(Eski forumdan getirdim bu başlığı. Seversiniz umarım.)
Kendimizi dilimizle tanımlıyoruz malum. Lakin hep aynı şeyleri söylemeye başladığımızı farketmiyor muyuz? Herkes birbirinden aynı şekilde özür diliyor, birbirine aynı şekilde teşekkür ediyor ve hep aynı ifadelerle duygularını paylaşıyor. Bir gazete yazısı, televizyon programı yahut reklam ifadesi hep aynı şekilde başlıyor. Kendini diliyle tanımlayan insan yaratığı bir süre sonra onun içinde kilitli kalmıyor mu?
Yazan insanlar olarak biz de bu tuzağa düşüyoruz, sanki başka türlü olmazmış gibi hep aynı ifadelerle tanımlıyoruz mekanı, insanı, hareketleri. Bunu uzun zamandır düşünüyorum ve aklıma böyle bir başlık açmak geldi. Böyle uzun uzun açıklama yapıyor oluşum, sanki ortaya çok mühim bir şey koyuyorum havasında olduğumu düşündürmesin size. Maksat eğlence.
Bu eğlence etkinliğinin asıl çıkış noktası ise bir kitap aslında, onun hakkını teslim etmeliyim: Oulipo ve 'Patafizik (bu arada ifadenin başındaki kesme işaretini özellikle koydum, bu edebi akımın yazılışı böyle) meraklısı Özcan Doğan 'ın Ayakları Pürdikkat Refakatçi Haydutlar adlı kitabı.
Bu kitap kısmen fantastik ortamda garip karakterler arasında geçiyor ve bir bölümde bir sayfa boyunca fantastik tamlamalar okuyoruz. Kitabın güzel ismi de o kısımdan alınmış. Özcan Doğan bunu niye yaptı bilmiyorum ama sanırım dilin bizi sınırlayan taraflarını kırmak, beton mantığımızı yerinden oynatıp farklı düşünme ve hayal etme biçimleri ortaya koymak olabilir amacı.
Her neyse, başlayalım en iyisi. İster bir tamlama yazın, ister cümleler dizin buraya, maksat zihnimizi farklı çalıştırmak. Maksat eğlence!
Kedi kuyruğu gölgesi, çorba makarnası, yalnız odun, cehennem ortaklığı, kara çeşit, doruk peyniri. Kısa kısa baktım doktorun mektebine, ağır geldi tabi, düşündü doktor, düşüp düşündü. Rüyasını anlatmasını istedim, kustu. Kusmuğunu katladım, daha sonra üzerine not düşeceğim, belki. Ya da düşürdüğüm tüm notları içinde biriktireceğim. Sonra uyudum. Geyikler otluyordu düşümde. Evler yapılıyordu. Yürüyen insanlar, üreyen insanlar, nisanlar ve diğer aylar. Olur böyle şeyler, dedim. Olmaz mı da?
@mit İhsan Bey’in de harika katkıları olmuştu:
Konuya balıklama dalmak istedim, ama kuyruğumu akıl eşiğime kıstırdığımı fark ettim. Tamam… enteresandı, flüoresandı, Şam’da kayısı, amca yarısıydı konu ama ne yazacaktım ki şu Tipitip’in tipi kadar olmayan aklımla ben buraya? Ben kimdim ki fantastik tamlama yamyamlığına soyunup zihin uyandıracak, aralayacak, içini şöyle bir eşeleyip kuytu köşelere saklanmış parlak fikirler ordusunu şaha kaldıracak? Hiçtim, piştim, kandım, mittim.
Biz bu zihin uyandırma, kıpırdaşma, iki de göbek atma işini pek becerememişiz galiba. Saatleri Uyandırma Enstitüsü’nü okumamız bile hiçbir faide ve de kaide sağlayamamış baksanıza. Oysa ne güzel anlatmıştı Haşmet Avni Ballıpınar o kitabında! Hee Gee Vayşş’la çıkmıştı bir saman ağacına. Şimdi düşündüm de, Samanyolu’nun yolları da o ağaçtan düşen samanlardan oluşmasın sakın? Saçmalama demeyin, Kuşkucu Somon’un kayınçosuyum ben, yüzgeçimde var, n’apayım?