Taşların Gölgesinde: Altıncı Bölüm

KUZEY/ TARAFSIZ BÖLGE

Üç güçlü ejderha arasında yapılan antlaşma gereği kuzey, tarafsız bölge olarak kendi aralarında ilan edilmişti. Bu alınan karara diğer ölümlülerin uyup uymamaları, kabul edip etmemeleri, karşı koyup koymamaları vs… onların umurlarında değildi. Bundan dolayı Cypraqual adındaki bu yaşadıkları dünyanın kuzey kesimi hakimiyet bölgelerine dahil değildi eğer ki üçünden biri burayı almak için müdahale etmeye kalkışırsa antlaşma gereği bozan taraf olarak işaretlenip hakim olduğu bölgeye diğer üyeler beraber savaş açabileceklerdi. Şu durumda bu zalim yaratıklar birbirleriyle mücadelele etmekten dolayı yorgun oldukları için istirahat etmekten ziyade biri hariç pek bir şey yaptıkları denemezdi. Aralarında en az dinlenen doğudaki Kırmızıydı. Kimsenin adlandıramadığı bir arayış içindeydi. Bunu da kendisinden boyutsal olarak küçük ve güçsüz kendi türlerini avlayarak gerçekleştiriyor ve onların özlerini topluyordu. Batıdaki Siyahın bundan haberi olsa da umursadığı yoktu ancak Güneydeki Beyaz için aynı şey söylenemezdi nitekim, Kırmızının kendi türlerini öldürdüğüne dair haberlerini aldıktan sonra bunu araştırması için en sevdiği hizmetkarlarından birisi olan Bora adındaki pulları süt gibi beyaz ejderhayı doğuya göndermiş ancak uzun süredir ondan haber alamamıştı. Bu yüzden de planlar yapıyordu. En miskin olanı Siyah ise bölgesindeki şehirlerin çoğunluğunu yönetimindeki adamları kontrol altına almış bazılarını ise kuşatma altında tutuyordu. Ne kendilerine göre dünyanın tepesindeki kudretli ejderhaların ne de diğer ölümlülerin kolyenin kullanılmasıyla Cypraqualın yeni ve oldukça nahoş bir çağa girdiğinden haberi vardı.

Bu acımasız yaratıklar hakimiyet kısımlarının sorumluluklarını da adamlarına, koşulsuz şartsız kendilerine hizmet edenlere onlara göre sözde devrettiler. Kim oldukları, ne oldukları, hangi ırka mensup oldukları, hangi meslek grubuna ait olduklar, köylü, kasabalı, şehirli vs… önemli değildi. Sadece her anlamda onlara biat etmeleri gerekiyordu. Bunların kendi aralarındaki güç mücadeleleri efendilerinin kim olduklarını bildikleri, hizmetlerinin sadece onlara olduklarını unutmadıkları sürece umurlarında değildi. İsterse birbirlerini öldürsünler katletsinler fark etmiyordu. Tabii ki her anlamda bu üç güçlü ejderhaya hizmet edenler yönetimin tepesinde olanlar, o pozisyona yakın olanlar vs… dünyanın diğer yaşayanlarına göre çok daha zengindi. Gün geçtikçe bu gruba dahil olmaya çalışanların sayısı artıyordu. Doğu, Batı ve Güney tarafları çoğunlukla itiraz edenler hariç örneğin batıdaki Chrubergine şehri gibi olanlar dışında yönetimleri bu şekildeydi. Kuzey ise farklıydı.

Metamorfoz gerçekleştiğinde aynı boyutta birbirlerinden habersiz aynı konumda birbirlerinin içine girmiş bir şekilde ölümlülerin bir nevi konumları sıfırlanmıştı. Aynı baloncuğun içinde dört tane kabarcık bulunuyor ancak dağınık ya da ayrık değillerdi. Bir kabarcığın içinde diğer üç kabarcık vardı. Devasa depremde bütün kabarcıklar birbirine girip baloncuğun içinde bir nevi patlamışlardı. Benzetme yapılmak istense durum böyleydi. Kötücül yaratımların tanrısı Asdachen’ in bu kabarcıklar arasındaki engellerin kaldırılıp teke indirilmesi için yardım aldığı iki daha düşük tanrının vasıtasıyla yapılan bu oluşum, dağların dağlara, denizlere, ovalara, şehirlere vs. girmesine, çarpmasına sebep olurken, cücelerin yer altı mağaraları bir anda elflerin sarayları içinde ortaya çıkarken, kötü yaratımların dünyasından varlıklar diğerlerine akarken, bütün ölümlüler birbirine karışırken, insanların devasa yapılarını diğerlerinden nehirler, denizler, göller vs… önüne katmış götürürken… uzun yıllar süren bu kaos ortamı en nihayetinde sonlanmıştı. Yeni oluşan dünyanın her yeri tamamıyla harabeydi. Binlerce ölen, ölenlere karışmış, her yer yıkıntıyla dolmuş, kalanlar kalmış ki bunlardan ejderhalardan hayatta kalanlar aldıkları çok büyük yaraları iyileştirmek adına ve diğer sebeplerden dolayı, başka tanrıların yakaladığı bu kelimelerle ifade edilmeyecek kadar yıkımın müsebbibi olan kendi tanrıları gibi sırra kadem bastılar.

Olan oldu geçen geçti yıllar sonra hayata tutunmayı başaranlar toparlandı. Her tür ölümlü, oluşan bu tek dünyada her hangi bir yeri sahiplenme savaşına girişti. Tıpkı çok uzun yıllar sonra yenilenmiş bir şekilde ortaya çıkan ejderhalar arasındaki mücadele gibi. Kuzey tarafına dokunulmayınca yıllardır düzeni değiştirmeye çalışanlar, bu güçlü yaratıklar arasındaki savaşın kaosunun arkasına saklanıp süregelen sistemi bozup kendi aralarında yeniden toprak sahip olma kavgasına girişmişti.

Ejderhalar arasında geçen savaşa müteakip seyreden zamanlarda kuzeyde yaşayanlar ayrılıkçıları yakalayıp sürgün ettiler. Onların toplandığı yerin adı da Lavierennaydı. Daha sonra kalanlar yeniden sınırları belirleyip dört ana bölgeye ayrıldılar. Bu kısımlar yönetim şekli olarak adına her ne denirse densin birbirlerinin yerlerini tanıyıp kötü yaratımlar dışlanarak hakim oldukları taraflarında kalmayı taahhüt ettiler. İlk icraatları ise kuzeyi korumak adına batı, doğu ve güney sınırlarını yüksek duvarlarla çevirdiler. Hiç bir şekilde öteki yönlerden giriş istemiyorlardı.

Bu dört bölgeden ayrı olan yönetim karşıtlarının toplandığı Lavierenna ya en yakını olan ayrıca da doğu tarafına sınırı olan birindeki kasabada bulunan demirci ocağında çalışan Sawnhall adındaki insan dinlenmek adına işine biraz ara verdi. Dükkanın arka tarafındaki çalıştığı yerden ön kısmına geçti. Orada bulunan sandalyeye oturdu ve masanın üstündeki sudan içti. Demirci de çalışmaktan dolayı güçlü kollara ve yapıya sahip bu insan ara vererek biraz nefes alırken mekanın kapısına vuruldu. Yerinden kalkıp kapıyı açtıktan sonra geleni görünce yüzünde gülümseme oynaştı. Karşısındakini içeri alarak 'Hoşgeldin Liando dedi.
Diğeri de karşılık vererek birlikte oturdular.
“Hala çalışıyor musun sen? Handa büyücü olmaya çalışan arkadaşımızla buluşacaktık ya!”
“Yetiştirmem gereken işler vardı. Neyse ki bitti, hemen hazırlanırım, şu iş kıyafetlerini çıkarayım gidelim.”

“Sence, büyücünün bize anlattığı hazine gerçek midir?” diye sordu hana doğru yürürlerken Liando adındaki elf arkadaşı
“Kaimeld yalan söylemez biliyorsun, bence gerçektir. Yapmam gereken işlerimi bitirdim dükkanı da ben gelesiye kadar kardeşim idare eder. Benim için maceraya çıkmak bir değişiklik olacak,”
“Hem ayrıldığın sevgilinin ardından da sana iyi gelecek,”
“Haklı olabilirsin, üzerinden zaman geçmesine rağmen bazen aklıma geliyor. Ayrıca geri dönünce o bodur serseri ile olan hesabımı da kapatacağım,”
“Eh senin uzun boyuna göre bodur diyebiliriz, bana göre…”
“Boş ver embesili, hana geldik”

Büyücü olmaya gayret eden bahsettikleri arkadaşı seviyesi çok da yüksek olmasa da kendi çapında basit büyüleri yapmaya çalışarak geçiniyordu. Nitekim akademi öncesi okuldan mezun olmuş kendisine bundan dolayı bir malzeme verilmişti. Hocası ona başlangıç için bir asa uygun görmüştü.
Gelenleri karşıladı. Masanın üzerine bir harita koyup anlatmaya başladı.
“Haritanın ortasındaki işaretlenmiş yer Lavierenna, sonundaki bozkırı geçtikten sonra kurumuş olan göl var, akabinde harabeler, bir kaç çok da yüksek olmayan tepeyi geçip kuzeyden çıkışımız olan mağaraların olduğu yer,”
“İyi de tepenin ardı hariç diğer yerleri biz de biliyoruz. Bu hazine haritası değil ki,”
“Bu yol haritası dostum,”
“Bu kuzeyden çıkışımıza giden rehber harita, asıl önemli olan hazinenin olanı, doğudaki bir şehirdeki ormanda bizi bekleyen dostumuzda,”
“Anladığım kadarıyla mağaradan geçişimizi sağlayan bir yol var ki yüksek duvarları aşalım, diğer türlü sınırdan geçmemiz için görevlileri alt etmemiz lazım,”
“Bana bizi bekleyenin anlattığına göre öyle bir yol daha doğrusu tüneller varmış,”
“Harika! Gizli yollar, tüneller, gizemli arkadaş, hazine şu ara hayatımdaki tam istediğim değişiklik,” dedi memnuniyetle demirci
“Bana uyar, zaten benim ruhumda macera severlik var, ben de bizim sıkıcı elflerden sıyrılmak istiyordum, haydi yola çıkalım,”

“Sence bu göl niye kurumuş dostum?” diye sordu elf harabelere yaklaşırken.
“Efsaneye göre: küçük bir çocuk su içmek için göle gelmiş, tam ellerini suya daldıracakken bir çok kimsenin var olduğuna inanmadığı dev gibi cüsseye sahip cairacocas adındaki yaratık oraya gelmiş ve o kadar çok susuzluk içindeymiş ki bir içişte bütün gölü kurutmuş. Çocuk ta ağlayarak kaçıp gitmiş,”
“Ha ha aman ne komik. Sen ne dersin bu konuda büyücü,”
"Ne büyücüsü, daha akademiye yeni kabul edildim yani daha yamağım diyebilirim. Neyse…Hiç bir fikrim yok ama istersen yıkıntılardaki hareket eden gölgelere sorabiliriz, "
“Ne gölgesi… Hem ne fark eder, büyücü olmak hedefin değil mi? Bırak öyle hitap edelim”

Elf te arkadaşına katılarak, ‘orada binaların yanmış kalıntılarının arasında sanırım üç kiandorla kara cübbeli bir şekil var. Acele edin bizi fark etmeden şu yanıp kendini koy verip gidecekken köşeden dönmüş kalasların arkasına saklanalım,’ dedi
Harabeler diye adlandırılan yer yanmış bir köyün yıkıntılarıydı.

Kara cübbeli şekil üç yaratığa hitaben;
“Size üç tane sihirli yüzük vereceğim, bunları takınca görünüşünüz üç cüceye dönüşecek. Bu malzemeler şekil değiştiren yanılsama yapan üçlü setin bir sınıfından. Kendi cinsinize aynı görünürken diğer ırklara söylediğim gibi cüce gibi görüneceksiniz. Yüzükleri çıkarınca yanılsama kaybolacak,”
“Sözcük falan söylememiz gerekiyor mu,” diye homurdandı birisi
“Hayır, onu ben hallettim. Yüzükleri takın ve batıdaki nehrin yanındaki dağınik ağaç topluluklarında yaşayan uyumsuz elflerden bir kaç tanesini öldürün. Siz orklara göre çok daha akıllı yaratıklarsınız sizi bu yüzden seçtim. Kaçarken bir kaç elfe görünmeyi unutmayın. Tekrar burada buluşacağız, bir görevim daha var. Sonrasında ödülünüz hazır. Şu kuzeyi yeniden biraz karıştıralım bakalım.”

“Kara cübbeli bizi fark etmeden sıvışalım,” dedi demirci
“Haklısın bizi ilgilendiren bir şey yok, öyle değil mi Elf,”
“Kesinlikle, ne bu bölge ne de burada yaşayanlar beni ilgilendiriyor,”

Üç maceraperest akşamın ilk ayak izlerine basarken bir kaç tepenin bulunduğu yerden aşağıya doğru indiler.
Biraz daha düz ilerledikçe mağara görünür oldu, daha doğrusu onun bulunduğu dağ gibi yükselti.

“Evet arkadaşlar girmeye hazır mısınız,” dedi büyücü diye çağırdıkları şevkle mağaraya adım atarak
“Sarkıtlara dikkat edin ayrıca buralarda haydutların deposu da olabilir,”
“Pöh! Üç beş hayduttan mı korkacağız, aman caira bilmem ne gibi efsanevi yaratıklar olmasın da, öyle değil mi Sawnhall,”
“Ne bu şimdi yani şapkadan tavşan mı çıkardın laf sokarak,”
“Sen söyleyince komik, ben yapınca-”
“Susun! Bazı ışık sızıntıları gördüm sanki. Dikkatli olalım, önümüzde bir geçit var, sessiz bir şekilde siz köşelere geçin,”
Geçidin ardındaki görünen üç odadan oluşan bir nevi depo gibi yerdi. Geniş odada masa ,sandalyeler ve kenarlarda silah ya da benzer metal malzemeler vardı.

Büyücü yamağı gözlem yapmak amacıyla sessizce karanlık köşelerden ilerleyerek ana girişin başlangıcına yaklaştı. Etrafa göz gezdirerek merkezi odanın ortasındaki masanın girişe bakan tarafında iki kişi ayakta duruyordu. Konuşmalarından yakaladığı kadarıyla yemek hakkında laflıyorlardı. Sağ ve sol taraftaki küçük odalardan da bazı sesler geliyordu. Kaimeld, geriye bir kaç adım sessizce ilerleyerek arkadaşlarının yanına geldi ve onlara durumu anlattı.
“Ben ve elf masanın oradakileri sessizce hallederiz ancak diğerleri için doğaçlama yapacağız. Kaimeld sen geride kal ihtiyaç olursa müdahil olursun” dedi kısık sesle Sawnhall. Elfle beraber olabildiğince sessizce hareket ederek masanın ortadakilere arkadan yaklaşarak tıpkı bir suikastçi gibi ikisini yakalayıp bayılttılar. Sağ taraftan biri aniden çıkıp elindeki tabaklarla, o daha şaşkınlığından uyanamadan Sawnhall masadaki bıçaklardan birini çabuk bir şekilde alarak haydudu elbisesinden duvara çiviledi.

Sağdakini de elf sinsice yaklaşarak ve kafasına yayı vurarak etkisiz hale getirdi. Yol arkadaşları dört haramiyi ortadaki kolona sıkıca bağladı. Şu an için dördü de baygındı. Büyücüyü yanlarında bırakarak etrafı araştırmaya koyuldular.
Duvarların kenarlarına tutturulmuş bir kaç tane tezgahın üzerinde demir ve metalden yapılma malzeme vardı. Sawnhall, dışı koyu gri renk biraz da antrasite çalan kılıf gibi bir şey gördü. Ağırlığını tarttıktan sonra ne kadar döküntü görünse de bulduklarını topladıkları ortadaki masanın üstüne attı. Elf te bir kaç malzeme bıraktı.
“Bunlar nasıl haydut böyle hiç dişe dokunur bir şey yok. Topladıkları değerli şeyler nerede bunların,”
“Mesleğe yeni başlamışlar herhalde,”
“Eee… Burası kapalı, çıkışı nerede büyücü? Hani tüneller vardı? Sağdaki odanın tavanında kapak var oraya da baktım ama bir çıkış yok”
“Doğudakinin anlattığına göre burada olmaları gerekiyordu, anlayamıyorum”
“Sanırım adamın seni kandırmış,”
Sawnhall bağladıklarından birini kuvvetlice sarsarak uyandırdı.
“Hey Süprüntü! Buradan çıkış yok mu!”
“Olsa ne olur olmasa ne olur, salak!”
Demirci adamın suratına şiddetli bir yumruk vurarak tekrar bayılttı. Kaimeld duvarlara asasıyla dokunarak zayıf bir nokta var mı diye arayış içerisindeydi. Karanlık ķöşelerde asasındaki ışığı yakarak ilerliyordu. Bu arada Sawnhall sinirle masanın üzerindekileri etrafa dağıtmış kılıfa benzer şey ve diğerlerinden bazıları soldaki odanın sağındaki köşeye gitmişti. Büyücü asasıyla oradaki duvarları kontrol ederken ışığın vurduğu yerde kuytu köşede bir şey ayağına takıldı. Eğilip bunun sebebi ne diye bakarken asasıyla beraber Demirci’nin masaya getirdiği kılıfa benzer malzemeyi gördü. Onun ışığı yere vururken öte yandan diğer nesnenin de üzerine düşmüştü. Tam o anda kılıfın dışındaki gri antrasit renk karışımı olan maddenin bir miktar ucundan çözündüğünü fark etti. Hemen onu yerden alarak tekrar masanın üzerine koydu ki malzeme eski haline dönmüştü.

Büyücü hayretle ‘Acaba hayal mi gördüm diye düşündü’.
Sawnhall sinirle, “Bu ne büyücü. Bu değersizi niye getirdin yine,”
Elf de yanlarına gelerek;
“Ne oluyor, ne buldun Kaimeld? Bu Demirci’nin bulduğu kılıf değil mi?”
“Duvarları kontrol ederken ayağıma bu nesne takıldı. Asamın tepesindeki ışık bir miktar ucuna vurunca metal çözünür gibi oldu. Liando arkandaki duvardaki meşaleyi getirir misin?”
Sawnhall hala öfkeliydi. Ayılıp ta gürültü yapan haydutların çenelerine bir kez daha vurarak onları yeniden bayılttı. "Sessiz olun! Bir dahakine ayılamayacak hale gelirsiniz. Kaimeld, kızgınlığın kendisinin üzerinden alınmasıyla meşaleyi umutla kılıfın üzerine tuttu, gel gör ki hiç bir şey olmadı. Ateşin ışığı herhangi bir fark yaratmadı objede.
“Neden boşa çabalıyorsun, kapana kısıldık arkadaşın seni kandırmış?”
“Evet dostum geri dönmeliyiz bu macera burada biter,”

Kaimeld son bir deneme olarak ateşin alevi değil de asanın tepesindeki büyülü ışığı tek bildiği sihirli kelime deriark diyerek yaktı ve malzemenin üstüne tuttu. Evet hayal görmemişti geçide doğru dönen ikiliye seslenerek;
“Beyler buraya gelin bakın ne oluyor,”

Diğerleri homurtuyla söylenerek yine ne var tavrıyla masaya geri geldi. Gözlerini fal taşı gibi açaraķ şaşkınlıkla ışığın vurduğu yerlerin çözündüğünü gördüler. Kılıf ucundan yavaş yavaş tabiri caizse kendini bırakmaya başladı. İşığın olmadığı yerlerde ise bu farklılaşma durdu. Büyücü adayı ışığın tamamını kılıfı kapsayacak şekilde asasını tekrar ayarladı. O bunu yaparken ışıktaki oynamalardan dolayı gölge olan yerler eski haline dönüyordu ancak onun tamamını kapsamasıyla kılıf hızlıca çözünerek dışının bir hançeri sakladığı ortaya çıktı. Sapında beş tane kırmızı renkli kristal vardı. Dördü çapraz kare şeklinde merkezinde de biri vardı. Sawnhall büyücüye ışığı sabit tutmasını işaret ederek eliyle hançerin sapını kavrayarak ve kristallere dokunarak incelemeye başladı. Tek tek parmaklarını kristallerde gezinirken ortadakine dokununca keskin tarafı ufacık bir şekilde derisini kesti. Azıcık kanın akmasıyla parmağı merkezdeki kristalin üzerindeyken diğer köşelerdeki dört kristal hareket ederek kanın bulaştığı merkezdekine yapıştı. Buna müteakip hançerin ucunda bazı hareketlenmeler olup küçük ķüçük işaretler oluşuyordu. Elf onlara bakarak bunların elfçe kelime olduğunu anladı. Gördü ki Sawnhallın parmağı üzerinde iken ve ışık vuruyorken taquiennes escitte ve manies yazıyordu. Yani elfçe karanlık, ışık ve kendi şeklinde insanların dilinde bu anlamlara geliyordu. Diğerlerine bu minvalde açIklamıştı. Demirci parmağını çekince kristaller yerlerine döndü. Aynı şekilde tekrar geri koydu ancak değişim olmadı. Üçü de hüsrana uğramıştı. Büyücü yamağının ışığı gittiği anda malzeme masadaki tahtalardan kıymık çekerek eski haline dışı ondan mamul olarak geri döndü, anladılar ki bu nesne neyse içindeki hançeri bir şekilde koruyordu.

Yol arkadaşları yeni bir azimle tekrar denemeye karar verdiler. Bu sefer Sawnhall un rolünü elf üstlendi. Ziyadesiyle onun kanıda tekrar kristalleri hareketlendirip hançerin sapına doğru üç kelime daha oluştu. Racallas, herre ve tekrardan taquiennes şeklinde. Elf bu üç kelimenin onlara doğa,gayri meşru ve yeniden karanlık anlamına geldiğini söyledi.
“Karanlık ışık kendi doğa, ne bu böyle bulmaca gibi.”
Yine hezimete uğradılar zira elf de ikinci kez dokundu ancak yine kristaller hareket etmedi.
“Elf kanı,insan kanı… hmm… bize ne lazım, tabii ki bunları sevmeyen cücelerin kanı. Bu maddenin sahibi kimse baya akıllıymış, her hangi bir malzemeyle kaplanıp kendini koruması yetmiyormuş gibi bir de bu üç ırkın bir arada olamayacağını düşünerek-”
“Tamam dostum anladık ta şu asanı oynatıp durma,”
"Neyse ki şu andaval haydutlardan biri cüce, deneğimizin kanıyla tekrar deneyelim. Nesne cücenin kanını da bir nevi tadınca kristaller aynı rütüeli uygulayarak hançerin ucundaki diğerlerinin altında iki kelime daha alevlendi. Racal ve atrente diye. Elf onlara iki sözcüğün doğmak ve olmak anlamına geldiğini söyledi. Nesne yine etraftan ışık gidince gereç toplayarak kendini kapladı.
“Nesne büyülü anladık, ne kaldı geriye,”
Kaimeldin asasının yeniden ışığı eşliğinde bundan sonra çapraz kare şeklindeki kristaller normal kareye döndü.
‘Taiquennes escitte manies racallas herre taquiennes racal atrente’ şeklinde elf seslendirdi ve hançerin ucundaki kelimelerin tamamı ışık gitse de yerinde kaldı ve tekrar ışık gelince başlardaki gibi kaybolmadı.
“Karanlık ışık kendi doğa karanlık gayri meşru olmak doğmak. Gel de bunu çöz. Hay ben senin-”
“Ne oldu şimdi, bu hançer ne işe yarıyor,”
“Bu cümlede bir terslik var, hiç anlamlı görünmüyor,” dedi düşünceler içerisinde elf.
Kafasında kelimeleri düzenliyor, yerlerini değiştiriyor ama cümleyi anlamlandıramıyordu.
“O kadar uğraş, çöz ama bir sonuç yok. Çıkış kapısı da görünmüyor, Ne dersin Sawnhall geri mi dönsek,”
Demirci, uyanıp ta gürültü yapan işe yaramazların çenelerine okkalı bir şekilde vurup bayıltmakla uğraşıyordu.’ Sessiz olun sizi doğduğunuza-’
“Ne dedin sen doğmak mi,”
“Doğduğunuza,”
“Sanırım buldum,” dedi elf, büyücünün çıkış kapısı derken aklına kapı kelimesinin elfçesi geldi, zira kafasında alt alta kelimeleri koyup ta baş harflerini birleştirince bir kaç denemeden sonra içerisinde termat kelimesini yakaladı. Yani elfçe kapı ya da geçit anlamında.
Düşündü…
‘Taquiennes escitte racallas manies atrente taquiennes racal herre’ şeklinde denemeye karar verdi.İlk altı kelime yer değiştirdi ateşli bir şekilde ancak racal ve herre hareket etmeyip aynı kaldı.‘Taquiennes escitte racallas manies atrente taquiennes herre racal’ şeklinde tekrardan denedi ve iki kelime daha yer değiştirince ve hareketlenmeler bitince tekrardan söyledi tamamen alevlenen kelimeler mavi renge büründü ve ışıldamaya başladı. Kristallerde aynı renge dönmüştü. Şekli de dikdörtgene çevrildi. Bundan dolayı da merkezdeki kristal, bir kapı kulbu yeri şeklinde bu formda yer aldı. Ardından ellerindeki titremeye başladı.
“Karanlık olmasaydı ışık kendi doğasından gayri meşru karanlık doğururdu,” dedi anlamlandırmayı diğerlerine açıklayarak. Tahtadan kılıflı silahı tekrar asasının ışığıyla yeniden canlandırdı zira büyülü ışık gidince hançer bir nevi ölüyordu. Merkezdekine Sawnhall parmağıyla dokununca ortadaki masanın girişe bakan değil de tersi taraftaki önlerindeki duvarda bir kapı açıldı.
“Demek ki bütün tantana bunun içinmiş, hançer gizli geçitleri buluyormuş, neyse haydi gidelim tüneller bizi bekler,”

Hançer ışık gidince eski haline döndü, alalede ve paçavra gibi oldu. Büyücü tekrar ışığını yöneltti ve kelimeler sabit, kristaller sabitti. Hançerin kapısının kilidini kırmışlardı, artık silah gizli bir geçit varsa titreyerek onlara haber verecekti.

Yol arkadaşları tünele girdiler. Önlerindeki çok uzun görünmüyordu. İlerledikçe kulaklarına anlamadıkları dilde sesler gelmeye başladı.

“Dikkatli olmalıyız kardeşlerim. Dacassyre bizim türümüzü avlıyor. Bu durum sürekli olmaya başladı,”
“O koca kırmızı son zamanlarda çok huysuzlaştı,”
“Bu durum onu daha da tehlikeli yapıyor,”
“Böyle giderse sıra bize de gelecek. Burada toplanmamızın tek sebebi ona karşı önlem almak eğer bunu yapmazsak biz de kurban olacağız. Hizmetkarlarının toplamı bizimkilerin sayısından büyük. Özellikle bu civardaki emici klanlarının çoğu onun denetimi altında. Kendisi diğer iki büyükten daha tehlikeli. Batının sahibi Tischveria dinleniyor da güneydeki bir şeyler karıştırıyor sanki,” dedi diğerlerine göre pul rengi daha koyu olan.
“Peki, ne yapacağız!”
“Onu öldürmeyi düşünmek imkansız gibi bir şey. Üçümüz birleşip buna cesaret etsek bile kurtulmamız mucize olur.”
“Batıdan ya da Güneyden birinden yardım istesek,”
“İmkansız! Ne diye yardım isteyeceğiz. Biz onlar için emici hizmetkarlarından farklı bir duruma sahip değiliz. Belki onlardan biraz daha değerli olabiliriz ama bizim söyleyeceklerimizi önemseyeceklerini sanmıyorum. Onlardan destek alamayız da belki büyük kırmızıyı verebiliriz,”
“Bu nasıl olacak. Hem böyle bir girişimin sonucu dünyada büyük bir alanı mahvedebilir; ormanlar, dağlar… hatta şehirler yerle bir olabilir,”
“Bize ne olacaklardan, şehirler yakılır, yıkılır ve yeniden kurulur,”
“İyi de diğer ikisine Dacassyreyi nasıl yollayacağız. Hadi kırmızıyı kışkırttık nasıl bunu gerçekleştireceğiz ayrı da… Öbürleriyle nasıl irtibat kurup ona karşı şartlandıracağız?”
“Şunu söyleyeyim kardeşlerim Kırmızı bir şey arıyor türümüzü katlederek ama bizde ne aradığını bilmiyorum,” onlara baktı ve diğer ikisi de onunla hemfikirdi.
“Planı şekillendirelim: öncelikle Dacassyrenin ne aradığını bulmamız lazım. Eğer aradığı gerçekten onun için çok önemli bir şeyse bunu ona karşı kullanabiliriz.”
“Bunu ararken dikkatli olmalı ve ona sezdirmemeliyiz,”
“Öyleyse şöyle yapacağız; birimiz onun ne aradığını bulacak, bir diğerimiz öbür ikisinden birisini ben de ötekisini kırmızıya karşı kışkırtacağız ya da sadece kırmızıyı mı onların üzerine salsak,”
“Bence ilki daha uygun. Başarabilirsek, bu savaşta belki üçü birbirini yer de onlardan kurtuluruz. Dünyaya biz nam salıp onların yerine geçeriz,”
“Bu çok zor bir ihtimal kardeşim. Onların arasında antlaşma var ve bunu hepimiz biliyoruz.”
“Biz de bozarız kardeşlerim. Plan anlaşılmıştır herhalde. Bundan başka çaremiz yok,”
“Bu gizli yeri bulman iyi oldu Shelazantler. Bu buluşma üçümüzün arasında ve çok gizli, diğerlerinin haberi olmamalı. Sen, Dacassyrenin ne aradığını bulduktan sonra ben ve İmmortanu devreye gireceğiz.”

Bir süre sonra duydukları sesler kesildi. Üç siyah ejderha kendi dillerinde sohbet etmişti. Tünelin sonu yol arkadaşlarını çok geniş bir alana çıkarmıştı. Konuşanlar ise çoktan gitmişti.

1 Beğeni