Taşların Gölgesinde: Onsekizinci bölüm

18.BÖLÜM

Bekledikleri gelince saygıyla eğildiler. Beyaz:
“Yolcu, son aşamaya geçti mi plan da?”

“Evet efendim, istediğiniz gibi gönderdik Orioca şehrine,”

“Benim için önemli olan kolyeyi taşıyan insan. Bir taşla üç kuş vuracağım. Siz üçünüz onları takip edip ardından ine girin. İnsanın, Kırmızı’nın ejderha ruhlarını barındırdığı taşı, daha doğrusu yeşilimsi kristal küre içinde olanı, almasını sağlayın. Diğer üçü önemli değil benim için. İnsan, inin dışına çıksın gerisini ben hallederim. Ben hiçbir ejderhaya benzemem, beceriksiz kırmızı gibi onu kaçırmayacağım. İstediklerimi aldıktan sonra hem Dacassyre’yi hem de korkak Tischveria’yı halledeceğim. Kuzeyi de, bütün dünyayı da tekelime alacağım,”

“Antlaşma efendim?”

“Onu bozan ben olmayacağım. Dacassyre, plan başarılı olursa onu bozacak. Birebir o kancıkla şu anda karşılaşamam, o yüzden bu insan benim için çok önemli. Ufak yaratıklar fark edilmez,” diye kahkaha attı insan formu Beyaz’ın.

“Ejderhanın inde olduğunu nereden biliyorsunuz?”

“Kesinlikle o şehirde. Buraya gelmeden önce fark ettim ki siyah ejderhanın biri buralarda uçuyor. Kırmızı, kesinlikle onu bataklığına çekecektir. O yüzden plan başarılı olmalı!”

“Kuzeydeki savaş nasıl gidiyor, biliyor musunuz?”

“Antlaşmaya göre kuzeye girişimiz yasak olduğu için duyduklarımı söyleyeyim. Hepsi birbirine girmiş. Kimin kazandığı belli değil ancak insanlar, cüceler ve elflerin kaybı büyükmüş. Kazanan her şekilde orklar olacaktır!”

Dörtlü, Orioca şehrindeki söz edilen silah tamircisini bulmuş ve verdiklerini almış, kule kapısına sırtlarına vermiş, kayın ağaçlarına doğru yürüyorlardı. Üstlerine, yüksekte uçan bir ejderhanın gölgesi çöktü. Hemen bir yere saklandılar. Yukarıya tekrar baktıklarında Dacassyre’nin siyahla mücadelesini gördüler. Ayrıca yakınlardan gelen bazı sesler de duydular.

“Hey! Sizi hizmetkâr pislikler, kaçın!” dedi aceleci ama hırıltılı bir ses.

“Nereye? Ve bu nasıl bir ses tonu? Diğer gruplardan böyle şeyler duyuyorsunuz, en azından birkaç şey ekleyin. Hem sizin bizden ne farkınız var?” diye itiraz etti bir başka cırtlak ses.

“Ne var, ne diye böğürüyorsunuz, otlara deli olan öküz gibi! Sizin gördüğünüzü biz de görüyoruz,”

“O zaman o ucube suratınızdaki çarpık ağzınızdan çıkan gürlemeyi kesin ve başınızı kaldırıp bakın, sizi kokuşmuş sefil imalat hataları. Lordumuz kara bir ejderhayla savaşıyor,” diye işaret etti onlara ilk konuşan sinir bozucu, iç gıcıklayıcı ses.

Ve birbirlerine hırlayan titrek sesler gittikçe azaldı ve artık duyulamaz oldu.

Cypraqual Dünyasında birçok irili ufaklı büyücü topluluğu vardı: Bunlardan bir tanesi üç güçlü ejderhanın hizmetinde olmayanların bulunduğu Işığın Büyücüleri diye adlandırılan, bir diğeri de Yüksek Büyücülük Akademilerindeki eğitim görenler ve yüksek seviye ustalar, bir başkası da çok az bir topluluk olsa da ilüzyonistler… ve Karanlığın Büyücüleriydi. Dünyada güç, ejderhalarda olduğu için sözü geçenler ise bunlara hizmet eden gruba ait olanlardı. Onlara göre Işığın tarafındakiler şu dönemde, güçlerine karşı kapının önünde bekleyen minik bir kedi gibiydi. Karanlık grubun en üstünde dokuz büyücü bulunuyordu. Üçü, batının sahibi olarak kendini gören Siyah’a, diğer üçü, güneyin sahibi Beyaz’a ve kalan üçü ise doğunun ki Kırmızı’ya hizmet edenlerdi.

Doğudaki büyücüler, bataklığın oradan ayrılıp Dacassyre’nin inine gitmiş ve ona iki tane haber vermişlerdi. Birincisi, tanımlayamadıkları ve gördükleri karşısında şaşkına düştükleri yaratığa ait olandı, diğeri ise siyah bir ejderhanın onun bölgesinde umarsızca uçmasıydı. Dacassyre ise bunları duyduktan sonra ki ilkini umursamamıştı ama ikincisine dikkat kesilmişti. Ardından misafirini karşılamak için arena genişliğindeki ininden sadece kendisinin giriş çıkış yaptığı yerden yola çıkmıştı. Büyücüler, Kırmızı, ritüel düzenleyeceği için arenayı hizmetkarlarıyla doldurmak adına, hazırlıklara başlamak üzere adamlarına, onların buraya gelmesi hususunda emir vermişti. İnde bulunan arenanın alt kısımlarına oturtulmuş parmaklıklara ve içindeki tutsaklara gülümserken ortadan kaybolmuşlardı.

DOĞU TOPRAKLARI/ ÜÇÜNCÜ ANA BÖLGE: DRİANDER
LORD SARQUEL’ İN GÜÇ BÖLGESİ

Karanlık büyücüler, doğudaki Wrendruk denizinin kıyısını selamlayan üçüncü bölge olan Driander’da bulunan üçünün de beraber vakit geçirdikleri kulelerinde ortaya çıktılar.

“Ejderha, söylediğimiz garip yaratığı önemsemedi. Siyah ejderhanın haberi onu cezbetti adeta,”

“Sana katılıyorum Remond. Biz ona haberi verdik. Bu arada diğer üçlülerle ne zaman toplanacaktık? Aklıma geldi de bir anda, “

“İki gün sonra kuzeyde,” dedi cevaben Remond

Aizallane adındaki, elf olan diğeri ise ikisinin konuşmasına katılmayıp doğuyu gözledikleri kürenin yanındaydı.

“Seni, elf topraklarından kovmasına rağmen iki kralın bulunduğu Diameld’e bakmaktan kendini alamıyorsun,” dedi Enpheriam, hiçbir duygu belirtmeksizin sesindeki öylesine tonla.

“Haklısın, beni sanatımda kendi tercihlerimden dolayı yurdumun dışına atsalar da sonuçta oradakiler benim ırkdaşlarım. Elbet, o iki kral bozuntusuna gününü göstereceğim. Biz, kimin ikisini yönettiğini biliyoruz,” dedi öfkesi sesinde yer edinerek.

Aizallane ismindeki dişi elf, narin ellerini küreye dokundurup içerisinde Diameld’in geçtiği bir cümle bıraktı incecik dudaklarından. Böylelikle telaffuz edilen yerin görüntüsü nesnede oluşmaya başladı.

Üçü de ona bakarken, görüntüde: Birleşik olarak söylemek gerekirse, Elf İmparatorluğunun batısının bulunduğu ormanlık alanın başlangıcında, üç kapkara ata binmiş, üç kara zırhlı şekil belirdi. Atların üstündekiler onlardan indikten sonra, bir anda binekler eriyerek toprağa karıştı.

“Nereye gitti atlar? Bunlar da ne? Senin yurdunda ne işleri var? Hangi ırka mensup oldukları da seçilemiyor? Bunlar-“

“Yeter Remond. Susta anlayalım!”

“Öylece ormana girdiler. Üç ağacın değişen rengine bakın. Ooo…“

“Şimdi, elf okçular onları halleder,”

“Kılıca bakın üçe ayrıldı. Ve onları kararttıkları ağaçlara sapladı. Bir hareketiyle tekrar kendine çekip silahları bütünleştirdi,"

“Bu nasıl olur, o kadar ok atılmasına rağmen… Böyle nasıl durdurabilirler, “

“Hayııııır!” diye bağırdı Aizallane gördüklerinden sonra. İki büyücü ve o, küreye bakamaz oldular. Kara zırhlılar, elflerin cesetlerini dışı soyulmuş üç kararmış ağaca fırlatmıştı.

Tekrar gözyaşlarının arasından küreye baktığında Aizallane daha da şaşkınlığına büründü. Diğer ikisi de gördüklerine inanamaz bir şekilde nesneye bakıyorlardı. Elf cesetleri farklı bir biçimde üç karanın ardından gidiyordu. Derilerinde garip çizimler vardı. Nitekim on tane cesetten birindeki çizimlerin kancalaşmış kısmı alev alırken…

“Yeter! Ejderha’ya çok daha büyük bir tehlikenin topraklarında olduğunu söylemeliyiz! Dünyamız ne hale geliyor,”

“Sen, Enpheriam, ona haber ver. Biz de diğer büyücülere gördüklerimizi iletelim. Daha sonra dokuzumuz acilen bir toplantı yapalım!”

“Bizi izliyorlar farkındasınız değil mi?” dedi kara zırhlılardan elinde kılıcı olan.

“Bu dünyadakilerin gücü sinek bile değil bizim için. Onları boş verin, kolye hareket halinde,”

“Efendimiz Asdachen’e ait değil mi kolye!”

“Öyle gibiydi ama sanırım başkalarının da parmağı var. Bizim bir an önce ikinci taşı bulmamız gerek.”

DOĞU TOPRAKLARI/ İKİNCİ ANA BÖLGE: MALCURCHAT
LORD THALMANE’ NİN GÜÇ BÖLGESİ: ORİOCA ŞEHRİ

Gökyüzünde, kırmızı ve siyah pullara sahip boyutsal anlamda biri diğerinin nerdeyse iki katı büyüklüğünde iki ejderha, daha çok siyahın acemi atakları eşliğinde savaşıyordu. Doğu topraklarının sahibi Dacassyre, karşısındaki rakibi hakkında, “Ya yolunu kaybetmiş bir seyyah ya da oldukça kendine güvenen ve bunu benim üzerimde test etmek isteyen bir budala,” diye düşündü. Aşağıda ise bu mücadeleyi izleyenler vardı. Takip edenlerden biri, Marjuarane ve arkadaşlarıyken, bir diğeri ise büyücülerin kulesinin yakınında duran insan formundaki üstüne giydiği rengi açık elbiseyle güneyin sahibi Beyaz’dı.

“Siyah ejderhanın ani manevrasını gördünüz mü? Nasıl da savurdu pençesini,”

“Çok fazla bir şey elde edemedi Laphlan, birkaç pula dokunup hasar verebildi sadece,” dedi Marjuarane sanki biraz düşünceli biri gibi cevap vermişti. Acaba boyutsal bakımdan her haliyle güçlü Kırmızı, nasıl bu atağa izin vermişti.

“Bakın! Gözlerime inanamıyorum, Kırmızı geri dönüp kaçıyor,” diye devam etti Waclonne, sanki diğer üçünün düşüncesinin tercümanı olmuştu. Dacassyre, kendisinden beklenmeyecek bir şekilde mücadeleden kaçmıştı. Bu duruma, onlar kadar siyah ejderha da şaşırmıştı ama izleyici Beyaz için bu geçerli değildi. O biliyordu ki Kırmızı, oyununa başlıyordu. Dacassyre’nin rakibi, kendine iyice güvenip kaçan düşmanının hemen ardından takibe başladı.

Aşağıdaki hizmetkarları bir anda hareketlenerek efendilerinin gittiği yöne, bataklığa doğru seğirttiler. Marjuarane ve yanındakiler, hemen saklandıkları yerden çıkıp onların peşine takılacaklardı ki yere vuran ağır botların seslerini duyduktan sonra tekrar eski yerlerine döndüler. Üç Kara büyücünün çağrısıyla Kırmızı’ya hizmet edenler, gruplar halinde onların bulundukları taraftan bataklığa doğru geçiş yapıyorlardı. İnsanlar, cüceler, orklar, kiandorlar… topluluk halinde yollarına devam ederken orkların arka taraflarından, dördünden biri, en çok elde etmek istediği ve her daim menülerinde istediği bir de ek olarak en çok nefret ettiği ırkın mensubunu fark etmiş ve diğer üçüne de de onu göstermişti. Böylelikle gruptan kopmuşlardı.

“Çok fazlalar… Bunların hepsi ine mi gidiyor? İşimiz baya zorlaştı,”

“Haklısın dostum. Hizmetkarlarının inde olacağını hiç düşünmedik. Saç bantları ork gibi gösterebilir ama onların kıyafetleri yok ki üzerimizde. İçeri girsek bile hemen fark ediliriz,”

“O zaman biz de onların kıyafetlerini alırız!” dedi ve göz kırptı prenses.

“Orklar en çok kimden nefret eder tabii ki elflerden,”

“Yani ben onların dikkatini çekeceğim, siz de savaş yeteneklerinizi göstereceksiniz,” diye sözlerine ekledikten sonra Ashlarante, onların yanından ayrılmış ve ork grubunun arka kısmındakilerden birine kendini göstermiş o ve diğer arkadaşları hemen geriye dönmüş ve kaçan elfin peşine düşmüşlerdi. Üç erkek orkları avlamış ve prenses de dahil zırhlarını kuşanmışlardı. Üstlerine olduğu kadar, metal miğferleri de kafalarına geçirip, saç bantlarını da takıp, ine giden gruba yetişip yerlerini almışlardı.

Dacassyre, rakibini istediği gibi yanılsama olan bataklığın üzerine getirmiş ve oradaki platformdan atılan ağır ve bir o kadar delici mızraklar siyahın gövdesini, kanatlarını ve boğazını da bulmakla kalmayıp onları yarmıştı. Bundan dolayı da ejderha helezonlar çizerek düşerken Marjuarane ve arkadaşlarını takip eden çömlekçi, demirci ve kür yapan kılığındaki üç siyah ejderha (İmmortanu, Shelazantler ve Terrianmer), onları ork grubunun arkasına takılırken görmüştü. İzlemeye devam ediyorlardı.

Bataklıktaki gökten düşen kurbanı içine alıp Kırmızı’nın inindeki havuza ulaşması için oluşturulan geniş kuyuda, siyah kanlar içinde ve uyuşmuş bir şekilde onun iç kenarlarından çıkan sıvının üstünden kayarak ilerlerken, ork grubu, platformun yanındaki ine giriş için olan basamaklardan iniyordu. İnsan kılığındaki takipçileri ise onların peşi sıra gelen insanlar ve kara cücelerin arasındaydı.

Gittikleri yer Dacassyre’nin en çok kullandığı ve sadece onun yapabildiği Ritüel’ini sergilediği oldukça geniş mağaraydı ve içi, arena şeklindeydi. Kırmızı ejderha, en çok istediği an geldiğinde bunu hizmetkarlarıyla paylaşmak istiyordu. İne giriş iki şekildeydi: İlki, o merdivenlerden bir diğeri de kendisini alabilecek şekilde geniş bir tünel şeklinde oluşturulmuş olandı.

Üstü kapalı arenanın ortasında bir sunak bulunuyordu. Üç karanlık büyücü, araştırmalar sonunda eskiden tanrılara adanmış daha sonra harabelere dönmüş tapınaklardan topladıkları taşlardan oluşturmuştu onu. Alt tabanı dikdörtgen şeklinde olan, dış tarafları rünlerle kazınmış bu taşın üstüne, iki tane: kenarlarının bir kaç yerinde ufak çapta kırıklar olsa da küp şeklinde yerleştirilmiş bir başka efsunlu taşların olduğu ve yüksekliği alt tabanla paralel bir dikdörtgenin daha konulup sonlandırıldığı bir yapı görünümündeydi. Üsttekinin ortası çember şeklinde oyulup içe doğru açılarak derinleştirilmişti. Oraya, küçük, içi boşaltılmış bir sütun koyulmuştu. İki kenarında ikişer tane delik olan bu dik sütunun içerisinde, Dacassyre’nin o çok değerli, başkalarına göre yeşil taşı olarak bilinen, dışı kristalimsi yapıdaki, içerinde minik beril taşlarının bulunduğu ve onlara bir nevi duman tutamlarının iç çeperlerinin çekimiyle tutunduğu küre saklıydı.

Sunağın, dört dış kısmında da Dacassyre’nin kendi pençeleriyle çizdiği desenler izleyen tarafından görülürken, kurbanı küçültmek için kuzeydeki tersine aktığı düşünülen Drathnor nehrinden getirilmiş, kadim ejderhanın kendine has dokunuşlarla ördüğü kudretli büyüyle güçlendirilip onunla doldurulmuş havuz vardı, yapının biraz ilerisinde solunda. İkisinin ortasında da bir kaide ve onun üzerine de dışı camsı bir başka küre oturtulmuştu.

Siyah ejderha, kuyudaki yolculuğunu tamamlayıp havuza düşerken rakibinin hizmetkarları gruplar halinde arenadaki tribünlere yerleşiyordu. Yol arkadaşları da sunağı tam karşıdan gören yerdelerdi. İzleyiciler gruplar halinde yerlerini almıştı. Yeni tür achianlar da onlardan biriydi. İnsanlar arasındaki onların kılığında bulunan üç ejderha da, kendi girişinden gelen Dacassyre’ye bakıyorlardı. Öte yandan kendilerinden oldukça boyutsal olarak büyük Kırmızı, havuza giderken çok heyecanlı görünüyordu.

“Nasıl almayı düşünüyorsun Marjuarane, bu kadar kalabalığın arasında acaba? Sanırım şu karşımızda görünen sunakta aradığımız. Baksana dış kısmındaki desenlerin ucu hareket etmeye başladı,” dedi çok kısık bir sesle Waclonne.

“Susun! Sizi kokuşmuşlar!” diye bir uyarı geldi ork grubundaki birinden.

Kırmızı, havuza ulaşıp, kendine has büyüsüyle güçlendirip suya karıştırdığı sıvı sayesinde minik bir kertenkeleye dönmüş siyah ejderhayı itinayla oradan aldı. Yaratık, havuzdan çıkarılırken sarf edilen kadim sözler ise sunağın dış kısmındaki desenlerin uç taraflarını hareketlendirmişti. Dacassyre, artık küçük bir sürüngene döneni, kaidenin üzerindeki kürenin içine koyarken, sunağın dış kısmındaki, dört tarafındaki desenlerin uçları uzayarak onun dışına dokunup yapıştı. Kendisi, kurbanını koyup küreyi kapattıktan sonra içindeki dönmeye başlarken nesneye vantuz gibi yapışmış uzantılara dokunmaya başladı. Yaratık döndükçe kırmızı ejderha uzantılara temas etmeye devam ediyor ve onlar sayesinde, önceden siyah ejderha olanın anılarında geziniyordu. En nihayetinde, kürenin içindeki sis bulutuna döndü. Dacassyre’nin tavrı değişmişti. Kapağı açtıktan sonra sis topluluğu kürenin içine giren tabiri doğruysa dokungaçlara dolup sunaktaki desenlere aktarıldı. Ejderha, ardından onun yanına gidip sadece diğer iki büyük ejderha gibi eski olanların bildiği sözü söyledi ve onların ucu tekrar hareketlendi. Safir sütundaki iki kenardaki deliklere uçları temas edip taşıdıkları sis kümesini onun içine aktardılar. Böylelikle Dacassyre ejderha özünü yeşilimsi kristal küresine nakletmiş oldu. Ancak istediğini yine alamamıştı, öyle bir kükredi ki arenada… Sütunu havaya kaldırdığında delikler kapanmıştı. Tekrar onu sunağa yerleştirdi.

Grup başları gitme zamanın geldiğini bu kükremeden anlamıştı ancak bunu idrak etmeyenler vardı. Bir anda insan formundaki üç ejderha yukardan aşağıya atladı ve gerçek şekillerine döndü. Daccasyre anında achianların başı Gillantirre işaret ederek taşı almasını istedi. O hengamede Waclonne, bunu fark etti ve Marjuarane’nin dikkatini çekerek hareketlenen achianı gösterdi. Savaşçı, dört hayvanı çağırmak için Mia Rander, dedikten sonra isimlerini söyledi ve dört yırtıcı arenada belirdi. Kırmızı ejderhaya saldıran üç siyah, savaşçı için zemini hazırlıyordu. Tribünlere de alevlerini gönderirken siyahlar bir yandan da oldukça öfkeli olan kırmızdan kendini korumaya çalışıyorlardı. Büyülü hayvanlar da alevlerin arasında oraya buraya kaçışan hizmetkarları hallediyordu. Marjuarane ve arkadaşları, kendilerine dikkat etmeye gayret ederek bu karmaşada hayatta kalmaya çalışıyorlardı. Dacassyre, kanatlarının biriyle siyahlardan pulu daha koyu olana oldukça sert bir darbe indirerek onu tribünlerdeki, artık boşalan yere fırlattı.

Marjuarane, Waclonne ve Ashlarante, saç bantlarını çıkarmış ve öz hallerine dönmüşlerdi. Öyle bir karışıktı ki arena, kimileri ejderhaların alevlerinden korunmak için oraya buraya kaçıyor, diğer yandan büyülü hayvanlar üç yol arkadaşını korumaya çabalıyor, bir yandan da önlerine çıkanı parçalıyordu. Laphlan ise üç ejderhanın kendisine verdiği görevi başarmış ve mağaradan sıvışmaya çalışıyordu ancak basamaklardan hızlı hızlı atlarken yerde yatan bir cücenin sakalına takıldı ayakları ve yere düştü. Tam ayağa kalkıyordu ki korkuyla üstüne gelen orklardan boyut olarak biraz daha büyük benzer bir tür kiandorun hışmına uğradı ve tekrar yeri boyladı. Ağır ağır botların altında telef oldu bedeni. Diğer taraftan üç yoldaş aşağıya inmiş, sunağa doğru koşuyordu. Gillantirre onlardan avantajlıydı zira kanatlanmıştı.

“Bir kanatları eksikti. Zaten-“

“Nefesini boşa harcama dostum. Koşmaya devam,”

Gillantirre, safir sütunu onlardan önce aldı. Kırmızı, tam siyahlardan birini havuza fırlatacakken bir anda Enpheiram adındaki büyücü ortaya çıktı. Hemen asasıyla bir güvenlik kalkanı oluşturarak efendisine bakış attı. Siyahlardan birinin ona gönderdiği alev pek etki etmedi. Dacassyre achiana bir bakış attı ve taşın onda olduğunu anladı. Karşısındaki kendisinden küçük türlerinden iyice sıkılmıştı artık. Büyücüsünün oldukça telaşlı halini gördü ve yanına geldi.

“Efendimiz, elflerin başı belada,”

“Banane elflerden,”

“Sizin topraklarınızda sizden habersiz elfleri katlediyorlar. Diameld topraklarının batısını ele geçirmeye çalışan üç, kara zırhlara bürünmüş, bu dünyada daha önce hiç görmediğim ve oldukça güçlü olan yaratıklar, size meydan okuyarak orada cirit atıyorlar. Bence, onlara hadlerini bildirmelisiniz Majesteleri,”

“Batı mı dedin. Doğu tarafı benim hakimiyetimde. Tischveria, müdahale etmiyor mu?”

“Efendim, maalesef ki ortalarda görünmüyor. Tehlike çok büyük. Sizin tarafınıza da sıçramasın,” dedi büyücü büyük bir cesaretle. Dacassyre, ona biraz da kaşlarını çatarak bakarak:
“Haklı olabilirsin. Sonrasında… Benim topraklarımda, hem de bana meydan okuyarak… Şu siyahları bir halledeyim, on-“

“Efendimiz bir an önce Diameld’e gitmelisiniz. Yoksa yaratıklar, topraklarınızı talan edecek. Elfler kimin umurunda, önemli olan size ya-“

“Tamam Enpheiram. Değerli taşımı şu ucubeden al, peşindekileri hallet, ben de şu zırhlı mı mırhlı mı olan, bana meydan okuyacak kadar aptal yaratıkların defterini düreyim,” dedi ve kendi girişinden mağaradan ayrıldı. Onun çıkışını Beyaz da görmüştü ama hiç umursamadan insanı beklemeye devam ediyordu.

Marjuarane, büyülü yaratıkları, uçan achiana doğru yönlendirdi. Hayvanların dördü de onu havada yakalayıp yere mıhladı. Batılı Savaşçı, hemen oraya giderek Gillantirre’nin boğazını kesti. Tam taşı ondan alıp kaçacaktı ki büyücünün sesini duydu. Enpheriam, zihninde bir cümle kurdu. Karşısındaki düşmana yıldırım göndermek, şeklinde. Onu imgeleştirip, resme dönüştürdü. Marjuarane’e uygulamış olacağı büyünün görüntüsü. Sonra zihninde bir başka yerde düşünsel olarak, bu imgelemeyi canlandırdı. Akabinde bir kelime fısıldadı. Kimsenin duyup duymaması fark etmiyordu. Onu bir anagrama çevirdi. Yeni oluşan kelimedeki harflerden bazıları gliflere dönüşürken, kalanlar da resimli yazı şeklinde bir diğer glif türüne evrildi. Simgesel glifler birleşip bir rün oluştururken, diğer çeşidi de o rünün gölgesi olmuştu. İşte orada Enpheriam’ın zihninde canlandırdığı görüntü vardı. Bu safhalar saniyeler içinde gerçekleşmişti. Bu yöntem Cyraqual Dünyası’nın ana yapısındaki sınırsız enerjinin bilinen adıyla büyünün kaynağına dokunmak içindi. Orta seviyenin üstü ve yüksek seviye bir çok büyücünün doğru anagramı gerçekleştirerek kullandığı tarzdı bu. Ancak kaynağa dokunmak sınırlı bir enerjiyi kullanmaktan başka bir şey değildi. Örneğin bir kişinin zihnini, sesinin yardımıyla belli bir süre kontrol edebilirsin gibi. Ötesine gidebilmek için gücü kontrol edebilme yeteneğine sahip olman gerekiyordu. Enpheiram, kaynağa dokunduktan sonra, sınırsız enerjinin sonsuz kapılarından birinden birçok defa yaptığı gibi içeri girdi. Koridorda ilerledikten sonra bir başka odaya açılan kapıdan geçerek enerjiyi daha da çekti. Sonrasında bir başka odada enerjiyi yoğunlaştırdı. Dönüştürdü ve eğip bükerek şeklen değiştirdi. Yani rünün içine enerjiyi çekerek, boyutsal olarak rünü büyüttü. Biçimsel anlamda dönüştürdü. Rünü, eğip bükerek yıldırırm dalgası şekline çevirmişti. Sonrasında asasının içine alarak, ondan Marjuarane’e gönderdi. Kısacası enerjiyi bir yıldırım dalgasına çevirdi. Savaşçı, kara cübbelinin davetsiz misafirinden kurtulmaya çalışırken Ashlarante, küçük safir sütunu achiandan aldı, bedeni patlamadan önce. Yıldırım, Marjuarane’e isabet etti ama (kolyedeki yaprak şekilli kristallerdeki yarı tanrısalların taşıyıcısını korumak üzere fanilerin göremediği uzantılarla ince bir kalkan örmesinden dolayı) sadece sersemletti onu ve kısa bir süreliğine yere düşürdü. Büyücü, bir anda patlayan Lord Talmane’nin oğluna şaşkınlıkla bakarken, parçalar tekrardan daha önce olduğu gibi bir yerde toplanmaya başladı. Onlar, yerdeki cesetlerden birinden aldıkları deriyle kendini tamamlamaya çalışırken, yıldırımın etkisiyle (kolyenin koruma gücü sayesinde) sadece sersemleyip yere düşen ve kılıcını da kaybeden Marjuarane’i, elf casus yerden kaldırmaya çalışıyordu. Büyücü, tekrardan oluşan ve Lord Thalmane’nin oğluna dönen ucubeyi görünce, asasının topuzundan aynı şekilde ona da yıldırımlar gönderdi ama yüzü tekrar değişen yaratık, gelenleri buyur etti kendine. Gönderilenler onun bedeninde gezinirken ucube, çarpık ağzından küçük deri parçaları fırlattı karşısındakine doğru. Enpheiram hiç bekleme yapmadan koruma kalkanının içinde yer değiştirme büyüsünü (önceki gibi kaynağa dokunup enerjiyi şekillendirerek gideceğin yeri zihninde düşünüp bir portal açmak. Sonrasında ara geçiş yolunun sonundaki portaldan geçmek ve hedeflediğin yere ulaşmak) sergileyerek mağaradan kayboldu. Deri parçaları ise etrafta dolanan bir kara cüceyi, bir de talihsiz bir orku buldu.

Öte yandan Waclonne, tam savaşçıyı kurtaracakken üstüne atlayıp onu düşüren achianla uğraşıyordu. Ashlarante, ok üstüne ok atmasına rağmen yaratığı casusun üzerinden uzaklaştıramadı. Hayvanlardan puma, onun imdadına yetişti ve achianı pençeleriyle parçalayıp fırlattı. Gel gör ki atılan, tekrar kalkıp saldırıya başladı. Casus, prensese:
“Sen mağaradan kaç. Dışarıda buluşuruz, eğer görüşemezsek Lasmendia daki cücenin hanında kavuşuruz,”

“Sizi böyle bırakamam,”

“Prensesim, başımızın çaresine bakarız. Hem Marjuarane de kendine geldi. Hadi git,”

Kara cüce ve orku bulan deri parçaları koza haline gelirken, tekrar Gillantirre görünümüne dönen ucube, hiçbir şey olmamış gibi yürüyerek Dacassyre’nin çıktığı geniş tünele doğru gidiyordu. Ashlarante, tam merdivenlerden çıkarken kozalar parçalandı. Marjuarane, ayağa kalkmış kılıcını da almış Waclonne ile beraber çıkışa doğru savaşa savaşa ilerlerken arenanın zeminde bir anda pis kokan sıvılar dolanmaya başladı.

Beyaz ejderha çıkışta bekliyordu ama hala insan görünürde yoktu. Öte yandan üç siyah, savruldukları yerlerde yaralı halde yerlerinden kıpırdayamıyordu.

En sonunda merdivenlerin başlangıcına ikisi ulaşmıştı. Koyu, iğrenç kokulu sıvılar sahiplerinin gittiği yöne doğru akmıştı. Marjuarane, çıkışa yakın yırtıcıları elbiseye çağırdı. Prenses, mağaranın dışında onları beklemiş, beklemiş ama gelmeyince, etrafta dolanan ve kaçışan achianları fark edince, bu ucubeler onun peşine düşmeden ormanın o kısmından başlangıcı olan kuleye doğru uzaklaşmıştı. Beyaz, ikiliyi görür görmez gerçek şekline döndü. Aniden karşılarında ya da havada onu görünce elf ve savaşçı korkuya kapıldılar. Marjuarane:
“İkiye ayrılalım. Sen batıya, ben doğuya,” dedi elfe soğukkanlığını kaybetmeden.

Daha o, bunu söyleyemeden yaratığın geniş gölgesi üzerlerine çökmüştü. Waclonne, ejderha korkusunu üstünde hissedip titrerken Marjuarane öyle bir büyünün altında değildi kolye sayesinde. Savaşçı, elfin yanından ayrılıp doğuya doğru kaçmaya başladı. Diğeri ise hareket dahi edemiyordu, kapıldığı korkudan. Ejderha, elfi bırakmış ağaçların altında kendisinden kaçan savaşçıyı takip ediyorken, onu dondurup bedeninden istediğini almak amacıyla ağzından buz kustu. Marjuarane, oradan oraya keskin buz parçalarından korunmak adına az da olsa saç tellerini dondursa da kaçarken daha önce de olduğu gibi kolye ısınıp sıcaklığını onun bedenine vermeye başladı. Yarı tanrısalların güçlerinin uzantıları, kaçarken etrafında dönüp onu kaplarken, ejderha buz kusmaya devam ettiğinde, ağaçlara doğru hışımla ve nefes nefese koşarken savaşçı, bu dünyada görülemeyen uzantıların oluşturduğu koyu renkli ve kenarlarında tanrısal yazıtların olduğu geçitten geçerek ortadan kayboldu. Üstündeki görünmeyen elbise bundan dolayı ondan ayrılıp zemine kumaş parçası olarak düştü.

Prenses, bulundukları yönün batısına doğru nefes nefese taşıdığı safir sütunla, endişe karışımı bakışlarla giderken, casus da kendine gelip, ejderhanın uzaklaşmasıyla korkuyu üzerinden atıp onun ardına düşüp ilerlerken, diğer taraftan Beyaz, öfkeyle ağaçların donmuş dalları arasında dolanıyordu. Gözüne sağlam bir cam kırığının ışıltısı çarptı. Orada, kumaş parçası görünümündeki tanrısal malzeme yeni taşıyıcını bekliyordu ve görünüşe göre de bulmuştu.

Marjuarane ise kısa bir süre sonra tekrar orada ortaya çıktı. Düşünceler içinde dolanırken ve kaygılı bir şekilde casus ve prensesi ararken, bir anda boynuna saplanan bir iğnenin acısını hissetti ve yere düşüp bayıldı.

1 Beğeni