek okuyucuyu biraz yoruyor. Her cümlenin sahneye yeni bir şey eklediği metinler daha vurucudur.

Lakin kılıç demirden yahut metalden yapılma değildi. Farklı bir alaşımı vardı.

Demir de bir metal olduğu için bir anlatım bozukluğu oluşuyor. Alaşım metal karışımına denir, metal değilse alaşım olamaz diye düşünüyorum (tabi eğer alaşımdan kasıt büyü-metal ise sıkıntı oluşturmaz)

Ben de yazmaya başladığımda bol bol anlatım hatası yapıyordum. Zamanla türk klasiklerini okudukça bu tür hatalara hassasiyetim arttı ve daha az yapmaya başladım. Sizi emeğiniz ve hayal gücünüz için tebrik eder, sanatınızın devamını dilerim.

1 Beğeni

Burada bariz bir hata yapmışım. Teşekkürler uyarı için. Hala yazdığım şeyleri gözden geçirirken iki adım geri çıkma işini yapamıyorum. Düzelteyim.

Söylediğinizin farkındayım. Bunu bilinçli yaptım. Okurken ritmi hoşuma gittiği için çıkarmak istemedim.

1 Beğeni

Bilinçli olduğu belli çünkü başka yerlerde de var. Ancak ben de sevemedim bu yaklaşımı. Tabii bunların subjektif yorumlar olduğunu unutmamak lazım. Bir başkası çok sevebilir.

1 Beğeni

Hocam işin aslı çok olduğunu hissetmedim. Abartmamak kaydıyla yaptığım bir nesir. Gözden geçirdiğim zaman abarttığımı hissetmedim. Ya da yine dışarıdan bakamadığım için bana öyle geliyor olabilir.

Bana bir kaç mantık hatası var gibi geldi hocam.

  1. Karakter deniz kenarında olduğunu anlıyor. Ama deniz, göl, okyanus, hatta bildiğimiz kadarıyla akarsu bile olabilir aslında. Bunu bilememesi lazım bence.

  2. Henüz yansımasına bakmadan, maskenin pirinç olduğunu söylüyor. Metal olduğunu elleyerek ya da koklayarak söyleyebilir. Ama pirinç olduğunu anlamasına mana veremedim.

  3. Son cümlede karakter bir ormana doğru gidiyor. Ama bundan daha önce hiç bahsetmemiştik. Hafıza kaybından muzdarip birinin ilk izlenimleri arasında olmalıydı bence denizin diğer yanında orman olduğu.

  4. Karakter suratında bir şey olduğunu ağırlıktan anlıyor ama gözünü açtığı gibi görsel olarak da anlayabilmeliydi gibime geliyor. Maske görüşü engellemeyen bir maske olsa göz çukurları karanlık olmazdı bence. Görüşü engelleyen bir maske de kendini görsel olarak belli ederdi gibime geliyor :thinking:

Onun haricinde alaşım konusu var ama bahsedilmiş. Devamını merak ettim şahsen, bana biraz da Dark Souls 2’deki bir boss’u hatırlattı hatta hahah. Deniz kenarında, kilitli maske falan :thinking:.

1 Beğeni

Hocam kıymetli yorumunuz için teşekkürler. Bir gün Malazan okuduğum zaman eleştirilerim olması gerektiğinden daha sert olacak…

Hocam laf kalabalığı olur mu diye düşündüm. Benim nesirde gereksiz laf kalabalığı olmasın diye bazen çok basite kaçtığım oluyor. Eğlenceli kısımlara ister istemez daha çok yazı ayırabiliyorum. Küfür kısmı gibi…

Hocam burada dokunduğu zaman basit bir şekilde anlayabileceğini düşündüm. Belki biraz fazla basit göstermiş olabilirim. Haklısınız.

Burada bariz şekilde karakterin bakış açısıyla yönlendirme yaptım. Odak kısmını dengeleyemedim sanırım. Uyanış kısmı fazlasıyla ön planda. En azından bir kısımda “ulan şurası da orman” diyebilir miydim? Diyebilirdim, deyip sıyrılıyorum.

Aslında burası özetler diye düşünmüştüm.

Elden Ring, Sekiro, Ds3 harici bir Fromsoftware oyunu oynamadım. Ds2 kötü yorumlara sahip olduğu için ve mekaniksel sıkıntılarını duyduğumdan sebep oynamayı düşündüğüm bir seri değil maalesef. Hem, belki benden çaldılar. Olamaz mı? Yazarına sahip çık!

1 Beğeni

Hahah hocam yanlış anlamayın gömmek şeklinde bir amacım yoktu hahah. Fakat birinci kişinin bakış açısında istikrar benim yumuşak karnımdır :sweat_smile:.

Hee burada “nihayetinde” bu işi görüyor aslında, doğru. Bu benim hatam evet.

Orman konusunuysa bilemedim ya. İlk okuduğumda “höm, orman nerden çıktı” desem de bunun bilinçli bir tercih olabileceğini düşündüm ben de; ama yine de çok içime sinmedi gibi bu durum. Ama tabi yazar ben değilim, önemli olan sizin içinize sinmesi. Ben bu hususta fikrimi belirttim sadece :hugs:

Evet evet, serinin kalanına göre pek matah değil. Karakterinizle en fazla dolaylı yoldan alakalı olan The lost sinner da şöyle birisiydi:

1 Beğeni

İşin şakası hocam. Forumda senle uğraşmak benim için daima keyifli olmuştur.

Ben de size hak verdim şimdi. Kafa karışıklığına yol açmayalım.

Hocam bu arkadaş biraz çirkin gibi duruyor sanki… Tabii taaa o zamanlar telif yememek için karakterle oynamışlar. Fromsoftware bile bazen ustalarından kopya çekebiliyor… (Bahsi geçen usta Miura değil, bizzat şahsımdır.)

1 Beğeni

2.Bölüm - Kurtlar Sofrası

Ay ışığı cılızdı. Gecenin koyuluğuna alışmıştı gözleri. Fakat koşarken değil. Hızla hareket ederken mümkün değildi.

Adam bir ağaç köküne takılıp yuvarlandı.

Peşindeki iki kurt ise etrafını sardı. Sivri dişlerini sıyırmışlardı. Hırlıyorlardı. Lakin maskeli adam, vahşice bakan iki çift altın sarısı gözleri görüyordu sadece. Gökyüzünün koyu tonları dahi gizleyemiyordu.

Adam kanayan ayak bileğini yokladı. Derin bir yara. Bir kısmı parçalanmıştı. Fakat ciddi bir sakatlığı olmadığına inanıyordu. Sıcaklık haliyle henüz tam olarak ağrı hissetmese de ayağını yere basabiliyordu. Bileğini çevirebiliyordu. Yeterliydi. Ancak omzu iç açıcı değildi. Yoklamak istemedi. İğrenç bir koku vardı. Kurtların salyası bozuk yumurta gibi kokuyordu.

Adam ayaklandı.

Kılıcını iki eliyle kavradı.

Kurtlar dikkatli adımlarla avlarının etrafında daire çiziyordu.

Sürüdeki üç kurdu haklamıştı.

Adam da kurtlarla birlikte kendi ekseninde adımlıyordu. Parmak ucundaydı. Nefes nefeseydi. Kalbi ağzındaydı. Ancak hissettiği, korkudan uzak bir duyguydu. Yüreğinde bir serçe yoktu. Hayır. Heyecan. Coşku. Bir de… Eski bir içgüdü. Aşina olduğu bir duygu.

Adamın önündeki kurt hırladı, fakat görüş alanının dışındaki kurt atıldı.

Maskeli adam geri adımladı. Belini hafifçe ardına doğru büktü. Duyularına güvenerek kılıcını karanlığa sapladı.

Acı bir ciyaklama. Kurtla burun burunaydı. Ölü bir kurt.

Maskeli adam kılıcını kurdun böğründen çıkardı. Kurt çuval misali yere kapaklandı.

O sıra öteki kurt atıldı.

Adam hamle yapmakta gecikti. Boştaki kolunu önüne siper etti. Kurt ile birlikte gerisin geri yere kapaklandı. Kılıç öteki elinden fırladı. Uzanmaya çabaladı. Kurt hırlayarak, salyalar saçarak adamın kolunu iki yana sallıyor, koparmayı amaçlıyordu.

Maskeli adam canhıraş bir ses çıkardı. Çırpındı. Kılıcına uzanmaya çabaladı. Elini sağa sola savurdu. Kılıcını bulamadı. Başını çevirip bakmak istedi ama gözü sadece zifiri seçti.

O sıra kurt, dişlerini adamın kolundan ayırdı. Nefes alınıp verilme aralığı gibi. Aniden avının gırtlağına sokuldu.

Adam öteki kolunu siper etti, acı dolu bir nida patlattı.

Öfkelenen adam sıkılı dişlerinin arasından boğuk bir ses çıkardı. Sağ eliyle toprağı yokladı. Bir taş buldu. Kurdun başına vurdu. Kurt sızlansa da adamın kolunu bırakmadı. Ardından bir daha. Bir kez daha. Adam nefeslenmek istedi. O sıra kolunu çekiştiren kurdun boğazından iteklemeye çabaladı. Çenesindeki tüylerinden çekiştirdi. Biraz olsun zaman kazanmak istedi. Ardından taş tutan elini var gücüyle savurdu. Vahşi kurt tiz bir ses çıkardı, dengesi bozuldu, fakat dişlerini geçirdiği avını beraberinde götürdü.

Ormanın derinliklerine doğru yuvarlandılar.

1 Beğeni

3.Bölüm - Ormandaki Kulübe

Omzunu tutuyordu. Bir ayağı aksıyordu. Kıyafetinin bir kısmını kesip ayak bileğindeki yaranın üstünü bağlamıştı. Ateşi yükselmişti. Suratındaki maskenin içyüzü beklediğinden konforluydu fakat yine de darlanmasına sebep oluyordu.

Adam iki büklüm oldu. Elini ağaca yasladı. Biraz nefeslendi. Kafasını kaldırdı. Karşısında bir kulübe vardı.

Sundurmadaki sandalyeye oturan kız çocuğu. Ağaca bağlı at. Atı tımar eden kadın.

Anılarından birini gördüğünü düşündü.

Gözleri buğulanıyordu.

Başı dönüyordu.

Kesinlikle bir hatırayı anımsıyordu.

Durumu itibariyle aksine inanması pek mümkün değildi.

Sundurmadaki çocuk, maskeli adamı görünce ayağa kalktı. Yüzü beyazladı. Göğsü külçe gibi oldu.

Kadın önce çocuğuna, ardından baktığı yere dikkat kesildi. Atın toynağını bıraktı. Dizini yerden kesip ayaklandı. Kınındaki kılıca elini yasladı.

Uzun boylu. Geniş omuzlu. Kızıl saçlı. Haşin bakışlı.

Hayır, diye düşündü adam. Böylesi fazla kaba. Fazla basit.

Tımar ettiği kısrağın zarafetine sahip beden ölçüsü.

Gün doğumunu andıran saçları.

Gözleri.

Kor yanakları.

Gün ışığı değmemiş bembeyaz teni.

Kadın başını hafifçe adamdan taraf salladı. ‘‘Ne istiyorsun?’’ Kaba bir tonlama.

Maskeli derin bir nefes verdi. ‘‘Biraz dinlensem iyi olurdu.’’

İçerisinde bulunduğu durumun gerçekliğini halen sorguluyordu.

Adam hırıltılı bir sesle öksürdü. Ardı ardına öksürdü. Sonra duruldu. Genzini temizledi. Tükürecekti ki duraksadı. Maske. Tükürükle ne yapması gerektiğini düşündü. Tek bir seçeneği vardı. Yuttu. Kanlı tükürüğü boğazında iğrenç bir tat bırakmıştı. Bir kez daha öksürdü.

‘‘Dinlenseydin o zaman.’’

Adamın yüzü acıyla kasıldı. ‘‘Hiç de aklıma gelmedi.’’ Sonra suratında koca bir maske olduğunu hatırladı. Amaçladığı muzip cevap nasıl görünüyordu. Tekinsiz? Korkutucu? ‘‘Size zarar vermeyeceğim.’’

Kadının kabza tutan eli kıpraştı. ‘‘Hiç de zarar verecekmiş gibi gözükmüyorsun.’’ İki adım öne çıktı. ‘‘O zaman gidebilirsin.’’

Adam başını aşağı düşürdü.

Omzu sızlıyordu.

Alnından terler akıyordu.

Zihni bulanıklaşıyordu.

Bu kadar tahammülsüzlük içerisinde kadının nükteli cevaplarıyla uğraşmak en kötüsüydü.

Çocuk sundurmanın merdiveninden aşağı indi. ‘‘Anne,’’ diye seslendi. ‘‘Kanaması var.’’

‘‘Güzel,’’ dedi kadın. ‘‘Yırtıcılar onu çabucak bulur.’’ Kızına döndü. ‘‘İçeri geç.’’

Çocuk söylenileni yaptı. Basamakları çıktı. Kapıyı açtı. İçeri girip kapıyı örttü.

Adam dikeldi. Sırtındaki kılıcının kemerini güçlükle de olsa çözdü. Kadından taraf fırlattı. Bir adım öne atmak için çabaladı fakat peşi sıra gelen bir başka ağaca doğru devrildi.

Ayağa kalkmayı denedi ama başaramadı. Sonra ağaca sırtını yasladı. Yüzü ekşidi. Burnu sivrildi. Dişleri kasıldı.

‘‘Şehir yakın mı?’’ diye güçlükle sordu yabancı.

Kızıl saçlı kadın kaşlarını çattı. ‘‘Şehir mi?’’ Hıhladı. ‘‘Ne şehrinden bahsediyorsun?’’

Artık sözcükler maskeli yabancı için kuru gürültüden ibaretti. ‘‘Atını ödünç alabilir miyim?’’ Güçlükle kurabildiği bir başka cümle.

Kadın birkaç adım attı. Ardından temkinli birkaç adım daha. Yaklaştıkça kılıcının kabzasını daha sert kavradı. ‘‘Atımla nereye varabileceğini zannediyorsun?’’

''Ben… ‘’ Bir eli omzundaydı. ‘‘Tanıdıklarım var…’’ Başını iki yana salladı. Ağzı kurumuştu. Dudaklarını yaladı. ‘‘Atını eğer ödünç verirsen…’’ Sızlandı. ‘‘müteşekkir…’’ Söndürülen bir kamp ateşinin dumanı misali sesi gittikçe yitiveriyordu. ‘‘Olurum.’’

Yabancının kafası omzuna düştü.

1 Beğeni

4.Bölüm - Tanışma faslı

‘‘Biz haklıydık, aşkım.’’

Maskeli adam gözlerini açtı. Gözlerini açmak müşkül hissettirdi. Göz kapakları ona ağır geliyordu sanki.

Adamın üstüne örtülü bir battaniye vardı. Açık kapıdan sızan enfes bir koku da burnuna çalmıştı.

Kendisini sersem hissediyordu. Omzundaki sargıyı hissedebiliyordu. Ağrıyı da. Ayak bileği de sargılıydı ama hafif bir sızı vardı sadece.

Yanı başındaki camdan dışarı baktı; yeni bir gün ağarmış, kuşluk vaktine demlenmişti.

‘‘Kelebeklerin kısacık ömrü olduğunu söylemişlerdi.’’ Kızıl saçlı kadın kapının ucunda bitiverdi. ‘‘Yürüyebilecek durumdasın. Kızımın huzurunu kaçırmanı istemiyorum. En kısa sürede gitmeni istiyorum.’’

Maskeli adam başının üstünü ovuşturdu. ‘‘Fazla evhamlısın,’’ dedi mahmur bir sesle. Sonra kadına baktı. ‘‘Adını söyle.’’

‘‘Aphen.’’ Yabancıdan taraf başını salladı.

Yabancı başını çevirdi. Ahşap tavana baktı. ‘‘Hatırlamıyorum.’’ Tekrar Aphen’e döndü. ‘‘Güzel bir ismin var.’’

Aphen’in duygusuz bakışları, yerini memnuniyetsiz habisliğe bıraktı. ‘‘Sende de olması gereken misafir mahcubiyeti yok,’’ dedi sert bir dille. ‘‘İyileş ve git.’’

Maskeli adam oralı olmadı. ‘‘İsminin anlamını biliyor musun?’’

Aphen burnundan soludu. Ellerini kızıl saçlarına geçirdi. Saçlarını kabarttı. Ardına attı. ‘‘Ayca. Ay dili. Kulağa nasıl hoş geliyorsa. Aphen: Mezarlık çiçeği. Sadece mezarlıkta açan bir çiçek. Veya sadece mezarlığa dikilen bir çiçek. Her neyse.’’ Omuz silkti. ‘‘Sana da ‘Kelebek’ diyeceğiz kısa bir süreliğine. Ne kadar kısa olursa o kadar iyi. İroniyi anladın mı?’’

Kelebek gözlerini devirdi. Hazırladığı cümlenin başına birkaç sözcük daha eklemişti ama onları yuttu. Yorgun bir zihinle laf dalaşına tutuşmak istemedi. Tabii işlevsiz bedenini de hesaba katmıştı. ‘‘Aphen. Teşekkür ederim.’’

Aphen dudak büzdü. Omuz silkti. ‘‘Gece çöktüğünde burada olmanı istemiyorum.’’

Kelebek kafa salladı.

Aphen işaret parmağını kendi yüzüne doğrultarak daire çizdi. ‘‘Yemeği nasıl halledeceğiz?’’

Kelebek belini doğrultmak için hafifçe kaykıldı. Omzundaki ağrı birazcık nüksetti. Sızlandı. Fakat yastığı sırtına yaslayıp en azından düzgün bir şekilde konuşabileceği bir pozisyon aldı. ‘‘İşin ilginç yanı,’’ dedi, ‘‘aç hissetmiyorum. Susuzluk derdim de yok gibi duruyor.’’

Aphen hafifçe başını salladı. ‘‘Anladım, Kelebek maskeli adam.’’ Arkasını döndü.

Kelebek seslendi: ‘‘Bu kadar mı?’’

‘‘Evet.’’ Aphen kapıyı arkasından kapatıp salona geçti.

O sıra Kelebek çıplak bedenine baktı. Dövme. Dövmeler. Neredeyse eti gözükmeyene dek bedeni kaplanmıştı. Yazılar. Motifler. Muhtemelen sevdiğini düşündüğü hayvanlardan birkaçı. Yorganı kaldırıp kollarına baktı. Yazılar. Sözcükler. Cümleler. Kollarına mıhlanmış kelimeler sarmal misali omzuna dek tırmanıyordu. Tabii motifler vardı. Hayvanlar. Kılıçlar. Ama bedeni defter misali kullanılarak sözlerle işlenmişti.

Kelebek bileğinin altındaki yazıyı görünce dikkat kesildi. Cisel. Bu bir isim gibi görünüyordu. Sonra pazısındaki yazılardan birine dikkat kesildi: Kılıçtan ölenle birdir kılıç kullanan.

Kollarına dövülmüş onlarca yazı. Omzunda kükreyen bir ayı motifi. Göğsünde kocaman kartal. Niçin bu kadar dövmesi vardı? Seviyor muydu? Yoksa bir anlam yüklemeli miydi?

Kelebek sol kolunu katladı, kolunun yan kısmına baktı. Üç satırlık dize.

Mavi ve pembe büyülü bir akşamda biz
Aramızda tek bir şimşek alıp veririz,
Ayrılış yüklü bir hıçkırığa benzeyen;

Ardından sağ kolunu katlayıp yan kısmına baktı. Dizenin devamını gördü.

Ve bir Vaira, kapıları az itip geri,
Diriltmeye gelir, öyle candan, öyle şen,
Buğulu aynaları, sönmüş alevleri.

1 Beğeni

5.Bölüm - Küçük Bir Dost Canlısı

Kelebek iki kolunu da yukarı aşağı salladı. Kurt kollarını ısırmıştı ama hareket kabiliyetini engelleyen bir hasar oluşturmamıştı. Dövmelerinin derinliğine kadar dişlerini geçirememişti. Bol kıyafetlerinin de etkisi olduğunu düşünüyordu. Artık kıyafetlerinden geriye ne kaldığını düşünüyordu. Gerçi paramparça olmuşlardı. Uzun trençkotu. Gömleği. Sadece yatağının baş ucundaki pantolon sağlam gözüküyordu. Ve temiz.

Kelebek meraklı bir şekilde battaniyeyi araladı.

Bu güzel manzarayla karşılaştığı için belki biraz yumuşamış olabilir, diye muzipçe bir düşünce aklından geçirdi.

Öteki bileğinin altındaki dövmeyi okudu. Ciselle. Ardından sol bileğindekine baktı. Cisel.

Bir şeyler andırması gerektiğini düşündü. Hiçbir çağrışım uyandırmamışlardı. Bu durum apaçık canını sıkıyordu. Eşi ile çocuğunun adları mıydı? Kız kardeşlerinin adı? Annesinin ve ablasının adı? İsimler kulağa dişil geliyordu. Öyle yakıştırıyordu. Bir erkeğe bu isimlerle seslenmeyi narin buluyordu.

Cisel. Ciselle.

Kelebek derin bir iç geçirdi.

O sıra kapıda dikilen ufaklığı gördü. Elinde oyuncak ayısı. Kocaman bakan yeşil gözleri. Ufacık burnu.

Kelebek tebessüm etti, fakat tebessümünün işe yarayacağını düşünmedi. Suratındaki maske onu düz bir duvar gibi hissettiriyordu. Belki de çocuğu korkutacak cinsten gülümsemesi olabilirdi. Bu sebeple iyiyi düşündü. Kendisini kandırmayı makul gördü.

Kelebek istemsizce bir tebessüm daha etti. ‘‘Annen burada olduğunu görürse sana kızabilir.’’

Kız başını iki yana salladı, kakülleri de onunla birlikte kıpraştı. ‘‘Annem Pistoynak’la ilgileniyor.’’

Kelebek sesini olabildiğince yumuşattı. ‘‘Annen birazcık fazla memnuniyetsiz bir kadın gibi görünüyor.’’

Küçük kız süt dişlerini göstererek gülümsedi. ‘‘Biraz öyle.’’

Kelebek elini suratının önünde salladı. ‘‘Eğer seni korkutuyorsam, özür dilerim. Suratımdaki bu…’’ doğru sözcüğü düşündü, ‘‘ah, maske yüzünden-’’

Kız hınzırca gülümsedi. ‘‘Kötü bir kelime kullanacaktın değil mi?’’

‘‘Hayır.’’

Kızıl saçlı çocuk omuzlarını boynuna dek kaldırdı. ‘‘Bana hiiiç öyle gelmedi.’’

Kelebek güldü. ‘‘Akıllı bir kız olduğunu kocaman gözlerinden anlamalıydım.’’

Kız bir adım yaklaştı. Ürkek bir adım değildi. Kelebek’e karşı çekincesi olmayan bir adım. Yatağının ucuna varana dek adımladı. ‘‘Niçin bu kadar çok dövmen var?’’

Kelebek bedeninde göz gezdirdi. ‘‘Bilmiyorum.’’

Kız hafifçe kafa salladı. ‘‘Annem hiçbir şeyi hatırlamadığını söyledi. Ayrıca bunun iyi bir şey olduğunu da ekledi.’’

Kelebek kaşlarını çattı. ‘‘Neden?’’

Çocuk kucağında taşıdığı oyuncak ayısını iki eliyle tutup önünde doğrulttu. Ona iyice baktı. Ardından oyuncağı Kelebek’in kucağına bıraktı. Maskeli adama baktı. ‘‘Çünkü herkes yaşananları unutmak istiyormuş.’’ İşaret parmağını adamın yüzüne doğrulttu. ‘‘Saçlarının rengi çok havalı. Bakır rengi. Ama bakırdan nefret ederim. Hep iğrenç kokar.’’

Kelebek başının yanını kaşıdı. ‘‘Teşekkür ederim, bir iltifat olarak kabul ediyorum. Fakat sen çok daha güzelsin. Çok daha havalısın.’’

Küçük kız gururlu bir tebessümle gülümsedi. Birazcık da utanmıştı. Sonra elini uzattı. ‘‘Benim adım Eihnel.’’

Kelebek kızın ufak, narin elini tutup tokalaştı. ‘‘Şey… Benim adım. Bildiğin üzere.’’ Kızın elini bıraktı. ‘‘Anlamını biliyor musun?’’

Eihnel başını hevesle yukarı aşağı salladı. ‘‘Tanrıhırsızı’nın adı.’’

Kelebek gülümsedi. ‘‘Kulağa pek de güzel gelmiyor.’’

‘‘O zaman bu akşam sana hikayesini anlatacağım. Olur mu?’’

Kelebek için pek de olası değildi. ‘‘Akşam yola çıkabilirim. Ama belki iyileşmezsem, hikayeyi dinlemekten keyif duyarım.’’ Söz vermemeyi yeğledi.

Kızıl saçlı kız oyuncak ayısını Kelebek’in kucağından aldı. Ardından oyuncak ayının bir bacağından tutup Kelebek’in ayağına vurdu. ‘‘Şimdi nasıl hissediyorsun?’’

Kelebek, yüreğinde süzülen kelebekleri hissetti. Eihnel, omzunda sürekli bir ses dalgası gibi titreşen ağrıyı tüm sevecenliğiyle dindirmişti. Gerçekten harika bir çocuktu. Temiz kalpli. İyi yetiştirilmiş. Umuyordu ki kötülük görmemişti. Diz kapağını ovaladı. ‘‘O gece kurtlar yerine seninle karşılaşsaydım vay halime!’’

Kız arkasını döndü, bir o yana bir bu yana sekerek kapıya dek ilerledi. Sonra Kelebek’e döndü. ‘‘Bu kadar gevezelik yeter!’’ dedi sahte bir ciddiyetle.

Kelebek güldü. Gülerken sarsıldı, bu sebeple omzundaki yara hafif de olsa ağrısını hissettirdi. Ardından duraksadı. ‘‘Sana bir soru daha sorabilir miyim?’’

Eihnel kafa salladı.

Kelebek, çocuğa sormanın doğru olup olmadığını düşündü. Muhtemelen sormamalıydı. İçini kemiren dürtüsünü bastırmalıydı. ‘‘İnsanlar neden geçmişi unutmak istiyor?’’

Eihnel’in surat ifadesi değişti. Tebessümü bir kum tanesi gibi uçup gitti. Oyuncak ayısına sarıldı. Başını aşağı düşürdü. ‘‘Dünyanın En Kötü Adamı yüzünden,’’ dedi sessizce.

1 Beğeni

6.Bölüm - Krallarındüşmanı

‘‘Baban asla bağışlayıcı bir insan olmadı. Ve gaddarlığı, teslimiyetini kabullenen düşmanlarına karşı hat safhadaydı.’’

Aphen önündeki kaseye kaşık attı, Kelebek’i soğuk gözlerle süzdü. Eihnel ise yere yetişmeyen ayaklarını sallıyordu.

Ağız sulandırıcı yahni kokusu. Bayat yarım ekmek. Bir sürahi su. Fakat Kelebek açlık hissetmiyordu. Bu… Onun için bir lütuf muydu? Maskeden mi kaynaklıydı? Yoksa… Hiçbir fikri yoktu. Bu durumdan şikayetçi değildi ama nedenini bilmediği bir başka gizem. Zihnini kemiren cevapsız sorulardan bir tanesi daha.

Kelebek kıçına geçirdiği pantolonuyla oturuyordu sadece. Aphen geri kalan kıyafetlerini atmış olmalıydı.

Böyle oturmak kendisini çıplak hissettiriyordu. Çekingen. Rahatsız. Bedenindeki dövmeleri gözüne takılıyordu.

Pazısındaki bir diğer yazı:

Yalnızlığımdan başka ne alabilirsin benden?

‘‘Dövmelerine bakmayı bırakmalısın.’’

Kelebek, Aphen’e döndü.

Aphen ayaklandı. Kendisinin ve Eihnel’in boş kasesini alıp meşe ağacından yapılma tezgahın üzerine bıraktı. Ardından masayı temizledi. El bezini tezgahın bi köşesine koydu. Yabancıya döndü.

‘‘Geçmişini kurcalamayı bırak,’’ dedi Aphen, yatıştırıcı bir tonlamayla. ‘‘Kendi içinde daha da fazla keşmekeşliğe sebep oluyorsun.’’

Kelebek şaşırdı. Aphen kaba tavırlar sergilemedi. Küfreder gibi bakmıyordu. Sakindi. Kılıcını bir köşeye yaslamıştı. Eihnel’e baktı; munis bir ifadeyle oyuncak ayısıyla uğraşıyordu. Kelebek gülümsedi.

Kelebek kafa salladı. ‘‘Haklısın.’’ Başının üzerini kaşıdı. ‘‘Giyebileceğim-’’

Aphen kulübeden dışarı çıktı. Biraz sonra içeri geldi. Elindeki kıyafetleri Kelebek’in üstüne fırlattı. Kelebek havada yakaladı.

Trençkot ile gömlek yamalanmış, olabildiğince titizlikle dikilmişti.

Maskeli adam Aphen’e baktı. ‘‘Teşekk-’’

‘‘Giyin.’’ Aphen kapıyı kapatmadı. Önüne düşen bir tutam saçını kulağının arkasına yuvarladı. Ellerini göğsünde bağladı.

Kelebek ayağa kalktı. Beyaz gömleğini üzerine geçirdi. Ardından kara trençkotunu.

‘‘Kılıcım-’’

‘‘Dışarıda.’’

Eihnel sandalyeden aşağı hopladı. Üzgün gözlerle annesine baktı. ‘‘Gidiyor mu?’’

Aphen kafa salladı.

Eihnel oyuncak ayısını masanın üzerine bıraktı. ‘‘Ona Tanrıhırsızı’nın hikayesini anlatacaktım,’’ dedi hüsrana uğramış bir sesle.

Kelebek gülümsedi. İşe yaramaz, görünmez bir gülümseme. ‘‘Merak etme, hikayeni dünyanın dört bir yanında arayacağım.’’

‘‘Odana geç, kızım.’’

Eihnel başını aşağı düşürdü. Yumruklarını sıktı. Elleri kızardığı için minik bir domates gibi görünüyordu. Arkasını döndü, odasına gitti.

Kelebek buruk bir gülümsemeyle Eihnel’in gidişini seyretti. Parmaklarıyla maskesinin çene kısmından kavradı. Hafifçe oynattı. Biraz iyi hissettirdi. Sonra Aphen’e döndü. ‘‘Dünyanın En Kötü Adamı kim?’’

Aphen cıkladı. ‘‘Kızımın arkadaşı olmadığı için konuşkan olabiliyor.’’ Aphen dışarı çıkıp kapının kulpundan tuttu.

Kelebek de peşine sundurmaya çıktı. Kulübenin ahşap duvarına yaslı kılıcına baktı; yaralı omzunu sarsmamak için özenle kılıcın kemerini sırtına bağladı. Ardından sundurmanın merdivenlerinden aşağı inip Aphen’e döndü.

Aphen kapıyı arkasından kapattı. ‘‘Geldiğin denizin öteki yakasındaki bir uğursuzluk. Tüm insanlığın düşmanı. O sadece adlarından biri.’’

Kelebek kaşlarını çattı.

‘‘Dünyanın En Kötü Adamı. Dünyanın En Çok Aranan Adamı. Inaakan. Krallarındüşmanı. Sonfelaket. Çocukkatili. Y’ladiha. Kabus. Şehiryutan…’’ Aphen duraksadı. ‘‘Ve Tanrıkatili. Ve unuttuğum, kötülük çağrıştıran birçok isim.’’ Gecenin karanlık gölgelerinde Aphen’in ifadesini seçmek müşküldü. Camdan yansıyan mum ışığından sebep suratının yarısı seçilebiliyordu: Gecenin koyuluğu kadar derin bir ifade.

Kelebek’in göğsünde bir çarpıntı seyreldi. Elleri sıcakladı. Nefesi sıcakladı. Karnı sıcakladı.

Denizin kıyısında uyanan bir yabancı. Hafızasını yitirmiş. Suratından kırıp atamadığı maske. Şüpheli bir kılıç.

‘‘Haklısın,’’ dedi Aphen düz bir sesle. ‘‘Daha haklı bir şüphe olamazdı.’’

1 Beğeni

7.Bölüm - Rüzgarın Sesi

‘‘Korkma. O sen değilsin.’’

Kelebek derin bir nefes verdi. Başı dönmüştü. Elleri, ayakları boşalmıştı. Cahilliği sanki ufak bir kovaydı, gerçekler ise o kovaya okyanusu sığdırmak gibi hissettirmişti.

‘‘General, eyleminden iki gün sonra askerleri tarafından öldürüldü.’’

‘‘Güzel,’’ dedi Kelebek kısık bir sesle. Şaşkınlığını henüz atlatamamıştı. Genzini temizledi. ‘‘Yine de…’’ Kafasını iki yana salladı, ‘‘eylemlerden sorumlu olmadığım anlamına gelmez. Her ne yaşandıysa, içerisinde bulunmuş olabilirim.’’

‘‘Evet,’’ diyebildi Aphen.

O sıra kapı açıldı. Eihnel sundurmada belirdi. ‘‘Vaira seni korusun, Kelebek,’’ diye seslendi.

Kelebek tebessüm etti.

Eihnel, koca maskenin arkasında koca bir tebessüm olduğunu hissetti. Yahut öyle hayal etti. Bu sebeple gülümsedi.

‘‘Sizi de, Tanrıhırsızı,’’ diye karşılık verdi Kelebek.

Kelebek karanlık bir ormanda, güç bela gördüğü patikada yol almanın adil olmadığını hissetti. En azından geceyi atlatabilseydi…

‘‘Pistoynak’ı al.’’ Aphen ahşap basamakları indi, Pistoynak’ı çözdü. Atın burnunu okşadı. Sonra yularından tutup Kelebek’e teslim etti. ‘‘Seni ormandan çıkaracaktır. Sonrasında yoluna yalnız devam edeceksin. Pistoynak’ın kıçına üç kez vur. O beni bulur.’’

Kelebek kafa salladı, ardından bir ayağını üzengiye geçirdi, eyere tutunup atın üstüne zıpladı.

Aphen kızının yanına döndü. ‘‘Arayışın, umduğun gibi olmayacak. Ölüm…’’ sözcüklerinde dikkatli olması gerektiğini hatırladı. ‘‘Kimseye güvenme. İnsanlara. İnsanlardan öte şeylere. Yerleşke bulamayacaksın. Rahat uyuyamayacaksın. Yemeğini kimseyle paylaşmamanı da söylerdim, ama öyle bir derdin yok. Şanslısın.’’

Rüzgar ıslık çaldı. Tehditkar bir ıslık. Fakat sert bir esinti yoktu. Ağaçlar savrulmamıştı. Yapraklar uçuşmamıştı. Hayır. Rüzgarın direncini delip geçen sivri uçlu ok vesile olmuştu. Peşine bir daha şakıdı.

Kelebek atın sol yanına yattı. Bu, bilinçsiz bir refleksti. İçgüdüsel bir hareketti. Hissetmişti. Omzundaki yara tümüyle kasıldı; acı bir sıcaklıkla bedeninin üst kısmı titredi. Eyerin köşesine tutunup kendisini yukarı çekti. Aphen ile Eihnel’e baktı.

Oklardan biri Aphen’in gırtlağına saplanmıştı. Eihnel inanmaz gözlerle annesine bakıyordu.

Aphen elini boğazına götürdü. Kızına baktı. Yere kapaklandı.

Kelebek atından inmek üzereydi ki bir ok yaydan fırladı. Ay ışığının yüzeyinde süzüldü. Eihnel’in kucağında tuttuğu oyuncak ayısına isabet etti. Eihnel gerisin geri kapının eşiğine uçtu.

Esneyen yay sesleri Kelebek’in kulağına çaldı. Maskeli adam atını tepikledi. Patikadan aşağı dörtnala yol aldı.

1 Beğeni