Upakadi

geceydi. şehrin ışıklarıyla aydınlatılamayacak kadar uzun bir kuledeydiler.

kostümünün üzerinden karın boşluğunu tutuyordu. nefes nefeseydi. kanaması vardı. omuzları düşmüştü. dizleri titriyordu.

‘‘upakadi.’’ çakal kollarını havaya kaldırdı; sağ eli silah tutuyordu. ‘‘zayıf insanlar daima kurtarıcı bekler. bu böyledir. onlar için kim olduğunun bir önemi yok. sen ölürsün,’’ tabancayı upakadi’ye doğrulttu, ‘‘yarın bir başka kahraman isterler. ve kıçları sıkıştığında, şeytan olarak adlandırdıklarına sığınacak kadar aciz duruma düşerler.’’

‘‘insanlar için yapmıyorum,’’ dedi kara giyimli adam. maskesinin bir kısmı bıçak kesiğiyle yırtılmıştı. alnından akan kanlar, açıkta kalan gözünü bulamıştı. ‘‘iyilik için de yapmıyorum. sizi pataklamaktan keyif alıyorum sadece.’’

çakal gülümsedi. dudak büzdü. kafa salladı. ‘‘isminin hakkını teslim ediyorsun.’’ silahı ateşledi. kurşun, upakadi’nin göğsüne isabet etti.

kanunsuz sırtüstü yere yığıldı.

kadir amansız, usul usul yürüdü, upakadi’nin başında dikildi. içinde apansız bir heyecan nüksetti. sonunda bu baş belası kostümlü ucubeden kurtulacaktı. tabancasını upakadi’nin suratına doğrulttu. ‘‘seni tanımak hiç de güzel değildi.’’

upakadi gözlerini açtı. ‘‘beni unutmaya ne dersin?’’

upakadi kıvrak bir ayak hareketiyle çakal’ı yere devirdi. çakal silahına davranmak istedi. upakadi, çakal’ın tabanca tutan bileğini yakaladı; çakal’ın suratının ortasına yumruğu geçirdi. bir daha. sonra bir kez daha. çakal afallayana dek ardı ardına yumrukladı.

upakadi silahı alıp bir köşeye fırlattı.

çakal’ın burnu çatlamıştı. dişlerinin birkaçı kırılmıştı. suratı, ağzı kanlar içerisindeydi. gırtlağı kanla dolmuştu.

çakal öksürdü. yan dönmeye çalıştı. tükürdü. ardından upakadi’ye baktı. şeytan’ın gözlerini gördü. kara. bitkin. öfkeli.

‘‘beni tıktığın yerden yine çıkacağım.’’ kulak tırmalayıcı bir kahkaha patlattı. ‘‘beni tekrar mahpusa göndermek isteyeceksin. eğer başarırsan, yine çıkacağım! paramın önüne yozlaşmış düzen geçemez!’’

upakadi ellerini çakal’ın alnına yasladı.

çakal gülüyordu. kaybetmişti. evet. öfkesinden mi gülüyordu, yahut şaşkınlığından mı? bilmiyordu. fakat kaybettiğini iyi biliyordu. yine de çılgın kahkahasını bastıramıyordu.

kadir amansız alnında bir ağırlık hissetti. ezici bir güç. gittikçe şiddetleniyordu.

çakal debelendi. acı dolu bir hırıltı çıkardı. ‘‘ne yapıyors-’’ bir çığlık kopardı.

upakadi ellerini pres makinası misali çakal’ın alnına bastırıyordu. dişleri kenetlenmişti.

upakadi, ‘‘sana upakadi’yi unuttaracağım!’’ diye dişlerinin arasından bir hırıltı çıkardı.

kadir amansız çırpındı. çaresizce upakadi’nin bileklerine sarıldı. canhıraş bir sesle yardım dilendi.

bir çatırtı. tok bir ses. ama hayır. bir silah sesi değildi. ardından bir karpuzun yere düşüp parçalanmasına benzer bir ses.

çakal’ın kafatası parçalanmıştı. gözleri içine göçmüştü.

upakadi ayağa kalktı. kanlı ellerine baktı. döndü. terasın kapısına doğru ilerlerken yüzüstü yere yığıldı.

2 Beğeni