Tereddüt

Sanırım Şubat’tı. Gri bir gökyüzüne inat, bulutlar damlalarını bırakmayı reddediyordu soluk kaldırımlara.
Hiç tereddüt etmedi. Kapıyı açtı, içeri girdi öfkeyle. Bir azap çiçeği kadar bitkin, bir orkide kadar asildi.
Günü çok mu kötü geçmişti?
Yanıma uzandı. Teni tıpkı; tutsak bir kış akşamını kıskandıran, özgür bir bahar sabahı gibi kokuyordu.
Başını kaldırdı, gözlerimin içine baktı. Bakışları zehir gibi, ama hüzünlü… Saçları düştü yüzüme. Bir meltem gibi dokundu tenime.
Nazikçe alıp kulağının, arkasına götürdüm. Saçlarımı okşarken ellerini tutmak istedim, izin vermedi. Bir kar tanesi kadar soğuktu parmakları.
Kor gibi yanan dudaklarında dolaşmak istedim, öpmeme izin vermedi. ‘‘Ne oldu?’’ Diye sordum büyük bir endişeyle, hiç konuşmadı. Sustu.
Bakışlarını gözlerimden çekip, başını kollarıma bıraktı. Gözyaşları tıpkı bir yaz yağmuru gibi damlamaya başladı kollarıma. Sıcacıktı.
Sarılmak istedim, izin vermedi. Kelimeler boğazına düğümlenmişti sanki. Gözyaşları ne anlatmak istiyordu?
Yaklaştı, kulağıma fısıldadı. Sesi, camda ümitsizlikle bekleyen ürkek bir kuş misali titriyordu.
Nefesi ruhumu yakıyordu…
‘‘Gitmem gerekiyor.’’ Dedi. ‘’ Ve bitmesi gerekiyor…‘’

Hiç bir şey söylemedim. Şimdi de benim boğazıma mı düğümlenmişti o kelimeler? “Yalvarırım kal… Ne olur gitme… Biraz daha sadece…” Sustum.
Artık öfkeli değildi. Terkedişlerini rüzgarlara bırakmış, rahatlamış gibiydi sanki. Ayağa kalktı, bakışlarını duvardaki yorgun ve yitip gitmiş zamana doğru çevirdi.
Hiç tereddüt etmedi. Kapıyı açık bıraktı giderken.
Bir daha geri dönmeyişini izliyordum buğulanmış penceremden. Arkasına dönüp bakmadı.
Bulutlar pes etmişe benziyor, hüngür hüngür ağlıyorlardı.
Saçlarının ıslanmasını umursamadı.
Gözlerimden son kez uzaklaştı…