Taşların Gölgesinde: Beşinci Bölüm

Yol arkadaşları kendilerini takip eden soğuk ve yandaşı ayazdan kurtulmaya çabalarken;
“Siz de duydunuz mu beyler? Sanki uzaklardan çığlık sesi geliyor.”
“Biz soğuğun şiddetinden gayrı bir şey duymuyoruz Nimali. Öyle değil mi Marju?” dedi Soriol sonuna doğru sesi çatallaşmıştı.
“Eğer Nimali duymuşsa doğrudur. Onu dinlesek iyi olur zira o çığlık sesi bana da gelmeye başladı ve gittikçe de artıyor.”

Yeşil gözlü, oval yüzlü arkadaşları haklıydı çünkü çığlığın sahibi görüş alanlarına girmişti. Hızlı hızlı gelen adımlarla beraber, yere bastıkça çatırdayan dal parçaları eşliğinde sesin şiddeti daha da yoğunlaşırken buna ek olarak ta daha ağır tonları kulaklarına hücum ediyordu. Asap bozucu soğukla mücadele eden yol arkadaşlarının görüş mesafesine giren, feryat eden onlara doğru yaklaşırken arkasındakiler de yavaş yavaş belirmeye başlıyordu. Ağaçların arasından soluk soluğa gelen ve bağırmaya devam eden dişi bir insandı. Onu takip edenler ise biri cüce olmak üzere dört kişiydi.

Onlardan kaçan hızla koşarken önündeki kütüğü fark etmedi ve savaşçıların ayaklarının dibine düştü. Soriol, güçlükle yerden düşeni kaldırdı. Üç insan, tüm heybetleriyle havada uçuşan yaprakların arasında, soğuğa da aldırmayıp dişi insanı da yanlarında tutup gelenlerin karşısına yardım sever duyguların getirisi ile dikildiler.

Yanlarındakini kovalayanlar onlara göre daha zayıf görünüyordu ancak soğuğa dayanıklı kalın ve ağır kıyafetler giyiyorlardı ve içlerine rahatlıkla kesici aletleri saklayabilirler neticesinde yol arkadaşlarına sürpriz yapabilirlerdi. Cüce dışında diğerlerinin yüzü siyah bir bezle örtülüydü. Kendisinin, üçlüye bakışı: ‘Onu verin ve defolun gidin’ diyordu, ‘Tersini yaparsanız sonuçlarına katlanırsınız’ diye de yüz ifadesini sertleştirerek onlara sunuyordu. Savaşçılar ise duruşlarını hiç bozmamış ve bakışları, konuşan ve diğer üçü dahil ‘Biz sizin gibi çapulcu takımına olanak verecek kadar niteliksiz değiliz.’ diye cevabı yapıştırıyordu. Dişi insanın -kafasında kapüşonu olduğu için yaşını pek seçemiyorlardı- belli ki başı derteydi. Üçü de insanlık adına ve zor durumda kalanları kurtarmak adına davranış sergileyerek;
“Neden bu insanı kovalıyorsunuz? Derdinizi bir an önce anlatın ki siz yolunuza biz de yolumuza gidelim.” dedi Soriol sanki kelimeler ağzından çıkarken birbirine çarpıyordu. Bu arada dişi insan yol arkadaşlarının arkasına doğru ilerlemişti.
“Siz kimsiniz ki. Üç tane uzun saçlı çapulcu. Uzatmayın! Biz dört kişiyiz… dedikten sonra duraksadı. Kalın sesinin ağır tonlu vurgusuyla; “O ellerinizi de sabit tutun.” diye de hırladı cüce, tehditkar bir biçimde diğerlerine de işaret ederek baltasını karşısındakilere doğru kaldırdı.
“Çapulcu mu. Kalın sesin ve uğursuz bakışın ancak sizin gibi moronları etkiler yerden bitme. Neyse… Konuşmayı denedik, yapacak bir şey yok!”
Nimali sözlerine başlarken ve devam ederken, Gri mavi gözlü arkadaşına doğru atağa geçen elinde kalınca zincir olan biri, onu zarar verici nitelikte salladı. Rakibi hiç tereddüt etmeden kılıcı ile bir kaç hareket eşliğinde sanki bir müzik aletinin tellerine uyumlu bir şekilde dokunur gibi metal ve görünüşe göre paslı halkaları keserek parçalara ayırdı. Nimali ise buna tempo tutarak cücenin kaldırıp ta kendisine doğru yönlendirdiği baltayı kılıcıyla karşıladı ve aynı oranda saldırganı hızlı hızlı kılıç hareketleriyle sendeleterek geriye düşmesine sebep oldu. Soriol da notaların akışına uyum sağlayarak oklarını diğer ikisine gönderdi. Öte yandan şaşkınlığa uğrayan zincirli saldırının sahibi karşısındakinin bir yumruk darbesi davetini geri çevirme lüksü olmaksızın kabul etmek zorunda kalıp örtülü yüzüne yedi. Gelenler baktılar bunlar bizden güçlü ikisi topallayarak kalanları da onların önünde yol arkadaşlarının ve kovaladıklarının karşı istikametine doğru bir nevi kuyruklarını kıstırıp gittiler.
“Hah! Daha yeni ısınıyordum. Neyse bunların sayesinde biraz sıcakladım.”” diye alaycı bir şekilde sırıttı Nimali. Diğer ikisine nazaran Marjuarane; ‘sanki bu kadar kolay olmamalıydı,’ diye şüphe içine düşmüştü. Arkadaşları ise onun bu düşünceli halini görse de umursamadı.

Kovalanan kurtulmuştu -onun peşinde olanların bu kadar ödlek olduğuna dair herhangi bir düşünce geçmezken kafasında- önceki korkmuş hali yavaş yavaş kurtarıcılarının yanındayken sevdiğinden ayrılan aşık misali onu terk ediyordu. Dişi insanın üstünde de kalın giysileri gören Marjuarane’ nin kafasındaki şüphe koridorunda ‘Bizim üstümüzde daha inceleri varken neden bunlarda kalınları bulunuyor,’ diye ikinci yolcu da yürümeye başlamıştı. Yine de yanındakinin giydikleri onun peşindekiler kadar kalın olmasına rağmen narin bir insanın taşıyabileceği kadar daha hafif ve daha iyi görünüyordu.

Kurtarılan, kendini güvende hissedip rahatladıktan sonra, kafasındaki kapüşonu indirdi ve onun kızıl saçlı, genç bir kız olduğunu gördüler.
“Beni o canilerden kurtardığınız için size çok minnettarım,” dedi yuvarlak yüz hattında çekiciliğiyle boyanmış zarafet tablosu gülümsemesiyle. Sesi, tatlı ve leziz yemek sonrası gibi, haz veriyordu. Sanki onun sedası dinleyenlerini etki altında bırakıyor ve onlara büyüleyici nağmeler sunuyordu ki kız konuşmaya devam ettikçe ve üç arkadaş buna kapıldıkça beyinlerindeki bir düşünce ‘etki altındasınız’ diye onları uyarıyordu ancak bu resitalden kopamıyorlardı. Marjuarane nasıl anladığını kavrayamıyordu ama kızın kendilerini büyülediğinin farkındaydı fakat bunu ona yansıtmıyordu. Koridora bir yolcu daha adım attı. ‘onu kurtardığımız halde neden bizi büyülüyor?’

Kız, konuşmaya devam ederken gülümsemesi daha da genişledi. Tuzağın büyüsüne kapılan savaşçılar onun peşi sıra ilerliyordu. Sanki ses bir kızak gibi yol arkadaşlarının adımlarını çekiyor ve kurtardıkları da onları belirli bir yöne götürüyordu. Hiç susmadan üç arkadaşın ulaşmak istedikleri nehre hepsini getirdi.

Hava kararma noktasına biraz daha yaklaşmışken kız ve üçlü aşırı soğukla katılaşıp buza dönmüş nehrin üzerindeydi. Onları büyüleyen, hem konuşuyor hem de tamamının silahlarını topluyordu ancak Marjuarane nin kılıcını ve giysisinin altındaki kolyeyi almaya kalktığında şaşkınlığa uğradı zira savaşçı ona karşı koymuştu. Kendisi büyünün etkisinde yeterince değildi ve de şuuru açıktı ama kız bunun farkında değildi. Onun ellerini sertçe tuttu ve büyülü sedanın sahibini buzun ilerisine itti. Diğer ikisi de dişi insanın sesi kesildiği için hemen silahlarını alıp üstüne yürürken karşılarındaki bir anda anlamadıkları dilde bir şeyler söyleyerek ortadan kayboldu.

Onlar tam şaşkınlıklarını dillerine yansıtacakken aniden kulaklarının kapısını kanat sesleri vurup kaçanlar misali çaldı. Pür dikkatle yukarıya baktıklarında tam üstlerinde dört kuzgunun uçtuğunu ve bir çember çizdiklerini gördüler. Kuşlar bir tur döndükten sonra onlar katılaşmış nehirden kaçamadan bulundukları kısmın haricindeki buz çatladı. Bir tur daha döndüler ve tabandaki, su çemberi oluşturacak şekilde sütunlar halinde yükseldi, akabinde savaşçılar orada kaldı. Soriol onun içinden geçmek için hareketlendi ancak duvar niteliğine bürünen su ona geçit vermedi. Kuşlar bir tur daha dönerken su, ateşe meylediyor ve kanatlılar üçüncüyü de tamamlayınca kolonlar tamamen alevlendi .Daha yakma derecesine gelmeyen ateşten aniden çıkan uzantılar bir nevi kıvılcımlı eller onların silahlarını almaya çalışırken o esnada Marjuarane bilinçsizce kılıcını yaklaşan alevlere kaldırdı ve elindeki parıldamaya başladı. Ne yaptığının farkında değildi sanki her şey durmuş büyünün sahnesinde sadece kılıç hareket ediyordu ki ateşten eller onun giysisinin altına uzanmaya yeltenirken umarsızca silahın darbesiyle kesildi. Marjuarane nin kızın sesinin etkisi altında kalmamasını sağlayan kolyenin kılıca bahşettiği güçle ondan çıkan ışıltılar alevlere temas etti zira çember yakıcı nitelikte daralmaya başlamıştı. Bu dokunuşlar ateş çemberini tekrar suya çevirip sütunları ortadan kaldırdı ve büyüyü tersine döndürdü. Sonrasında da kuzgunlar da kaybolmuştu.
Yol arkadaşları artık buzla kaplı olmayan nehrin kıyısında buldular kendilerini.

“En son hatırladığım şey duyduğum enfes sesti,”
“Benim de,”
“Aynen,” dedi Marjuarane monotonca
“Anlamıyorum ne için bizi büyülesin ki… Biz onu kurtardık, böyle mi teşekkür edilir. Hem ne ara biz bir büyücünün sahnesinde figüran olduk,"
“Hiçbir fikrim yok,”
“Bence bunu yapan her kimse ya da neyse amacı bizim silahlarımızı almaktı. Üçümüzün de sağlam ve cesur olduğumuzu fark etti ve onları büyü yoluyla alamaya kalktı artık niye istiyorsa,”
“Öyle mi Soriol. Sence bizim kılıçlarımızın ne özelliği var ki diğerlerinden,”

Üçü de bu konuda herhangi bir sonuca varamadı.

“Bu arada biz büyüden nasıl kurtulduk?” ikisinin bakışı da Marjuarane ’nin üzerindeydi.
“Bana ne bakıyorsunuz. Nasıl kurtulduğumuz hakkında hiçbir fikrim yok.”Onun hatırladığı en son şey kızın kolyeyi almaya çalışırken… Daha ötesini anımsamıyordu. Ve kıyıda bulmuşlardı kendilerini.

Onlar tam olarak ne olduğunu anlayamadan ve soluklanamadan üstlerine geniş bir gölge daha çöktü ve bu savaşçılara ‘kaçın’ diyordu adeta.
Bu karaltının sahibi yol arkadaşlarını insan formunda takip eden, suyun ateşe büyüsünde azımsanamayacak yardımı olan kırmızı ejderhaydı. Yaratık, yol arkadaşlarının maruz kaldığı kendine has üslubuyla bir takım değişiklerde bulunduğu büyünün oluşumunu ve sona erişini izlemiş ve ardından homurdanmıştı. Ve şimdi de gerçek şeklinde onların üstünde fink atıyordu. Yine de içinde şüphe kırıntısı kaldı: bu büyüyü nasıl tersine çevirdiler?

Kurbanları onu fark eder etmez hızla karanlığa doğru kaçıyorlardı. Nehrin karşısına geçmeleri gerekiyordu ancak ejderhanın aniden ortaya çıkması durumu değiştirmiş ve onları mağaralara doğru gitmek zorunda bırakmıştı. Kendine göre acınacak haldeki insanların oraya girişini gören ejderha söylendi ve homurtuyla inin ağzını kapatarak bu rahatsızlığını da onlara ifade etmiş oldu. İnsan formuna dönerek bir ağaca dayandı ve beklemeye başladı.

Yol arkadaşları, kendilerini soğuk ve ürpertici, kapkaranlık bir mağarada buldular.

“İnsan pislikleri buraya giriş yaptı. Sakin ve kendinize hakim olun yoksa onların etini tadamazsınız. Uzaktan bu çöplerin kokusunu aldığımız anda burayı biraz aydınlatacağız… Homurdanmayı da kesin! Ormanda ejderhanın yaptığı gibi sustururum sizi.” dedi inin içlerinde bir yerde orklardan birisi.

Mağaranın içi, çıkışının kayalarla kapanmasından dolayı zifiri karanlıktı. Yol arkadaşları birkaç deneme yapmıştı onları kaldırmak adına ama yerlerinden oynatamamışlardı.
“Ben size söyledim beyler bu kayaları oynatamayacağımızı,” dedi Marjuarane bıkkınlıkla
“İlk aklımıza gelen buydu ama olmadı,”
“Daha fazla vakit kaybetmeden bu delikten başka bir çıkış bulmalıyız. Belki hava bacası falan vardır. Korkarım ki burada yalnız değiliz,”
“Aman ne güzel!”
“Bizler savaşçıyız, karanlık engel olamaz, yolumuzu bulacağız ve buradan kurtulacağız.” dedi Marjuarane umutla ve ileriye doğru ilk adımı atan da o oldu. Diğer ikisi arkadaşlarından bu tarz bir konuşmaya alışkın olmadıklarından şaşkındılar.

Üç insan mağaranın duvarlarına tutuna tutuna yavaş ve emin olmaya düşündükleri adımlarla yürümeye başladı. Yol, aşağıya doğru çok az meyil veriyordu. Ayaklarına birkaç tane kuru kafa takılsa da günlük yaşadıkları bir durummuş gibi pek de umursamadılar. Onlar sonrasında aşağıya daha fazlaca eğim vermeye başlayan inin içlerine doğru ilerledikçe karanlık yavaş yavaş açılmaya karar verdi. Üçünün de kılıcı ellerinde, tamamen saldırıya hazır bir şekilde ilerliyorlardı.
“Siz de benim aldığım kokuyu alabildiniz mi?”
“Evet Soriol aldık bu yüzden tetikte olun,”
“Yine mi orklar! Şu an yedi tane sayabildim,”
“Biz onları görüyorsak onlar da bizi görüyor. Bunlar bizim etimizi çok sever,her daim menülerinde isterler… Neden saldırmıyorlar?”
“Hiçbir fikrim yok Nimali. Bize sataşmamaları ve öylece takip etmeleri beni daha çok tedirgin ediyor. Daha hızlı yürüyün!” dedi Marjuarane telaş içinde.
Orklar, savaşçıların bulunduğu yerde toplanmaya devam ediyor ancak onlardan beklenmedik bir şekilde, herhangi bir atakta bulunmuyorlardı. Yaratıklar, savaşçıların arkasında yavaş yavaş birikmeye devam ederken insanlar çok daha hızlı koşmaya başlamıştı. Arkasındakiler ayrıca sağ ve sol taraflarında çoğalmaya başlayanlar sadece onları kovalıyordu.
“Sanki koyun gibi bizi sürüyorlar,” dedi nefes nefese Nimali
“Haklısın dostum da yapacak bir şey yok. Sayıları çok fazla koşmaya devam edin!”

Orklar, insanların ön tarafları hariç diğer kısımlarda onları izlemeye devam ediyordu. Kısa yüksekliklerle alçalıp değişen ve birkaç dönemeçle devam eden bu kaçış yol arkadaşlarını geniş bir alana çıkardı. Bir anda takip edenlerin tamamı mağaranın kenarlarındaki iç kısımlara kaydı. Marjuarane ve Nimali önde Soriol hemen arkalarında kaçıyorlardı. Aniden öndeki ikili durdu ve diğeri onlara çarptı. Savaşçıları durduran üç morlonktu; ikisi önde biri arkadaydı.

“Şimdi yandık işte! Ağızlarınızı hemen bir bezle kapatın! Hiç vakit kaybetmeden saldırmamız ve bir an önce de bunlardan kurtulmamız gerek yoksa salgıladıkları zehirli kokuya maruz kalacağız çünkü kapalı alandayız, çok fazla zamanımız yok!” dedikten sonra Marjuarane biraz soluklanmak zorunda kaldı.
“Nefesini uzun cümlelerle harcamasan mı diyorum,” dedi Nimali kaçışın nefesine maruz bıraktığı hırıltıyla beraber arkadaşına işaret ederek bir anda öndeki ikisinden soldakine atağa geçti, Marjuarane de aynı hızla sağdakine.
Soriol da dostlarınınkine nazaran daha hızlı hareket ederek oklarını arkadakine gönderdi. Bunu gören Marjuarane arkadaşını ‘daha yavaş,nefesini boşa harcama’ diye uyardı. Kendisinin ve Nimalinin aynı anda saldırısında, onun kılıcı rakibinin kıllı ve açığa çıkmış pençeli elindeki topuzunu, kaldırdığı vakit, kağıt gibi kesti ve morlonk arkasına doğru sendeledi ancak dostunun kılıcı diğerinin sivri çıkıntılı topuzu ile engellendi ve kendisinden daha güçlü görünen bu yaratık tarafından geriye gitmek zorunda bırakıldı. Soriolun oklarını dikenli topuzuyla karşılayıp bertaraf eden daha dişli çıkmış ve karşısındakine doğru yaklaşıp yayına ok süremeden pençeli eliyle onun bacaklarından birine vurup, yaralayıp yere düşürmüştü. Rakibi ani bir hareketle ve dolayısıyla ard arda nefesle toparlanıp acıya aldırmayarak, tam düşmanın topuzunu suratına yiyeceği sırada kılıcını kaldırdı ve ileri hamle yaparak yaratığı zor da olsa geriye doğru itti. Bu insanlar ve morlonklar arasındaki kendilerine göre gösteriyi izleyen orkların kaypak gözleri daha da ışıldamaya başladı. Önlerinde mücadele edenler yapısal güç anlamında insanlar tarafında neredeyse birbirine denkti ancak savaşçılar nefes konusunda ölümcül derecede dezavantajlıydı.

Yol arkadaşları bu kapalı alanda korkusuz ve acımasız yaratıklar arasında sıkışmıştı. Mücadele ilerledikçe soludukları havadaki zehrin etkisi artıyordu. Ağızlarındaki bez bunu bir nebze olsun engellese de daha fazla koruyamıyordu. Morlonklardan Marjuarane nin rakibi onun kılıç darbeleriyle yaralansa da diğer ikisi de dahil savunma pozisyondalardı ve onları oyalıyorlardı. Bunların taktiği belliydi kapalı alanda; çoğunlukla müdafaa durumunda kal zamanı gelince saldırı konumuna geç. Nimali ve Soriol’ un hareketleri iyice yavaşlamış harcadıkları yoğun enerjiden dolayı ki bu nefeslerine sirayet ediyordu gittikçe ayakta kalmakta zorlanıyorlardı. Diğer taraftan Marjuaranenin durumu onlara göre daha iyiydi. Karşısındakinin işini hemen hemen bitirmişti öte yandan aniden saldırıya geçen iki morlonkun, darbelerine arkadaşları zehrin iyice işlemesiyle yeterince engel olamamışlar ve yaralanmışlardı. Kendisi, tam leş kokuluyu bırakıp diğerlerine yardım edeceği sırada onlara doğru bakarken, bu esnada fırsattan yararlanan mücadele ettiği, zorda olsa onu ayaklarından yakalamış ve kendine çekmeye başlamıştı. Son bir gayretle, yere düşerken kalın elbisesinin içindeki bıçaklardan birisini alarak ilk önce morlonkun onu tutuan çarpık eline sapladı ardından da diğerini rakibinin gözüne fırlatıp kayan kılıcına uzandı ve can çekişen varlığı kafasını keserek karanlığa gömdü. Kendisini kurtarmaya çalışırken diğer iki düşmanı onları seyredenlerin bir nevi tezahüratları eşliğinde arkadaşlarını sivri topuzlarıyla ve pençeleriyle nefes almakta ve dolayısıyla hareket etmekte oldukça zorlanan, ağızlarından ortamdaki maruz kaldıkları zehrin son derece yoğun etkisiyle kan kusanları önce durdurup. yakalayıp hiçbir karşı koymaya uğramadan kesici dişleriyle parçalamış ve ikisini çoktan yemeye başlamıştı bile. Onları ne ölen kendi türü ne de nefes almakta iyice zorlanan Marjuarane ilgilendiriyordu. Plana uymuş ve kolyeye sahip olanı bırakmışlardı. Ödülleri olan insan etini tatmışlardı ki onlar için önemli olan buydu.

Marjuarane, şu an arkadaşlarını midelerine indiren yaratıklara müdahale etmeyi düşünürken ki çok zor nefes almaya başlamıştı ve öksürdüğünde de eline kan gelmiş olmasına rağmen tam hareket edecekken kafasında bazı sesler bunu yapmamasını ve hızla oradan kaçması hususunda kendisini bir şekilde ikna etti. Diğer iki morlonk hayatta kalanın türünün ikisini yerken ona aç gözle baksalar da müdahalede bulunmadılar ve yemeklerini tatmaya devam ettiler. Kenarlardan orklar, yavaş yavaş geliyordu çünkü onlar morlonkların kendileri için bıraktıklarını tadacaklardı. Yaratıkların penceresinden alan memnun satan memnundu. İnsan için ise durum hiç iç açıcı değildi.

Marjuarane, ne pahasına olursa olsun savaşmak için, arkadaşlarının intikamını almak için sonu ölüm bile olsa orda kalmak istemiş ancak kolyenin beynine fısıldadıklarının ‘karşı koyamadığı’ etkisinde kalarak bundan nihayetinde vaz geçmişti. Bu acıyla karışık kabullenmeyle nereye kaçtığının farkında olmadan mağaranın kapanan çıkışına doğru koştukça, arkadaşlarını öldürenlerden uzaklaştıkça solukları normalleşerek oraya ulaştı ve şaşkınlıkla kayaların atılmış olduğunu gördü.

Ağaca dayanıp insan formunda bekleyen ejderhanın yanına orklardan birisi gelip planın başarılı olduğunu söylemişti. O da hemen gerçek şekline dönüp insanı karşılamak için kayaları mağaranın çıkışında tabiri caizse toplamıştı.

İnden çıkar çıkmaz Marjuarane birebir ejderhayla muhattap olmak zorunda kaldı. Yaratığın istediği şey kolyeydi; büyücü almayı başaramayınca kendisi olaya müdahil oldu ve morlonklarla bu planı gerçekleştirdi. Kötü kokulu yaratıklar istediklerini aldı sıra -kendisine oldukça güçlü ve tanrılara ait bir büyülü nesne olduğu söylenen- kolyeyi almaya gelmişti. Onun amacı bu güçle doğunun sahibi Kırmızı Ejderha Dacassyre ye meydan okumaktı.

Kolyeyi almak için pençelerinden birini insana doğru savurdu ancak boşluğu buldu çünkü öldürmek istediği ortadan kaybolmuştu.
Nesne devreye girmiş, savaşçıyı kurtarmış ve bu yol sayesinde onun en çok istediği olmuştu.

Marjuarane, yeniden ortaya çıktı ancak bulunduğu yer ejderhayla karşı karşıya olduğu mağaranın çıkışı değildi. Bir ağaca dayanmış şekilde duruyordu ve önünde onun kılıcında kanları bulunan iki kiandor cesedi vardı.Ayağa kalktı ve silkindi.Şaşkındı zira en son hatırladığı şey; bir elf kızının onu ağaca asıp dallarının da boğmasıydı.
‘Buraya nasıl geldim’ diye düşünürken bir çıtırtı duydu ve hemen teyakkuza geçti. Sesi çıkaran karşısına geldi ve;
“Kısa bir süreliğine yanından ayrıldım ama sen hiç rahat durmuyorsun ayrıca bu üzerindeki elbiseleri de ne zaman giyindin ve neden bana doğru kılıç tutuyorsun?”
“Sen de kimsin? Seni daha önce hiç görmedim ama sen beni tanıyor gibisin,” dedi tedbiri elden bırakmadan.
“Beni nasıl tanımazsın! Bana yardım ettin ben de sana yardım edeceğim. Adım Waclonne ve sana bir casus olduğumu söylemiştim sen de batıdan geldiğini ve Dacassyrenin inini aradığını anlatmıştın. Beni iki kanada ayrılmış elf diyarından kovan batı kısmının hakimi Wairacasın görevlendirdiği Ecnarte’nin peşimden gönderdiği iki adamından kurtarmıştın. Nasıl hatırlamazsın kaçık büyücünün- "
“Yeter!” diye bağırdı Marjuarane. Tam anlamıyla kafası allak bullaktı.

1 Beğeni