Terapi Orduları

Psikiyatristen çıkalı beş dakika olmuştu. İçeride kalması da beş dakika sürmüştü. Randevuyu alırken saatleri kontrol ettiğine göre her hastanın onbeş dakika hakkı vardı. Doktor onu başından mı savmıştı? Onu dinlerken yaptığı mimik ve jestlerle onu küçük mü görmüştü? Anlattıkları fındık kovuğunu doldurmayacak önemsiz dertler miydi? Çıktıktan sonra oturup bir soluklanmak için boş bulduğu koltuğa oturmuştu. Bu tip düşünceler beynine zerk etmişti. Etrafına baktığında gelen her hastanın mutsuz ve kızgın surat ifadeleri takındığını görmüştü. Bu yüzden mi hepsi psikiyatrinin yolunu tutmuştu? Hepsi mutluluk denen uyuşturucudan bir damla alabilmek için doktorun ona yazacağı ilaçtan mı medet umuyordu? Bunu asla bilemeyecekti.

Bizimkine dönecek olursak kendi olayın hala şokundaydı. Doktor her anlattığına “hı hı, evet, anlıyorum” ve “yurt dışında böyle değil miydi?” demişti. Evet böyle değildi diye haykırmak istiyordu. Lanet olsun ki böyle değildi, diye düşündü. İnsanlar başkalarının hayatına burnunu sokmuyordu. Belki de geçirdiği iki aylık bir sürede dillerini ve kültürlerini bilmediği insanlardan doğal olarak böyle bir şeye maruz kalmamıştı. İngilizce’yi çok iyi seviyede bilmese de insanlarla iyi anlaşabiliyor dostluklarındaki samimiyeti sezebiliyordu. Yurtdışında geçirdiği kısa gönüllülük hayatı hayatında pek çok şeyi değiştirmiş, değiştirdiği kadarını da götürmüştü. Hatta yurtdışında tanıştığı proje arkadaşı psikoloji okuyan kız tarafından ilk kez psikologa görünmelisin tavsiyesini almıştı. Bu onun için bir mihenk taşıydı. Sağlık sigortasından yararlanıp Romanya’da doktora görünmeyi düşünmüştü ama sonra dertlerini kendi dilinde anlatamazken İngilizce veya Romence nasıl anlatacaktı. Hem doktor İngilizce biliyor muydu? Ya da kendisinin İngilizcesi derdini anlatmaya yeterli miydi? Pek öyle sanmıyordu.

(…)

Romanya’da yaşadığı günler apayrı bir hikayenin konusu olmalı ki bunları okuyucunun dikkatini dağıtmamak için şimdi anlatmayacağım.

Kahramanımız Aero K.'nin Türkiye’ye döndüğünde düştüğü depresyonun pençesi de kaderin cilvesiydi. Batırdıkça batırır derindir vesvas kuyusu. Rüzgar esmez her gemiye layık. Ailesiyle uzun zaman sonra görüştüğü için iki taraf da mutlu gözüküyordu. Gecenin ikisinde otobüsten inmişti ve bir taksiye yanında nakit parası olmadığı için rica yoluyla binmişti. O sırada yanındaki adamında aynı vesayite gittiğini öğrenince hemen atlamıştı arabaya. İndiğinde saat gece iki buçuğa henüz varmamıştı, evin zilini bir kere çaldı kapı otomatiği açılmadı, ikinci kez tekrar çaldı. Bu kez uyanmış olmalılardı. Anne babası uyanamasa bile kız ya da erkek kardeşi uyanıp kapı otomatiğini açmalıydı. Çok yorgundu ve geceyi dışarıda Kütahya’nın ayazında geçiremezdi. Neyseki “zırrtt” sesiyle kapı açıldı, yüzüne bir gülümseme geldi, kapıya kadar bu yüz ifadesiyle çıktı. Bavulları ağırdı. Eh biraz da hediyelik eşya yollamıştı. İkinci kata yürüyerek çıktı ve anne-babası ikisi de aynı anda kapıya çıkmış, ikisi de yarı uykulu ve kimi beklediklerini bilmez şekilde kapıyı yarı açmış şekilde bekliyordu. Anne babası çok şaşkındı çünkü koskoca el ülkesinden dönerken döneceği tarihi haber vermemişti. İstanbul’a uçakla indiğinde belki haber verebilirdi ama gerek duymadı. O da hayatında sürprizlere yer vermek istiyordu ve sürprizlerinin sonucunda alacağı tepkileri merak ediyor, düşlüyor, kafasında canlandırıyordu. Planı bu seferlik tutmuştu.

Ayrılırken kavgalı olduğu babasıyla şimdi sıkı sıkı sarılmıştı kapıda. Daha sonra da annesiyle. Annesiyle kavgalı değildi. Annesini her erkek çocuğu gibi daha çok seviyordu belki de. Babası karşılama merasimini fazla uzatmadan hemen yatağına geçti. Yarın sabah nöbeti vardı. Annesi zeytinyağlı yaprak sarması ve çorba yapmıştı yemek ister misin diye sordu. Başta geceleri yemek yemediğini hatırladı ama bu seferlik çok aç olmasına vererek yemeğe oturdu. Annesi kısa kısa sorular soruyor aldığı cevaplardan sonra “hı hı, güzelmiş” gibi kısa cevaplar veriyordu. Annesi de Aero K. gibiydi. İnsanlara karşı abartılı ve süslü tepkiler vermezdi. Neyse oydu ve fazla düşünmezdi. İnsanların samimiyetsiz ve aşırı tepkileri çoğu zaman ikisini de gererdi.

Hikaye nereye gidiyor diye meraklanan okuyucum, hikayeyi şimdi toparlamaya çalışacağım ve hikaye hızını 4x’e alacağım.

Aero K. takip eden günlerde büyük bir depresyona yenik düşmüştü. Günlerdir odasından çıkmıyordu. Hem babasını görmeye de tahammül edemiyordu. Annesiyle babasının kavga ettiğine şahit olmuş babasına karşı çıkışmıştı. Kendisi de annesiyle kavga ettiğinde annesinin kalbini en çok incitenlerden birisi değilmiş gibi babasına karşı saf tutmuştu o gün. Bunu pek çok sonraları anlayacaktı. Şimdilik yatağından çıkmamayı ve kafasına taktığı düşüncelerle telefonun ekranına, uyuşturucusuna bakıyordu. İnternette psikoloji ve psikiyatriyle alakalı okumalar yapıyordu. Varılacak saadete daha kaç kapı var diye düşünüyordu. Gördükleri hiç hoş değildi. İnternetten öğrendiğine göre kendisi major depresyonun onbir tanısından dokuzuna, anksiyetenin altı tanısından beşine sahipti. Aynı anda ikisine nasıl sahip olduğunu ikisinin aynı anda birbirini tetiklediğini düşünüyordu. Hem belirtileri de çok benzerdi bunların arasında nasıl ayrım yapabilirdi? Evet bunu kendisi yapamazdı ve artık bir doktora görünmeliydi. Telefonundaki mobil uygulamanın rahatlığıyla doktor seçiniz ekranına kadar geldi ve iki erkek bir kadın doktordan birini seçmesi gerekiyordu. İsimlere çok takılmadı, erkek olanla daha rahat iletişim kurabileceğini düşünüyordu. İlk ergenlik yıllarında porno bağımlılığı vardı belki bunları da anlatır doktorundan bunun neye yol açabileceği hakkında bilgiler alırdı. Mutlaka zararlıydı ve psikolojinin bozulmasında etkili bir role sahipti. Çünkü uzun zamandır pornografiye karşıt bir topluluğun üyesiydi. Bunların hepsini sadece doktora gittiğinde öğrenebilecekti.

Erkek doktoru seçmişti, şimdi sıra gün ve saatteydi. En erken ne kadar olursa o kadar iyi diye düşünüyordu ve sabah 9, 12 Aralık tarihine randevu oluşturmuştu. Şimdiden doktora ne sıkıntılar çektiğini, kafasını nelere taktığını, neden sürekli mutsuz hissettiğinin sebeplerini, yataktan günlerdir çıkamayaşını, artık eskiden çok severek yaptığı şeylerden zevk alamadığını birbir anlatacaktı. Romanya’da dahi kötü şeyler yaşamıştı ve bunu doktora anlatmalıydı. Kendisinin bir ezik olduğuna kafayı takmıştı.

Kahramınımız gelen eleştiriler ve itibarını zedeleyici şakalar karşısında her zaman susmayı tercih ediyordu, genelde içine atıp en son bir yanardağ gibi patlayanlardandı. Şartlar elverdiğinde yakıp yıkıp kül ediyordu. İki patlamanın sonucu fiziksel kavgayla bitmişti. Ne erkek ama! İkisini de yenebilmişti. İkisinden sonra da bütün kaslarında salgılanan endorfin sayesinde havalarda uçuyordu. Saatler boyunca aldığı intikamın tadını bütün kas liflerine dağıtıyor bu hissi bütün sinir sistemiyle yaşamak istiyordu.

Burada metni sonlandırıyorum. Ne yazdığımı okuyup anlam verebilirsem belki devam ederim yoksa da silerim. Peh, hadi iyi geceler.

7 Beğeni

Bütün bunlar yaşadıklarına sadece birer örnekti ve dahası da vardı. Yaşadıkları genelde gülümseyerek hatırlayabileceği şeyler değildi. Hatıralarını genel de çağırmamaya çalışırdı. Psikiyatristin yolunu tutmadan önce hatıralarını silebileceği bir yöntem de aramıştı. İnternette yaptığı kısa araştırmalarda böyle bir yöntem olmadığına kanaat getirdi. Bir yerlere kafasını vurup hafızasını kaybetmeyi denemek bile istediği oluyordu.

Psikiyatriste gideceği gün sabah erkenden kalktı. Duşunu aldı, dişlerini fırçaladı. Psikiyatriste anlatacaklarını kafasında canlandırıyor, tekrarlıyor ve doktoru nasıl etkileyebileceğini düşünüyordu. Doktoru etkilemesi gerektiğine kendini inandırmıştı. Doktordan belki de şunu duymak istiyordu: “Sen hasta değilsin evladım, hayat çok acımasız.” Doktoru etkileyip etkileyemeyeceğini zaman gösterecekti. Doktorla görüşmesini bir iş görüşmesi mi sanıyordu acaba zavallı Aero K.?

Annesi henüz uyanmamıştı, erken saatte kendi kahvaltısını hazırlayıp yedi ve telefonuna bakarak biraz oyalanmak istedi. Bulunduğu yerden hastaneye giden otobüs yarım saatte bir geçiyordu ve otobüse geç kalmaması gerekiyordu. Telefonunda yine psikoloji dergileri okuyor, yeşil sözlük denen yerde psikolojik bozukluk geçiren insanların deneyimlerini okuyordu. Okudukları belki doktora anlatacaklarına yardımcı olabilirdi. Doktora anlatacaklarını hala kafasında şekillendirmeye çalışıyor onbeş dakika içerisinde kendisini kanıtlaması gerekiyordu. Hayatı çocukluğundan beri birilerine kendini kanıtlamakla geçmişti. Çocuklarla top oynarken en iyi oynayan olarak öne çıkmak isterdi. Erken ergenlik yıllarında okulunda en başarılı çocuk olarak öne çıkmak isterdi. Derslerine çok çalışırken bir yandan da sosyal hayatı gözlemlemiş, kendisinin sosyal arkadaşların neyi eksik olduğunu analiz etmeye çalışıyordu? Sosyal arkadaşları güzel ve markalı kıyafetlere sahipti. Onların bu sayede sosyal bir çevreye ve kız arkadaşlara sahip olduğunu düşünüyordu. Sık sık internette pahalı alışveriş sitelerine bakınırken babası tarafından yakalanmış “bunları mı almak istiyorsun?” oğlum diye azarlanmıştı. Babasının az maaşıyla bunları alması çok zordu ama o gözlemlerine göre sosyal bir insan olabilmek için bu alışverişlere ihtiyacı vardı. Arkadaşlarının sık sık arkadaş ortamında birbirlerinin giydikleri markalara dikkat ettiğini duymuştu ve o da onlar gibi olmak istiyordu. Okulda başarılı olmanın yanında sosyal olarak da başarılı olması için bu markalara ve kıyafetlere ihtiyacı vardı ilk önce.

Bütün bu çocukluk anılarına dalmışken otobüs saatinin geldiğini fark etti. Evden çıkıp otobüs durağına gidene kadar otobüsü kaçırmıştı. Otobüs durağına vardığında bir sigara yaktı. Sigaraya lisedeyken başlamıştı. Sigara da bir sosyal statü sembolüydü gözünde. Lisede popüler olan arkadaşları sigara içiyordu ve onu da ara sıra yanında götürüyorlardı. Yanlarında gittiği birkaç sefer arkadaşları tarafından sigara içmeye teşvik ediliyordu. İlk seferlerde oldukça kesin kararla bu teklifi geri çevirmişti fakat lise üçe geçtiğinde ve o da artık arkadaşları gibi olmak istediğinde ilk sigarasını içmişti. İlk nefesi çektiğinde bir öksürük hummasına tutuldu. İlk çektiği nefes arkadaşları tarafından dalga konusu olmuştu çünkü sigarayı içine çekememişti ama ne yapsındı ki? Bu ilk seferdi ve henüz içmeyi bilmiyordu. Arkadaşları içine çek diyerek onu düzeltmeye çalışıyordu. İçine çektiğinde ise kafası feci derecede dönmüş ve midesi bulanmıştı. Devamını içip içemeyeceğini kestiremiyordu. Zorla da olsa bitirmişti ve ayakta duramıyordu. Arkadaşları hala gülüyordu ve onu tebrik eden gözlerle izliyordu. Bütün bunlar yaşanırken öğle molasındaydılar ve bitmek üzereydi. Kendinde yürüyecek gücü bulamıyordu. Arkadaşları kolundan tutarak onu okula kadar götürdüler. Sigaraya böyle böyle başlamıştı ve artık yarı bağımlı olmuştu. Çoğu zaman sigara alacak parası olmuyordu ve arkadaşlarından isteyerek içmek zorunda kalıyordu. Halk dilinde buna “otlakçılık” deniyordu. O da bu duruma yavaştan alışmaya başlamıştı. Bazen babasının paketinden gizlice birer sigara yürütüyordu. Daha fazla yürütürse babasının anlayacağından korkuyordu. Bunları düşünürken diğer otobüs durağa gelmişti bile ve otobüse bindi, kartını okuttu ve yerine geçti. Hastaneye vardığında randevuya geç kalacağını düşünüyordu ve öyle de oldu. Hastanenin yolunu bilmiyordu şoförden o durağa geldiğinde onu indirmesini rica etmişti. Şoförün söylediğine göre otobüs hastanenin tam önünden geçmiyordu ve uzun bir yolu yürüyerek gitmesi gerekiyordu. Otobüs şoförü onu bıraktığında bilmediği bir yerdeydi fakat teknolojiyi kullanma becerisi sayesinde Haritalar’ı açtı ve gidilecek yeri işaretledi.

Yaklaşık 1 km daha yürümesi gerekiyordu. Geç kalırsa doktora giremeyeceğini düşünerek endişeye kapıldı ve adımlarını hızlandırdı. Hastaneye yaklaştığında hastanenin askeriyenin içinde olduğunu fark etti. Askeriyeye girerken karşıdan 2 çocuk ve bir pitbull geliyordu. Pitbullun ağızlığı yoktu ve çocuklar gitgide yaklaşmaya başlamıştı. Pitbulla göz göze gelmemek için ne yapacağını bilemez halde kendisini kaderine teslim etmişti. Pitbull yanından geçerken aniden saldırıya uğrayabileceği düşüncesinden çok korkuyordu. Köpek bacağını ısırabilir ve onu sakat bırakabilirdi. Bunu da Türkiye’nin kötü yanlarından birine yordu. Pitbull sahiplerinin köpeklerini ağızlıksız sokağa çıkarmamaları gerektiğini düşünüyordu ve bunun yasalaşması gerekiyordu. Haberlerde birçok kez Türkiye’de yaşanan pitbull saldırılarını okumuştu ve pitbull beslemenin yasaklanması gerektiğini düşünüyordu. Hayvandan değil aslında hayvan sahiplerinden korkuyordu. Hayvanları birer ölüm makinesine çeviren sahiplerinin hayvanlarını yetiştiriş tarzıydı. Çocuklarla ve pitbulla kısa bir göz teması kurarak yanlarından geçip gitti ve sonunda rahatladı, derin bir nefes aldı. Nabzı bir an yükselmişti fakat bunu köpeğe hissettirmemesi gerekiyordu. Çünkü köpeklerden korkarsa köpeklerin saldırabileceğini öğrenmişti çocukken. Şimdi yolun çok az bir kısmı kalmıştı ve saatini kontrol ediyordu. Randevuyu yarım saat kaçırmıştı. Askeriyenin yanındaki taksi durağını da geçti ve tren yoluna vardı. Tren yolunu görünce üniversite okurken ailesini görmek için kullandığı Pamukkale ekspresi geldi aklına fakat fazla düşünmedi. Tren yolundan sola döndü ve düz yolu yürümeye başladı. Hastane sağda kalıyordu. Askeriyenin eski bir binasını Ruh Sağlığı ve Hastalıkları binası yapmışlardı. Yürüdükçe hastanenin tabelasını daha net görmeye başlıyordu. Hastaneye vardı ve sonunda girdi. Dışarıda hasta yakınları için masalar vardı ve bazıları orada bekliyordu. Çıkan bazı hastaları gördü ve durumları iyiye benziyordu. Hastaneye girmek için yüksek bir merdiveni çıktı ve sonunda girdi. Hastanenin dışında randevular için sekreterler bekliyordu. Daha önceki hastane ziyaretlerinde sekreterlerin doktorların odasında beklediğini biliyordu ve yine öyle olacak sanıyordu. Doktora anlatıcakları sırasında içeride sekreterin bulunmasından utanıp kendini anlatamayacağını da düşünmüştü. Neyse ki bu sefer sekreterler dışarıdaydı ve öyle de olması gerekiyordu aslında. Kendi doktorunun sekreterini buldu ve kimliğini verdi “randevum vardı geciktim” dedi. Sekreter sorun olmayacağını çok hasta olmadığını ve içerideki hasta çıktığında girebileceğini söyledi. Yine rahatladı ve sevindi. Doktorun odasının önündeki sandalyelerden birine oturdu ve telefonuna bakmaya başladı. Yapacak daha iyi bir şey bulamamıştı.

3 Beğeni

Beklerken kulaklığını takıp müzik dinlemeye karar verdi. Genelde sıkıldığında ve yapacak bir şey bulamadığında ilk tercihi müzik dinlemek olurdu. Müzik ruhunda bazı şeyleri alevlenlediriyordu, protest müzikler onu daha da gaza getiriyordu. Genelde dinlediği müzikte lirikal kaliteye önem verirdi. Çocukluğundan beri Gasopa Kamjer dinlerdi. Gasopa bir edebiyat dahisiydi ve ruhundaki melankoliyi ve zihnindeki edebi dili kaleme çok iyi aktarırdı. Gasopa’yı dinlemek için en büyük sebebi buydu ve onu dinledikçe sakinleşiyor her dinlediğinde yeni bir şeyler keşfediyordu. O anda Gasopa’nın arşivinden Terapi’yi seçmişti ve bu parçanın şu an yaşadığı ortama en iyi giden müzik olduğunu anlamıştı. Şarkının ortalarına geldiğinde “Terapi ordularınızı geri çekin artık son günler durgunum” sözleri kafasına takılmıştı. Acaba Gasopa ne yaşamıştı da bu sözleri yazmıştı diye düşündü. Kendisi de terapiye başlandığında böyle mi hissedecekti? Terapi ordularına karşı duramayacak mıydı? Alacağı tedavi bir terapi mi olacaktı yoksa durumu daha da mı zorlaştıracaktı? Bunları düşünürken içerideki hasta çıkmıştı ve sıra Aero K.'ye gelmişti.

İçeriye girdiğinde geniş bir odayla karşılaştı. Doktor oturuyordu ve masasının başındaydı. Masasında bir bilgisayarı vardı ve çıkan hastanın notlarını yazıyor olmalıydı. Sol tarafta her doktorun odasında bulunan elle muayene yatağı vardı. Acaba bir psikiyatrist o yatakta elle neyi kontrol ediyordu? Bunu bilmiyordu. Sormayacaktı da. Doktora kolay gelsin dedi ve masasının önündeki sandalyeye oturdu. Doktor merhaba dedi, o da merhabayla yanıt verdi. “İlk defa mı geliyorsunuz?” dedi doktor. Hayır bu ilk değildi. Aero K’nin daha önce de hikayede bahsetmeyi unuttuğum bir psikiyatri ziyareti olmuştu. Bir kadın doktora gitmişti. Yine aynı hastanede ama koridorun başındaki doktora gitmişti. Doktora derdini anlatmamış çok stresli olduğunu, topluma uyum sağlayamadığını sadece bir psikoloğa ihtiyacı olduğundan bahsetmişti. Doktor da onu aynı hastanenin alt katında bulunan -zindan gibi bir yerde- psikoloğa yönlendirmişti. Psikoloğa da yalnızca iki kere gitmiş sonrasında bir fayda sağlayamadığını bahane ederek bir daha gitmemişti. Hem psikolog da bir kadındı ve ona her şeyini anlatmaktan çekiniyordu. Terapötik bir bağlantı kurulamamıştı anlayacağınız. Bunları da anlattıktan sonra şimdiki psikiyatrist görüşmemize dönebiliriz.

“Hayır, daha önce de gelmiştim psikologla görüşmek istemiştim.” demişti. Doktor “iyi gelmiş miydi?” diye sordu. “Hayır iyi gelmedi ben de bıraktım ve o sıralar Avrupa’ya gitme vaktim gelmişti ve devam edemedim.” diye yanıtladı. Doktor “Oo, demek Avrupa’ya gittin neredeydin?” diye sordu. “Romanya’da 2 ay süreyle bulundum çok güzeldi ama dönünce büyük bir depresyon ve anksiyetenin pençesine düştüm” diye yanıtladı. “Bütün bunların sebebi nedir peki?” diye sordu doktor. “Kendimi çok başarısız ve ezik hissediyorum, Türkiye’de kendimi çok mutsuz hissediyorum özellikle Kütahya bana hiç iyi gelmedi.” dedi. “Avrupa’da nasıldın peki” diye sordu doktor. “Hiç böyle değildi orada aynı dili konuşamasam bile birçok arkadaşım vardı ve onlarla iyi anlaşabiliyordum onların samimiyetini hissedebiliyordum.” diye yanıtladı. “Peki başka sebeplerin var mı neden kendini depresyonda hissediyorsun?” “Yurtdışındayken kötü bir zaman dilimi geçirdiğim bir süreç oldu. Türk arkadaşlarımın yanında onlarla birlikteyken kendimi çok kötü hissediyordum. Beni itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar veya benim başarımla dalga geçtiklerini hissediyordum o sıralarda gece yatağıma gittiğimde kalbimde çok büyük bir sıkışma hissettim ve yaklaşık 15 dakika nefes almakta çok güçlük çektim.” Doktor “anlıyorum” diye yanıtladı. Kağıda bir kod yazıyordu o sırada doktor. Görüşme süresi bitmiş miydi? Yani hepsi bu kadar mıydı? “Sana bir ilaç yazıyorum öncelikle bununla başlayalım 1 ay sonra tekrar gel” dedi. Kağıdı Aero K’ye uzattı. Kağıtta 8 karakterden oluşan bir şifre vardı. “Teşekkür ederim” diyerek odadan çıktı. Hikayenin devamını hikayenin ilk kısmında okumuştunuz zaten bundan sonrasını biliyorsunuz.

Aero K. en yakın eczanenin yerini hatırlamaya çalıştı. Elindeki kağıt parçasını katlayıp cebine koydu ve çıktıktan sonra kulaklığını tekrar taktı ve Haritalar uygulamasından en yakın eczanenin yerini tespit etti. Teknolojiye yine şükretti ve yürümeye başladı. Eczane çok uzak değildi hastaneye yürüdüğü yolun tersine yürümeye başladı. Eczane otobüsten indiği durağın karşısındaydı. Eczaneye gidip reçeteyi uzattı alacağı ilacı çok merak ediyordu. Acaba ilacın paketi nasıldı? İlacı alacağında eczacı ona nasıl bir muamele yapacaktı? Eczacı ona bir akıl hastası gibi mi yaklaşacaktı? Eczacıya ilacı uzattı ve beklemeye başladı. Eczacı ilacı hazırlıyordu. Eczacı gayet sakin bir şekilde hiçbir ters bakış atmadı. Kağıdı aldı ve işlemeye başladı. Aero K. biraz rahatladı demekki kullandığı ilaç o kadar da kötü bir muameleye neden olacak bir ilaç değildi. Eczacı ilacı uzattı poşet ister misin diye sordu. Poşete ihtiyacı yoktu. İlacın kutusunu incelemeye başladı. İlacın kutusu sadece beyaz renkten oluşan üstüne ismi yazılmış bir kutudan ibaretti. Eczacı kutunun üzerine keçeli kalemle sabah 1 adet kahvaltıdan sonra diye yazmıştı. İlacın üzerinde Lustral yazıyordu. Adının altında sertralin 50 mg yazıyordu. Düşününce 5 mg’nin ne kadar küçük olduğunu hayal etti. Bu ilaç ona nasıl etki edecekti? Bir ilacın ruhsal bir bozukluğa etki mekanizması nasıldı? Bunları düşünürken eczacı ona “İlk hafta yarısını kırarak iç sonraki günler tam içmeye başlarsın.” dedi. “Neden yarım kullanmam gerekiyor?” dedi. “İlk hafta alışman için bu şekilde kullanman gerekli.” diye yanıtladı eczacı. “Tamam anladım teşekkür ederim.” diyerek çantasını sağ kolundan çıkararak önüne aldı ve ilacı çantasına sokuşturdu. Eczaneden çıktı ve karşıya geçti, otobüsü beklemeye başladı. Otobüs yarım saatte bir geçiyordu. Kütahya’da diğer otobüsün ne zaman geleceğini gösteren bir elektronik tabela veya mobil uygulama yoktu. O da kulaklığını takıp müzik dinlemeye yeniden başladı. Cebinde sigarası vardı yurtdışından dönünce (gerçi yurtdışında da kendini ödüllendirmek için içiyordu [o öyle diyordu]) başladığı. Kutuyu çıkardı ve bir tanesini yaktı. O sırada sigarasına eşlik eden başka bir Gasopa şarkısı vardı.

4 Beğeni

Lustral güzel bir antidepresandır :slight_smile: ve benim ilk kullandığım antidepresandır. Yalnız hatırladığım kadarıyla doktor bana 100 mg yazmıştı

1 Beğeni

Yanlış yazmışım 50 mg olarak düzelttim. Bu arada okuduğunuza sevindim :d

2 Beğeni

Başlığın anlamını öğrendik. :smiley: Çok güzel bir devam yazısı olmuş eline sağlık.

Teşekkür ederim (: Devam etmeli miyim sizce?

2 Beğeni

Nasıl devam edeceksin aklındakileri bilmiyorum ama buraya kadar benim hoşuma gitti. Devam edersen okuyacağım bir yazı :smiley:

2 Beğeni

Yaşlı, huysuz, hiçbir şeyden memnun olmayan, güzel bir şey gördüğünde sadece azıcık gülümseyen, nemrut bir hoca gibi: devam et :slight_smile:

1 Beğeni

Kemal bey nazar değdirdiniz ya devam edemiyorum, olmuyor, beynimin kıvrımlarındaki nöroncuklar hareket edip çarpışmıyor, yazmama izin vermiyor, zihnimin derinlerindeki utangaç hormonlar beni kontrol ediyor.

1 Beğeni

Sen yeter ki yaz. Bizimle paylaşmak zorunda değilsin. Kimse görmek, beğenmek, takdir etmek zorunda değil. Önemli olan yazman. Burada okur zurnanın son deliği. :slight_smile:

1 Beğeni