Storm WTS 1275

STORM WTS-1275

“Uzun karanlık bir dehlizde dört kişi yürüyordu. “Kaptan, bir demli çay ne güzel olurdu” dedi karanlıkta ilerleyenlerden biri. Uzun boyluydu. “Ya” diye onayladı arkalarda yürüyen kadın. “İçimiz bir güzel ısınırdı.”

“En güzel çay benim ülkemde demlenir.” Gurubun başında yürüyen adam.

“Ne burası dünya ne de biz dünyadayız. Gerçeğe dönün” dedi en arkada yürüyen kısa boylu tıknaz başlarındaki adam.

“Marza, sen hep muhalefet olmak zorunda mısın? Bırak hayalimizi güzel güzel kuralım.” Konuşan kişi durmuştu ve en arkada yürüyen Mirza’nın kendisine yaklaşmasını bekledi.

“Sen hep böyle aksi olmak zorunda mısın?” dedi. Sesinde bir neşe vardı. Diğeri sadece homurdandı. Yürümeye tekrar devam ettiler.

Giysilerindeki soluk ışıklarla dehlizin karanlığındaki ateş böcekleri gibiydiler. Dört kişinin başlıklarındaki rehber ışıklarıysa önlerini aydınlatıyordu. Bir noktaya odaklanan beyaz ışık huzmesi çoğu zaman yerde bazen duvarda dolanıp duruyordu. Zeminin bu kadar düzgün olması garipti doğrusu. Duvarlar bazen tek sıra halinde yürümelerine neden olacak kadar birbirlerine yaklaşıyordu. Tavan zaman zaman alçalıyor iyice eğilmelerine neden oluyordu.

“Bu yol ne zaman bitecek” dedi. Havamızın yarısına geldik.” Yani geri dönecek kadar anca havaları kalmıştı. “Bu yolun nereye varacağını merak etmiyor musunuz?” Dört kişide hafif bir tedirginlik başlamıştı.

“Burada bu uzun mağara neden var.” Konuşan Mirza’ydı. Marza mekanikçiydi. Her türlü motor aksamını rahatlıkla onarabilirdi. Kaslı vücudu beyninden daha fazla geliştiği için nedenlerle ve nasıllarla arası iyi değildi. Yine de mağaraların oluşması için bazı koşulları oluşması gerektiğini biliyordu. Depremler, çökmeler, yeraltı suları gibi.”

“Buradaki oluşumlar saydıklarından sadece volkanların eseriymiş gibi duruyor.” dedi. Nagooh. Nagooh. II. Kaptan pozisyonundaydı ama asıl eğitimi maliye, işletme gibi konulardı. Bir işe kalkıştığında önce kazancının ne olacağını hesaplayanlardandı.

“Sana neden garip geldi” dedi hemen yanındaki kişi.

“Zofia, farkında mısın bilmem ama bu kocaman kaya kütlesi ölmüş.” Zofia başını yanında yürüyen Mirza’ya çevirdi.

“Bir zamanlar hayattaymış demek…”

Arkadaşlar kayanın ısısının uzay şartlarına göre yüksek olduğunu unutmayın. Siz içeri girdikçe daha da artıyor. “Ses kulaklıklardan gelmişti.

“Sen yaşıyor musun Kezb.”

Kaptan, yoksa ölmemi mi isterdin” Burada birbirini en iyi tanıyan köklü mazileri olan iki kişiydi Aleks ve Keziban. Aynı ülkenin vatandaşlarıydılar. Hoş dünya dışında ülkelerin ırkların pek önemi kalmıyordu ama yine de birbirine yakın kültürler daha iyi çalışıyorlardı.

“Tövbe de” dedi Kaptan. Hepiniz bana bir sürü maaşa mal olsanız da bana lazımsınız” dedi Kaptan Aleks. “Zofia’nın bana daha çok faydası var diyecekti ama demedi. Personeli arasında ayrım yapmak adeti değildi.

“Kezb, bak bakalım daha yolumuz var mı?” diye sordu kendilerini dışarıdan izleyen iletişim elemanına.

Ne bileyim ben” dedi öfkeyle gemide bulunan kadın. Nagooh araya girme gereği duydu

“Hanımlar beyler dikkatli konuşun herkes herkesi duyuyor” dedi.

Yani bu sorunun gerçek muhatabı ben değilim” diye cevabını düzeltti Kezbhan. Kaptan yanındaki Zofia’ya sordu.

“Zo, soruyu duydun, ne diyorsun.” Cevap gelmedi sorunun muhatabından.

Bu geri zekalı gene transa geçti galiba” Kezb fısıldayarak konuştuğunu düşünüyordu ama sesi mağaradaki dört kişiye ulaşmıştı.

“Çok içeriye girdik. Başımıza bir iş gelmesin” dedi az konuşan Marza.

“Bu itirazda geç kaldın” diye cevap verdi Nagooh. “Başımıza ne gelecekse o sınırı aşalı saatler hatta günler oluyor.”

Fas’lı mürettebat haklıydı. Her şey iki gün önce başlamıştı. Önce uzun bir süre Mars’ta kalmışlardı. Sonra Ganymede’ye özel yolcu taşımışlardı. Geminin bir tanecik iyi kamarası vardı. Bu kamara sayesinde iki kişiye kadar yolcu alıyorlardı. Sonra bu şeytanın kızının sayesinde uzay denilen sonsuz boşlukta küçük sıçramalarla yol alıyorlardı. İki gün önce de Gemileri Fırtına ile Ganymede’den hammadde getirdikleri Titan’da bir süre kalmayı umut etmişlerdi. Şakacı Aleks yeni yük aramak için acele etmeyeceklerini söylemişti. Buralarda uzak uzayın bu yapay cennetinde uzun bir süre kalacaklar iyi bir tatil yapacaklardı. Paralarının yettiği en güzel otellerden birinde yer ayırtmışlardı. O gecenin sabahında personelin çatlak üyesi olan bitli Macar kadın gördüğü rüyayı anlatmıştı Kaptan Aleks’e. Artık ne anlattıysa ikna etmişti ve şimdi burada ıssızlığın ortasında belki de başka insanların ulaşamadığı yerdeydiler.

Fırtına öyle büyük bir araç değildi. Beş kişi rahatlıkla idare edebiliyordu. Uzayda dolanan bazı devasa şileplerin yanında sandal gibi kalsa da sağlamlığı ve hızı sayesinde iyi para kazanmalarına aracılık ediyordu. Özellikle de o Zofia dedikleri Macar kızı geldikten sonra işler iyice açılmıştı. Tabii yaptıkları işlerin büyük bir kısmı kayıt altına girmeyen işlerdi. Nagooh’un aklı hala o gece Zofia’nın kaptana ne anlattığı konusundaydı.

“Kaptan belki kızacaksın ama ben gene sormak istiyorum; burada ne arıyoruz.” Aleks cevap verdi. Ama şakacı ünvanına uygun olmayan ciddiyetteydi.

“Belki altın belki elmas belki de hiçbir şey. Para, altın, kıymetli taşlar her şey demek değildir” dedi.

“O zaman neden bu riskleri alıyoruz?”

“Macera ruhu diye bir şey duymadın mı sen. Örneğin buraya şimdi içinde bulunduğumuz Kupier kuşağının içinde isimsiz uydusuna ayak basan ilk kişileriz.” dedi. “Bu bile seni buraya getirmesi için sağlam bir neden olmalıydı. O saate kadar hiç konuşmayan biri Zofia;

“Kaptan bizim bir aile olduğunu söyler her zaman. O zaman siz bu kardeşinizin annesiyle tanışmak istemez miydiniz?” dedi. Bu çok para altın gümüş falan değil. Ama illa bir kazan istiyorsanız benim Fırtına’yı kiraladığımı farz edin. Dönüşte ücretlerinizi öderim” dedi. O zaman sizler benim için bir risk alıyorsunuz. Eğer karşılığı boş çıkarsa sizlere olan borcumu bir gün öderim.

“Yok kardeş ben öyle demek istemedim” demeye başladı Fas’lı. Nagooh işini iyi yapan biriydi. Özellikle hesap kitap işlerinde gözünüz kapalı güvenebilirdiniz kendisine. Uzun bedeniyle kendisine göre oldukça kısa olan Zofia’nın yanına gitti. Elini omuzuna koydu dostluk nişanesi olarak. Sonra yüzüne bakarak “Ama ısrar edersen hesap numaramı biliyorsun” dedi ve ardından bir kahkaha attı.

Zof, burası nerden aklına geldi” dedi Kezhiban Fırtına’dan gelen sesiyle.

“Bana koordinatları annem verdi” dedi Zofia. Asıl sorulması gereken soruyu Marza sordu

“Annen burada ne arıyor” dedi. Gerçekten ilginçti. “Üstelik annenin öldüğünü söylememiş miydin?” Haklıydı, Güneş sistemindeki en hızlı geminin bile buraya varması aylar sürerdi.

“Zofia’nın annesi ölmedi, kayıp. Bilmem hatırlar mısınız yıllar önce Göçebe gemisinden dış uzaya giden biri vardı” dedi ama kimse anlamamıştı.

“Benim annem Maça Kızı” dedi Zofia araya girerek hem de dikkati çekmesi için yüksek sesle.

Maça Kızı, kimine göre bir “Ucube”ydi kimine göre bir dahi. Uzun yıllar önce üzerinde yasa dışı deney yapılan dördüz bebekten biriydi. Sonra Sinek Kızı, Kupa Kızı ve Karo Kızı yani üç kardeşi ölmüş bir tek kendisi hayatta kalmıştı.

“Size daha ilginç bir noktadan söz edeyim. Siz ilerledikçe sıcaklık daha da arttı. Kaptan kendini VarErzurum kışında gibi hissedebilirsin.” Kezhiban, Aleksin doğduğu ülkeye gönderme yapıyordu. İstem dışı sıcaklık ibresine gitti gözleri. “0 derece” dedi Kaptan. Sonra herkese sordu.

“Bu nasıl olabilir?”

“Üzerinde olduğumuz küçük uydu sandığınız kadar ölü değil. İç dinamikleri hayat olabilmesine imkân verecek kadar iyi” dedi uydunun dışında bekleyen gemiden gelen ses.

“İlerledikçe sıcaklık daha yaşanır hale geliyor. Konuşan kişi elindeki ısı ölçere bakarak konuşuyordu.” Bir süre daha konuşarak yol aldılar.

“Bakın” dedi uzun boylu Nagooh. İleride soluk maviye çalan zayıf bir ışık göründü. Adımları canlandı. Birkaç dakika sonra mağaranın sonundaki büyük bir boşluğa varmışlardı. Gördüklerinin karşısında hepsinin dili tutuldu.

Gördükleri kapalı mağara olamayacak kadar büyük bir yer. Geniş bir vadisi, vadinin yaslandığı iki yeşil yamacı, yamacında yeşilin her tonunu barındıran ağaçları vardı. Gökyüzü bulutlarının zarifçe gezindiği gönül açıcı bir mavilikteydi. Karşı ufuk o kadar uzaktı ki sonrasının olup olmadığını anlayamıyordunuz bile. Karşıdan sakince akıp gelen küçük bir dere hoş bir çağlayanla önlerindeki minik göle dökülüyordu.

“Başlıklarınızı çıkarabilirsiniz?” dedi yanı başlarındaki bir ses. Dönüp baktıklarında uzun boylu, uzun saçlı, kumral bir kadın gördüler. Üzerinde bedenini saran güzel bir elbise vardı. “Kimsin” dedi şaşkınlığını üzerinden zorlukla atan Aleks. “Genç kadın başlıklarını çıkarmalarını işaret etti.

“Benim adım Çolpan. Uzun zamandır buranın sakiniyim. Başlığını çıkaran Kaptan havanın çok güzel olduğunu ciğerlerinde hissetti. Tatlı bir rüzgâr kısa saçlarının arasında dolandı. Kaptanlarının ne yaptığını gören diğerleri de başlıklarını çıkardılar.

“Sizin kim olduğunuzu duyduk ama burası neresi?”

“Burası bir ara istasyon. Kişiye özel dinlenme yeri de diyebilirsiniz.

“Peki, siz burada ne yapıyorsunuz

“Dinleniyor tabii” dedi dedi Aleks. “Dinlenme yerinde başka ne yapılır ki.” Durdu birkaç saniye daha baktı karşısındaki güzel kadına. “Ben sizi tanıyor gibiyim” diye devam etti sözlerine. “Nereliyim demiştiniz”

“Bu halimle tanımanız mümkün değil. Belki eski halimi görseniz… Üstelik hemşeriyiz. Urla’lı olduğumu söylüyorlar” dedi gülümseyerek. Ardından Zofia’nın yüzüne baktı. Uzun bir yüz, hafif kemerli bir burun, belirgin elmacık kemikleri, sivri çene pek çok şey anlatıyordu. Aleks gülümsedi ama diğerleri anlamamışlardı birbirlerinin yüzlerine baktılar. Aleks, hemen yanında duran Zofia’yı kadının yanına götürdü. Aralarındaki benzerlik o zaman ortaya çıkmıştı.

“Seni doğurabilmek için Macaristan’a gitmiştim. Orada ucuz bir otel odasında doğmuştun.” O zaman Zofia’nın aklı başına gelmişti.

“Hep burada mı bekleyeceğiz” dedi. Nagooh.

“Buyurun” bir şeyler yemek isteyebilirsiniz dedi. Gözler ilk başta belli olmayan yamaca yaslanmış iki katlı sevimli eve kaydı. Kadın, sırtını konuklarına dönüp büyük bir çınar ağacının altındaki güzel eve yürümek üzereyken bir patlama oldu. Ev havaya uçtu, görkemli ağaç çatırtıyla yıkıldı. Neler olduğunu anlayamadan arkalarından gelen silah sesleri sağa sola kaçışmalarına neden oldu.

“Bordor, beni nasıl buldun” dedi Zofia.

“Üstün yetenekleri olan bir sen misin?” yanında bulunan çok sayıda askere bir sağı bir solu işaret etti yayılmaları için. İki kardeş karşı karşıya gelmişlerdi. Birbirlerini süzdüler bir süre. Nasıl davranmaları gerektiğini bilmiyorlardı sanki. Bordor avucunu açtı sert bir şekilde ileri uzattı. Zofia ve hemen arkasındaki Marza yere yuvarlandılar.

“İşte bu kadar” dedi Bordor. Nagooh yanında olan Marza’ya baktı. Efsanevi güce sahip küçük adam yere yuvarlanmıştı. Önce Marza doğruldu düştüğü yerden Zofia’ya koştu. Kaldırmak üzereyken bir darbe daha geldi. Bu bir öncekinden de kuvvetliydi.

Tekrar yuvarlandılar yeşil çayırların üzerine. “İşte bu son” dedi ve bütün dikkatini iki eline verdi yabancı. Zofia yerden doğrulmaya çalışırken zeminin koyu volkanik taşa döndüğünü gördü. Sağa sola bakınıp başlığını bulmaya çalışıyordu. Atmosfer uçup gitmişti. Mavi aydınlık gökyüzü koyu karanlığa dönmüştü. Yine de Bordor hareketini tamamlamaya çalışıyordu. Tam enerjisini yollamak üzereyken annelerinin sesi duyuldu.

“Durun” Birbirleriyle çarpışan herkes durdu kaldı. “Şimdi herkes elindeki silahı yere bıraksın.” Ses otoriterdi. Kimsenin itiraz edecek gücü yoktu. Kafalarını kaldırıp bakma cesaretini bulanlar karşılarında dev anası birini gördüler. Kütük gibi kalın iki ayağın zorlukla taşıdığı et ve yağ yığını gibi duran bir beden dikiliyordu karşılarında. En garibiyse kocaman bir baştı. Maça Kızı, Zarif Çolpan olmaktan çıkmış kendi gerçek bedenine bürünmüştü tekrar.

“Hepiniz geldiğiniz yere gemilerinize dönün” dedi. Emir kesindi ve kimsenin itiraz edecek gücü yoktu.

“Aynı karından doğan iki kardeş bile birbirlerine karşı şiddete başvurmaktan çekinmiyorsa, milyon sene önce yaşayan vahşi hayvanlar olmaktan kurtulamamışız demektir. Anlaşılan insan denilen akıllı varlıkların buralara gelebilmesi için ve gelişmeleri hak etmeleri için çok daha fazla kendini olgunlaştırması gerekiyor” dedi. Önce oğluna sonra kızına baktı. Siz ikiniz buraya geldiğinizi unutacaksınız.” Gelen askerlerden biri silahını, konuşan iri yarı kocaman kafalı kadına doğrultmaya çalışıyordu. Maça Kızı bir kere baktı, adam olduğu yere yığıldı.

“Gidin, öfkenizi de kininizi de alın gidin. Sizden geriye size ait hiçbir çöp kalmasın” dedi. Ortalık tekrar maviye ışıkla doldu. Kayalık zemin çimen dolu yamaçlara vadiye büründü. Bir dakika sonrasında ortalık eski sakinliğine geri dönmüştü. “Kızım seni seviyorum.” Diye mırıldandı. Oğlu aklına geldi. Seni de seviyorum oğlum” dedi içinden.

Genç kadın oturduğu koltukta dalmıştı. Birden yerinden doğruldu. “Kaptan ne zaman gemiye döndünüz?” dedi. Geminin kontrol penceresinden Saturn parıldıyordu. “Ama burası Titan” dedi kekeleyerek.

“Ne zaman geldik biz buraya” Nagooh hala durumu anlamaya çalışıyordu.

“Biz hiç gitmedik” dedi Marza.

“Ben kilometrelerce yürümüş gibi yorgunum” Her biri kendine ait koltukta uyuya kalmıştı.

“Karmakarışık rüyalar gördüm” dedi Nagooh. “Kupier’de dünya benzeri bir yerdeydik”

“Sen benim rüyamı mı gördün” dedi Aleks.

“Sanırım yediklerimiz dokundu bize” Zofia, bıyık altından gülümsüyordu. Zihin gücünü annesinden aldığına emindi.

“Titan’a inelim de iyi bir kahvaltı yapalım derim” dedi Kaptan. Toparlanmaya başladılar.

Kaptan Alaks, Macar kıza yaklaşıp “Zofia, yaşadıklarımız gerçekti, değil mi?” diye fısıldadı. Zofia mavi gözlerini kaptana çevirdi, gülümsemekle yetindi.

Titan City’nin en büyük kubbesi altında toplanmıştı ticaret ve finans binaları. Dünya ölçüsünde ele aldığınızda sıradan binalarmış gibi duran bu yapılar burada Titan’lıların gözünde görkemliydi. Bunların en büyüğüyse Cosmos şirketinin binasıydı. Kubbeyi yapan da aynı şirketti. Beş katlı yapı tıpkı dünyadaki pek çok yapılar gibi çelik ve camdan yapılmıştı. Bu binanın 5. Yani son katında büyük bir salonda rahat koltuğunda oturan bir adam gökyüzünü izliyordu. Göremese de Satürn’ün, soluk ışığıyla orada olduğunu biliyordu. Çelik ve Cam kombinasyonunun en önemli örneklerinden olan kubbenin dışında görünen yıldızlar kendisine göz kırpıyordu. Kapı çaldı. Adam salonun ışıklarını açtı ve yıldızlar parlak ışıkların etkisiyle kayboldu.

“Bordor, hoş geldin” dedikten sonra ekledi, “Yine başaramamış gibi bakıyorsun”

“Evet efendim ama bu defa çok daha fazla yaklaştık.”

“Geçen seferde aynı sözleri duymuştum.”

“Eğer o kadın karışmasaydı şimdi burada karşınızda olacaktı.” O kadın dediğinin kim olduğunu sormadı Müdür.

“Üzülme” diye teselli etti. “Bir daha ki sefere olacak, ben inanıyorum.

“Ama en azından gemilerinin adını öğrendik ‘Storm-WTS-1275’