Psikiyatristen çıkalı beş dakika olmuştu. İçeride kalması da beş dakika sürmüştü. Randevuyu alırken saatleri kontrol ettiğine göre her hastanın onbeş dakika hakkı vardı. Doktor onu başından mı savmıştı? Onu dinlerken yaptığı mimik ve jestlerle onu küçük mü görmüştü? Anlattıkları fındık kovuğunu doldurmayacak önemsiz dertler miydi? Çıktıktan sonra oturup bir soluklanmak için boş bulduğu koltuğa oturmuştu. Bu tip düşünceler beynine zerk etmişti. Etrafına baktığında gelen her hastanın mutsuz ve kızgın surat ifadeleri takındığını görmüştü. Bu yüzden mi hepsi psikiyatrinin yolunu tutmuştu? Hepsi mutluluk denen uyuşturucudan bir damla alabilmek için doktorun ona yazacağı ilaçtan mı medet umuyordu? Bunu asla bilemeyecekti.
Bizimkine dönecek olursak kendi olayın hala şokundaydı. Doktor her anlattığına “hı hı, evet, anlıyorum” ve “yurt dışında böyle değil miydi?” demişti. Evet böyle değildi diye haykırmak istiyordu. Lanet olsun ki böyle değildi, diye düşündü. İnsanlar başkalarının hayatına burnunu sokmuyordu. Belki de geçirdiği iki aylık bir sürede dillerini ve kültürlerini bilmediği insanlardan doğal olarak böyle bir şeye maruz kalmamıştı. İngilizce’yi çok iyi seviyede bilmese de insanlarla iyi anlaşabiliyor dostluklarındaki samimiyeti sezebiliyordu. Yurtdışında geçirdiği kısa gönüllülük hayatı hayatında pek çok şeyi değiştirmiş, değiştirdiği kadarını da götürmüştü. Hatta yurtdışında tanıştığı proje arkadaşı psikoloji okuyan kız tarafından ilk kez psikologa görünmelisin tavsiyesini almıştı. Bu onun için bir mihenk taşıydı. Sağlık sigortasından yararlanıp Romanya’da doktora görünmeyi düşünmüştü ama sonra dertlerini kendi dilinde anlatamazken İngilizce veya Romence nasıl anlatacaktı. Hem doktor İngilizce biliyor muydu? Ya da kendisinin İngilizcesi derdini anlatmaya yeterli miydi? Pek öyle sanmıyordu.
(…)
Romanya’da yaşadığı günler apayrı bir hikayenin konusu olmalı ki bunları okuyucunun dikkatini dağıtmamak için şimdi anlatmayacağım.
Kahramanımız Aero K.'nin Türkiye’ye döndüğünde düştüğü depresyonun pençesi de kaderin cilvesiydi. Batırdıkça batırır derindir vesvas kuyusu. Rüzgar esmez her gemiye layık. Ailesiyle uzun zaman sonra görüştüğü için iki taraf da mutlu gözüküyordu. Gecenin ikisinde otobüsten inmişti ve bir taksiye yanında nakit parası olmadığı için rica yoluyla binmişti. O sırada yanındaki adamında aynı vesayite gittiğini öğrenince hemen atlamıştı arabaya. İndiğinde saat gece iki buçuğa henüz varmamıştı, evin zilini bir kere çaldı kapı otomatiği açılmadı, ikinci kez tekrar çaldı. Bu kez uyanmış olmalılardı. Anne babası uyanamasa bile kız ya da erkek kardeşi uyanıp kapı otomatiğini açmalıydı. Çok yorgundu ve geceyi dışarıda Kütahya’nın ayazında geçiremezdi. Neyseki “zırrtt” sesiyle kapı açıldı, yüzüne bir gülümseme geldi, kapıya kadar bu yüz ifadesiyle çıktı. Bavulları ağırdı. Eh biraz da hediyelik eşya yollamıştı. İkinci kata yürüyerek çıktı ve anne-babası ikisi de aynı anda kapıya çıkmış, ikisi de yarı uykulu ve kimi beklediklerini bilmez şekilde kapıyı yarı açmış şekilde bekliyordu. Anne babası çok şaşkındı çünkü koskoca el ülkesinden dönerken döneceği tarihi haber vermemişti. İstanbul’a uçakla indiğinde belki haber verebilirdi ama gerek duymadı. O da hayatında sürprizlere yer vermek istiyordu ve sürprizlerinin sonucunda alacağı tepkileri merak ediyor, düşlüyor, kafasında canlandırıyordu. Planı bu seferlik tutmuştu.
Ayrılırken kavgalı olduğu babasıyla şimdi sıkı sıkı sarılmıştı kapıda. Daha sonra da annesiyle. Annesiyle kavgalı değildi. Annesini her erkek çocuğu gibi daha çok seviyordu belki de. Babası karşılama merasimini fazla uzatmadan hemen yatağına geçti. Yarın sabah nöbeti vardı. Annesi zeytinyağlı yaprak sarması ve çorba yapmıştı yemek ister misin diye sordu. Başta geceleri yemek yemediğini hatırladı ama bu seferlik çok aç olmasına vererek yemeğe oturdu. Annesi kısa kısa sorular soruyor aldığı cevaplardan sonra “hı hı, güzelmiş” gibi kısa cevaplar veriyordu. Annesi de Aero K. gibiydi. İnsanlara karşı abartılı ve süslü tepkiler vermezdi. Neyse oydu ve fazla düşünmezdi. İnsanların samimiyetsiz ve aşırı tepkileri çoğu zaman ikisini de gererdi.
Hikaye nereye gidiyor diye meraklanan okuyucum, hikayeyi şimdi toparlamaya çalışacağım ve hikaye hızını 4x’e alacağım.
Aero K. takip eden günlerde büyük bir depresyona yenik düşmüştü. Günlerdir odasından çıkmıyordu. Hem babasını görmeye de tahammül edemiyordu. Annesiyle babasının kavga ettiğine şahit olmuş babasına karşı çıkışmıştı. Kendisi de annesiyle kavga ettiğinde annesinin kalbini en çok incitenlerden birisi değilmiş gibi babasına karşı saf tutmuştu o gün. Bunu pek çok sonraları anlayacaktı. Şimdilik yatağından çıkmamayı ve kafasına taktığı düşüncelerle telefonun ekranına, uyuşturucusuna bakıyordu. İnternette psikoloji ve psikiyatriyle alakalı okumalar yapıyordu. Varılacak saadete daha kaç kapı var diye düşünüyordu. Gördükleri hiç hoş değildi. İnternetten öğrendiğine göre kendisi major depresyonun onbir tanısından dokuzuna, anksiyetenin altı tanısından beşine sahipti. Aynı anda ikisine nasıl sahip olduğunu ikisinin aynı anda birbirini tetiklediğini düşünüyordu. Hem belirtileri de çok benzerdi bunların arasında nasıl ayrım yapabilirdi? Evet bunu kendisi yapamazdı ve artık bir doktora görünmeliydi. Telefonundaki mobil uygulamanın rahatlığıyla doktor seçiniz ekranına kadar geldi ve iki erkek bir kadın doktordan birini seçmesi gerekiyordu. İsimlere çok takılmadı, erkek olanla daha rahat iletişim kurabileceğini düşünüyordu. İlk ergenlik yıllarında porno bağımlılığı vardı belki bunları da anlatır doktorundan bunun neye yol açabileceği hakkında bilgiler alırdı. Mutlaka zararlıydı ve psikolojinin bozulmasında etkili bir role sahipti. Çünkü uzun zamandır pornografiye karşıt bir topluluğun üyesiydi. Bunların hepsini sadece doktora gittiğinde öğrenebilecekti.
Erkek doktoru seçmişti, şimdi sıra gün ve saatteydi. En erken ne kadar olursa o kadar iyi diye düşünüyordu ve sabah 9, 12 Aralık tarihine randevu oluşturmuştu. Şimdiden doktora ne sıkıntılar çektiğini, kafasını nelere taktığını, neden sürekli mutsuz hissettiğinin sebeplerini, yataktan günlerdir çıkamayaşını, artık eskiden çok severek yaptığı şeylerden zevk alamadığını birbir anlatacaktı. Romanya’da dahi kötü şeyler yaşamıştı ve bunu doktora anlatmalıydı. Kendisinin bir ezik olduğuna kafayı takmıştı.
Kahramınımız gelen eleştiriler ve itibarını zedeleyici şakalar karşısında her zaman susmayı tercih ediyordu, genelde içine atıp en son bir yanardağ gibi patlayanlardandı. Şartlar elverdiğinde yakıp yıkıp kül ediyordu. İki patlamanın sonucu fiziksel kavgayla bitmişti. Ne erkek ama! İkisini de yenebilmişti. İkisinden sonra da bütün kaslarında salgılanan endorfin sayesinde havalarda uçuyordu. Saatler boyunca aldığı intikamın tadını bütün kas liflerine dağıtıyor bu hissi bütün sinir sistemiyle yaşamak istiyordu.
Burada metni sonlandırıyorum. Ne yazdığımı okuyup anlam verebilirsem belki devam ederim yoksa da silerim. Peh, hadi iyi geceler.