Kayıp rıhtım sitesiyle türkçe incelemeleri ararken tanıştım. Gerçekten çok geniş içeriklere sahip bir site olduğunu anladım ve Aylık Öykü Seçkisi’ndeki öyküleri okumaya başladım. Ben daha iyisini yapabilirim diyerekten o ayın teması olan Tazmanya Canavarı hakkında yazmaya başladım fakat sonrasında kişisel olarak yaşadığım bazı şeyler cesaretimi kırdı. Utanma, korku gibi duygular yaşamaya başladım ve öyküyü göndermedim. Yedi ay geçti. Bilgisayarda gezinirken bu öykü gözüme çarptı. Tekrardan bir okuyayım dedim eğlencesine… İyi yazdığımı düşünüyorum. Cesaretimi topladım ama şunu belirtmekte yarar var ben sadece bir mühendisim. Edebiyatla hiç alakam yok. Sadece bilim kurgu/fantezi kitaplarını okudum. Lütfen eleştirilerinizde nazik olun.
Yazı
Herşey insanın ateş yakabilecek kadar evrimleşmesiyle başladı. Sonrasındaysa taşa, demire şekil verip, bunu işlemeyi öğrenmişlerdi. Çok nadiren de olsa bir dahi çıkıyor, icatlar, keşifler yapıp sonsuzluğa karışıp gidiyordu. Fakat dahinin icatları ölmüyor, aksine daha geliştirilip sadece ve sadece insanlığın yararı için kullanılıyordu. İnsanlık… Bu terim yüzyıllardan beri tek bir kendi kendine çoğalabilen ırkı temsil etmek için kullanılıyordu. Farklı ırklar da vardı tabii ama insan bu ırkları kendi yararı için nasıl şekillendirebileceğini öğrenmişti. Kısır ırklar… Çoğalamayan… Üreyemeyen… Doğadaki binlerce varyasyondan şu an sadece üreyebilen bir tür kalmıştı. Bunun da koruma altında olan, etrafındaki hemen hemen her şeye duyarlı ve saldırgan bir ırk olduğunu belirtmekte fayda vardı.
Dr.Parlak Altındağ deneyin yapılacağı yere giderken bunları düşünmekteydi. Nasıl bu kadar yozlaştığımızı merak ediyordu. Bizi bu kadar doğayı katletmeye yönelten şey neydi? Bir dürtü mü… Bir düşünce mi… Yükselen nüfus yoğunluğu ve kaynakların kıtlığından kaynaklanan çaresizlik olduğunu düşünüyordu ama bunun hakkında birçok görüş vardı. Bunlardan en ilginci insanlığın Dünya üstündeki hastalığın sebebi olması ve insanın doyumsuz olmasıydı. Bu görüşe göre tüm insanlık Dünya üstünden silinse doğa uzun yıllar içinde toparlanır yine eski haline gelirdi. Dr.Parlak bundan pek emin değildi çünkü doğanın gelişebilmesi evrimin olmasına, evrimin olması ise üremeye bağlıydı. İnsan dışında tek bir canlı üreyebiliyorken böyle bir durum söz konusu bile olamazdı.
Bu duruma düşmenin sebebini aslında herkes biliyordu fakat kendilerine bile itiraf etmekten kaçınıyorlardı. Tüm bunlara bencillik sebep olmuştu. Ülkelerin birbirini kontrol etmek istemesi sonucu genetiği değiştirilmiş bitki ve hayvan ırkları ortaya çıkmıştı. Bu ırklar bir yan etki olarak kendi kendilerine üreyemiyorlar fakat çok fazla “mahsül” veriyorlardı. Ülkeler ellerinde olan genetiği değiştirilmiş bitki ve hayvan türlerini satabilmek için çeşitli yasadışı kuruluşlara para yardımı yaparak doğal yaşamı resmen katlettiriyorlardı. Tabii ki koruma çabaları da vardı fakat bunlar Dünya üstündeki ülkelerin gücüyle karşılaştırıldığı zaman çok cılız kalıyordu. Zamanla Dünya üstündeki çoğu ırkın soyu tükenmişti ve şimdi insan dışında üreyebilen tek bir ırk kalmıştı: Tazmanya Canavarı.
Gerçekten de canavar gibiydi. Etrafındaki hemen hemen her şeye saldırıyor, yemek yerken çok hırçın davranıyor ve uyurken çıkardığı sesler insani ya da hayvani olmaktan çok öte kalıyordu. Resmen canavardı. Sevmek için yanına bile yaklaşamıyordunuz. Yediği hayvandan geriye hiçbir şey bırakmıyordu. Postu, kemikleri, sinirleri hatta toynağını bile yiyordu.
Son çalışmalarından ötürü Dr.Parlak bu hayvanın ya da canavarın bir deneyine gözlemci olarak çağrılmıştı. Bu akademik anlamda alışılmadık bir şeydi ama Dünya üzerinde bir tane dişi ve erkek tazmanya canavarı çifti kalmış olması durumu açıklıyordu. Herkes bunu görmek isterdi fakat ülkelerin bu deneyin başarıya ulaşmasını istemediklerini herkes biliyordu. Bu sebeple deneyin yapılacağı yer gizli tutulmuştu.
Deneyin yapılacağı salonda otururken Dr.Parlak duvarların üstündeki silahlı askerleri gördü ve bir an için korktu. Umarım bu deney başarıya ulaşır ve eski güzel günlere tekrar kavuşuruz diye içinden geçirdi. On yıl önce vefat etmiş büyük dedesinden o günlerin anılarını dinlemişti. Dinlerken hayal etmişti sanki gerçekten oradaymışçasına. Dağlara çıkmıştı büyük dedesi. Oradaki korkutucu gece sessizliğini anlatmıştı ve bundan zevk alışını. İlk duyduğu zaman böyle bir şeyden insan nasıl zevk alabilir diye düşünmüştü Dr.Parlak. Kendisi de bunu denemişti fakat hiç zevk alamamıştı. Bunda hiçbir canlının olmayışının etkin olduğunu düşünüyordu.
Çok geçmeden deneyden sorumlu Dr. Al Hart geldi. Kendi alanlarında uzman yaklaşık on dört araştırmacı vardı salonda. Hepsi de küçük bir çocukmuşçasına gösterinin başlaması için yerlerinde duramıyorlardı. Muhtemelen evlerine gittiklerinde ailelerine Dünya’daki son Tazmanya çiftinin yavrularını doğurduklarına tanık olduklarını söyleyeceklerdi.
Dr.Al sözlerine orada bulunan herbir araştırmacının bu alanda yaptıkları çalışmalara atıflar vererek başladı. Herbir araştırmacıyı övüyor, onlara yaptıkları çalışmalardan ötürü teşekkür ediyordu. Dr.Parlak neredeyse Dr.Al’ın iltifatlarında aşırıya kaçtığını düşünüyordu ama Dr. Al bir sosyopattı. Gelecekteki çalışmaları için insanları nasıl kullanacağını biliyordu. Muhtemelen bunun için bir hazırlık yapıyordu.
Dr.Al iltifatlarını Dr.Parlak’a da yaptı.
-Türlerin üremesi üzerine yaptığı inanılmaz çalışmalarla tabii ki Dr.Parlak Altındağ’ı unutmamak gerekir. Özellikle türlerdeki hayvanların sayısını artırmak için örümcekte keşfettiği PEPE-34 geninde yer alan bir batında çok sayıda yavru alınmasını sağlayan keşfi dahiyaneydi.
Dr.Parlak hafifçe başını eğerek gelen iltifatı kabul etti ama bu yedi yıl kadar önce yaptığı, Dünya üzerinde kendi kendine üreyebilen dört tür varken yapılmış bir keşifti. Dr.Al diğer araştırmacılara olan iltifatlarını da bitirdikten sonra sanki bir sahneye çıkarcasına herkese hitap ettiğini göstermek için kendi sandalyesinin üstüne çıktı.
-Biliyorum hepiniz buraya çok uzaklardan geldiniz ama ne yazık ki sunumumuzu yapamayacağız.
Ve sustu. İlk önce bu bir sunum değil, bir deneydi. Deney yerine sunum sözcüğünü kullanması aslında bir çok şey anlatıyordu. Örneğin bu deneyin daha önce başka bir yerde yapıldığı, sonuçların alındığı ve bizden gizlendiği. O zaman bizi neden bu deneye gözlemci diye çağırmıştı? Kendi kendime paranoyaklaşıyorsun Parlak diye düşündüm. Bu da herhalde o tiyatrel yaklaşımın bir ürünü olsa gerekti. Dram yaratmak için çok büyük bir haber verdikten sonra bir anlık sessizliği dinle. Dr.Parlak diğerlerinin yüzünü inceleyerek sabırla bekledi.
Sonunda Dr.Al konuştu.
-Bugün burada herhangi bir sunum olmayacak çünkü ne yazık ki Tazmanya canavarlarımız öldü. Bildiğiniz gibi bazı tür örümceklerde, örümcek yavruları doğumda besin kaynağı olarak onları doğuran Anne’yi yerler. Böyle bir durumun yaşanmaması için en uysal örümceğin PEPE-34 genini önceki nesil canavarlarımızın genlerine nakletmiş ve durumu izlemiştik. Herhangi bir sorun olmadan iki tane dişi yavru doğurmuştu. Bunlardan birisi ve anne doğum sırasında ne yazık ki öldü. Elimizde önceki neslin erkeği ve şimdiki neslin dişi yavrusu kaldı. Yine bildiğiniz gibi bu tip gen değişikliklerinin gerçek hayatta etkisinin görülebilmesi için kullandığımız yöntem yüzünden en azından bir nesil geçmesi gerekir. Dişi yavruda bir neslin geçtiğini düşündük ve yavruyu büyüttük. Erkek, dişi yavru büyüdüğü zaman zaten yaşlıydı. Risk altındaydı. Elimizde kalan son çift bunlar oldukları için başka yapabileceğimiz birşey olmadığını düşünerek projeye yeşil ışık yaktık. Hamileliğin son aylarında yavrular annenin rahim duvarını yemiş ve iç kanamaya sebep olmuş. Üzülerek söylüyorum ki anneyi ve yavruları kurtaramadık. Görünen o ki DNA üzerinde anlamadığımız o kadar çok şey var ki bu yeme davranışının PEPE-34 geni üzerine kodlandığını bilememişiz. Şu an elimizde sadece erkek tazmanya canavarımız var. Herkesi buraya kadar yorduğum için kusura bakmayın.