Vazgeçmemek - 1. Bölüm

Adım Giray Sercan Özcan, fiziksel engelliyim ve bir üniversitenin bilgisayar mühendisliğinde araştırma görevlisi olarak çalışmaktayım. 2023 Nisan ayında yaklaşan engelli günü etkinlikleri olarak engelli birimi sadece engellilerin düzenlediği bir elektronik dergi yayınlamaya karar vermişti ve benden de engellilerle ilgili herhangi bir yazı, bulmaca vb. yazmamı istemişlerdi. Bende alttaki “Vazgeçmemek” adlı öyküyü yazmıştım fakat derginin çıkarılması için yapılacak editör çalışmalarına uygun zaman bulumadığımızdan dolayı dergiyi çıkaramadık. Bundan sonra da muhtemelen hiç çıkaramayacağımızı düşündüğümden burada yayınlamaya karar verdim.

Bu öyküyü yazarken herhangi bir edebi bilgi edinmeden yazmıştım. Amacım fiziksel engellilerin gündelik sorunlarına dikkat çekerken, benim yaşadığım duygularımı aktarmaktı. Öyküde geçen engelli sorunlarının hepsi gerçektir. İyi okumalar.

VAZGEÇMEMEK

O bir engelliydi. Engeli sağ elini kullanamamasıydı. Yani az da olsa kullanabiliyordu ama birisinin sürekli sağ elinin yan tarafında olduğunu hatırlatması gerekiyordu. Bu duruma çocuklukta yaşadığı omuriliğinde çıkmış olan bir tümörün alınması sonucu gelmişti. Adı Pınar’dı.

Hastanelerin çeşitli bölümlerinde geçirdiği uzun kontrollerin sonucunda engelli raporu almış, doktorlar 30% engeli olduğuna karar vermişlerdi. Şirketlere engelli kadrosundan girebilmek için en az 40% engeli olması gerektiğinden bu biraz moralini bozmuştu ama hayata devam etmesi gerekiyordu. Muhtemelen iş ararken biraz daha zorlanacaktı ama herkes zorlanıyordu ve Pınar da herkes gibi davranılmak istiyordu. Çevresindekiler sürekli ona bir engelliye benzemediğini söylüyordu. Bu moralini yüksek tutsa da herhangi bir ortopedik engele sahip olmayan insanların yapabildiği bazı hareketleri yapamıyordu.

İşletme bölümünü üçüncülükle bitirmişti. İş bulabilmek için yüksek bir dereceyle bitirmesi gerektiğini, eğer bir şirkette işe giremezse, üniversitede akademik olarak çalışabileceğini düşünmüştü. Çocukluğunda izlediği yuvarlak masa şövalyeleri filminden çok etkilenmiş, hayatının her alanında dürüst ve onurlu olma sözünü kendine vermişti. Üniversitede arkadaşları kopya çekerken, o bunu bildiği halde kopya çekmemiş, kendi bildiği kadarıyla yapmaya çalışmıştı.

Üniversitede birinci olan arkadaşı Açelya o kadar güzeldi ki neredeyse tüm erkekler peşinden koşardı. Hatta hocalarla yaşadığı ilişki dedikoduları bile vardı. Pınar, bunlara hiç kulak asmamış, sadece yalan olarak nitelendirmişti. İkinci olan arkadaşı Kardelen’se biraz değişik bir tipti. Kendisinde biraz tanrı kompleksi vardı. Sanki her şey ondan sorulurmuş, her şeyi kendisi yaratmış gibi davranırdı. Tabii ki sınav sırasında, hocanın bakmadığı anlarda Pınar’dan kopya istemeden duramazdı. Dışarıya karşı güçlü bir duruş sergilerdi ama sonuçta o da herkes gibi bir insandı. Ancak Pınar her ikisini de seviyordu çünkü sonuçta hayatta mükemmel insan diye bir şey yoktu.

Üniversiteyi bitirdikten sonra çeşitli kuruluşlara özgeçmişini şirkete giderek elden bırakmıştı çünkü üniversitedeki hocaları bu yöntemin daha etkili olacağını söylemişlerdi. Tam sayıyı hatırlamamasına rağmen üç ay içinde toplamda iki yüz civarı şirkete başvurduğunu düşünüyordu. Bu artık onun için maaşsız bir iş haline dönüşmüştü. Sabah kalkıyor, kahvaltısını yapıyor, internetten gün içinde özgeçmişini bırakacağı şirketleri belirliyor, akşama kadar o şirketlere toplu taşımayla gidip özgeçmişini bırakıyordu.

Bir gün telefonu çaldı. Başvurmadığı ve kuruluşun büyüklüğünden dolayı işe girebilme ihtimalini bile düşünemediği bir şirketten özgeçmişini bırakmasını istediler. Pınar heyecanlanmıştı. Acaba üniversitedeki başarılarımı gördüler de bu yüzden mi aradılar diye düşünmeye başlamıştı. Özgeçmişini bırakmaya gittiğindeyse hemen iş görüşmesi yapmak istediler. Pınar, bu ilk iş görüşmesi olduğu için ne söyleyeceğini düşünmeye başladı, bir yandan da heyecanı doruktaydı.

Pınar’ı büyük bir masa ve çok sayıda sandalyenin bulunduğu bir toplantı salonuna aldılar. Sorumlu olduğunu düşündüğü takım elbiseli genç ve yakışıklı bir beyefendi içeri girdi. Elinde Pınar’ın özgeçmişi, yanına oturdu ve konuşmaya başladı. “Merhaba ismim Aykut. Şirketimizin insan kaynaklarından sorumluyum. Biliyorum biraz apar topar oldu ama şirketimizin çalışanları Açelya ve Kardelen senden övgüyle söz ettiler. Açıkçası seni işe almak istiyoruz ama tüm kadrolarımız dolu.” dedi. Özgeçmişine şöyle bir göz atarak “Seni tanımak istiyorum. Özgeçmişine 25% engelli olduğunu yazmışsın. Dürüst olmak gerekirse insanlar genelde özgeçmişlerine gurur duydukları, işe girebilmek için faydalı olduğunu düşündükleri şeyleri yazarlar. Neden bunu yazdın? Açıkçası bunun işe gireceğini kolaylaştırabileceğini düşünmüyorum.” dedi. Pınar bu soruyu bekliyordu ve yanıtı da hazırdı ama bu heyecanıyla tutukluk yapmadan konuşabileceğinden emin değildi. Yine de denedi. “Çocukluğumda izlediğim bir filmden çok etkilenmiş, dürüstlük ve onuru hayatımın merkezi yapmıştım. Özgeçmişimde de tamamıyla dürüst olmak istedim. İşe gireceğim şirkette herhangi bir sürpriz olsun istemedim.” dedi. Aykut bey “Bunu iş görüşmesi için geri dönüşlerin az olacağını bildiğin halde mi yaptın?” dedi. Pınar bunların hepsini bekliyordu. Kafasında her olasılığın hesabını yapmış, o anda ne söyleyeceğini planlamıştı. Sonuçta hayat bir olasılıklar bütünüydü. Ancak insanların bu kadar yozlaşmış olduğunun farkına varmak, gerçek hayatta bu durumu yaşamak biraz gururunu kırmıştı. Pınar cevap verdi. “Evet, bilerek yaptım. Sonuçta eğer dürüstlüğünüz ve onurunuz olmazsa elbet bir gün yalanınız ortaya çıkar ve o gün toplumdan dışlanırsınız. Hiç kimse sizinle çalışmak istemez çünkü yalan söyleyebileceğinizden korkmaya başlarlar. Böyle bir hayat sürdürmek istemediğim için 25% engelli olduğumu yani sağ elimi tam anlamıyla kullanamadığımı özgeçmişime yazdım.” Aykut bey etkilenmiş göründü. “Dediğim gibi şu an kadrolarımız tam anlamıyla dolu ama istersen seni yardımcı personel olarak işe alabiliriz, sonrasında kadro açıldıkça seni başka yerlere kaydırırız. Tabii ki maaşı biraz düşük, asgari ücret. Ne dersin?” dedi. Pınar üç aydır iş aramaktaydı, açıkçası yılmak üzereydi. Bu yüzden iş fırsatının hemen üzerine atladı. “Tabii. Ne zaman başlıyorum?”

Aradan iki yıl geçti. Ailesinin yardımıyla kiraladığı bir evi olmuştu. Her işini kendisi yapmayı öğrenmişti fakat karmaşık işlerde yine ailesinin yardımına ihtiyaç duyuyordu. Sabah ve akşam tek eliyle bin bir zorlukla kendi yaptığı yemeği yiyebiliyor, öğlenleriyse çalıştığı şirketin çıkardığı yemekleri yiyordu. Şirkette yardımcı personel olarak her işi yaptırabiliyorlardı. Buna çay getirme ve tuvaletlerin temizliği de dahildi. Ancak Pınar hiç gocunmuyordu. Elbet bir gün kadro açılacak, daha üst kademelere geçtiği zaman daha rahat edecekti. En azından beklentisi buydu. Arkadaşları Açelya ve Kardelen’e teşekkürlerini sunmuş, bu işi ayarladıkları için onlara çok minnettar olduğunu söylemişti. Arkadaşları da bu teşekkürlerine ona iş vererek yanıt vermişlerdi.

Günler Pınar için biraz yorucu geçiyordu. Bu yüzden üniversitede akademik olarak çalışmak için başvurmuştu ama devlet üniversitesi olduğundan ne zaman sonuçlanacağı tam bir muammaydı. Yorgunluğunun fazla iş verdiklerinden olmadığını düşünüyordu. Sonuçta iş yerindeki herkes koşturuyordu. Muhtemelen engelli olduğundan bu kadar yoruluyordu ama 40% engelli sınırını aşamadığı için şirkete engelli kadrosundan girememişti. Engelli olan ve engelli kadrosundan giren arkadaşları vardı. Ona sürekli olarak ortopedik engelli gibi görünmediğini söylüyorlardı. Sonuçta dört uzvu da yerindeydi, sadece sağ elini tam anlamıyla kullanamıyordu. Hiç kimse ona ortopedik engelli diyemiyordu ama normal insanların yapabildiği hareketleri yapamıyordu. Yani engelliydi fakat insanlara bunu fark ettiremiyordu. Engelliydi ama aynı zamanda engelsizdi. Bir süre kendisini o zaman ben hangi topluluğa aitim diye düşünmekten alıkoyamadı. İkisine de ait değildi. O zaman yapılacak tek bir şey vardı. Kendi topluluğunu kuracaktı. Ama böyle hisseden kaç kişi vardı? Birden kendini yapayalnız hissetti.

Bir gün Açelya, Pınar’a fotokopi işi verdi. Pek fazla fotokopisi çekilecek kağıt yoktu ama fotokopi makinasının kağıt alma kısmı arızalıydı. Kopya edilecek kağıdı üstteki kapağı açarak taranacak yere koyup bir tuşa basmak, bu operasyonu her bir kağıt için tekrarlamak gerekiyordu. Pınar, tek elini kullanabildiği için bu iş biraz zaman aldı. Bittiğinde kağıtları toparladı, Açelya’ya teslim etmek üzere ofisinin yolunu tuttu. Açelya’nın ofisinin kapısı genellikle açık olduğundan, kapalı olduğunu görünce ofisinde olmadığını varsaydı. Üstelik öğle yemeği arasıydı, öğleden sonra teslim ederim diyerek kendi ofisine gitmek üzereydi. Derken içeriden seslerin geldiğini duydu. Kulak kabartmanın iyi bir davranış olmadığını kendine hatırlattı. Kağıtları kullanamadığı sağ eline tutturdu, sol elini kapıyı çalmak için kapının önüne doğru götürürken içeriden kendi ismini duydu. O an dondu kaldı çünkü içeriden Açelya ve Kardelen’in sesleri geliyordu. Onun hakkında konuşuyorlardı. Kardelen dedi ki “Ulan Açelya. Sen de az değilsin. Bir işini de kendin yapsan kızım. Biliyorsun Pınar her zaman burada olmayacak. Duyduğuma göre bizim üniversiteye araştırma görevlisi olmak için başvurmuş. Aykut’u güzelliğinle ayartarak Pınar’ı zorla işe aldırtmak kadar kolay olmayacak. Şimdi ne yapacaksın işten kaytarmak için acaba çok merak ediyorum.” dedi. Açelya: “Kızım bizde çareler tükenmez. Başvurduğunu duyduğumda üniversitedeki bağlantılarımla haberleştim. Zamanında birçok bağlantı yapmıştım. Ne dediğimi anlarsın.” dedi ve çok kısık gülmeye benzer bir ses çıkarttı. Devam etti: “Sonsuza kadar oyalayacaklar kızı. Şu vardı, bu vardı diye. Merak etme.” Sonra ikisi de yüksek sesle güldü.

Pınar daha fazla dinleyemeyerek ofisine gitti. Fotokopi çektiği kağıtlar hala sağ elinde sımsıkı durmaktaydı. Şoktaydı. Bir şey düşünemiyordu. Sağ elini sol eliyle önüne aldı. Böyle şok anlarında sağ eli kasılır, tuttuğu şeyi bir daha bırakmazdı. Sol eliyle bıraktırmaya, sağ elindeki şeyleri almaya çalıştı. Olmadı. Sağ elinin parmaklarını sol eliyle teker teker açmaya çalıştı, o kadar ki neredeyse parmaklarını kırıyordu. Olmadı. Ağlamaya başladı. Sekiz kişilik ofiste yalnız başınaydı ve lanet olasıca sağ eli fotokopileri bırakmayı reddediyordu. Sol eliyle fotokopileri yırtarak sağ elinden kurtardı, sağ eli geride kalanları hala sımsıkı tutuyordu. İnsanlar öğle yemeğinden dönmeye başlıyorlardı. Sakin olmalıyım diye düşünmeye başladı ama olamıyordu. Derin nefes al dedi kendi kendine, iki dakikadır nefes almadığını fark etmişti. Sağ elinin parmakları istem dışı fotokopileri sıkmaktan uyuşmaya başlamıştı. Sol elinin parmaklarında da bir uyuşma başlamıştı ama nedenini bilmiyordu. Birden başı dönmeye, çok sık nefes almaya başladı. Ofise gelen kişiler bir anormallik olduğunu anladılar. Pınar’a iyi olup olmadığını, bir şeye ihtiyacı varsa getirebileceklerini söylediler. Hatta birisi kolonya getirdi. Pınar’sa bayılmanın eşiğinde olduğunu anlayıp, bayılmadan önce “lütfen biri ambulans çağırsın” demeyi başarabildi.

Uyandığında altı kişilik bir hastane odasındaydı. Başında hiç kimse yoktu. Sesini çıkartmadı. Yanındaki komidinde bir şişe su ve cep telefonu duruyordu. Uyandığında ihtiyacı olabileceğini düşünüp ailesi getirmiş olmalıydı. Can simidi gibi cep telefonunu eline almaya çalıştı. Sağlam olan sol elinin avucunda tırnak yaraları olduğunu fark etti. Galiba sol eli yumruk şeklinde kasılmıştı, tırnakları da avucuna batmıştı. Her neyse diyerek cep telefonunu eline aldı ve böyle durumlarda her zaman yaptığı gibi beynini oyun oynayarak, internette dolaşarak uyuşturmaya çalıştı çünkü herhangi bir şeyi ne kadar az düşünürse o kadar iyiydi. Aslında bu gibi durumlarda en iyi bulduğu yöntem kendini aç, susuz ve uykusuz bırakmaktı çünkü vücut bu durumda hayatta kalma moduna geçiyor, su, yemek ve uykudan başka bir şey düşünemez hale geliyordunuz. Pınar’ın da bu durumda en çok istediği şey düşünmemekti. Hastaneden çıktıktan sonra bu yöntemi uygulayacaktı.

Akşam gecenin üçü olmuştu. Pınar hala cep telefonunda bir şeylerle ilgileniyordu. Başına uğrayan olmamıştı. Zaten devlet hastanesinden de bu beklenirdi. Cep telefonunun şarj cihazı da yanında ve prize takılı olduğundan istediği kadar cep telefonuyla oyalanabilirdi. Birden küçük bir sarsıntı olduğunu hissetti. Ne olduğunu anlamak için cep telefonunun ışığını açtı. Çevresine bakındı. O anda neredeyse yeri yerinden oynatacak kadar ciddi bir sarsıntı başladı. Deprem olduğunu anlayan Pınar, hızla yatağının yanına çömeldi. Hastane binası çökmeye başlamıştı. Ayağının altındaki yer gidince Pınar tutunacak bir şeyler aradı, hiçbir şey bulamayınca aşağı düştü. Sarsıntı bittiğinde Pınar düşünecek başka şeyler çıktığına neredeyse sevinecekti ama durumun ciddiyetinin farkındaydı. Durum değerlendirmesi yaptı.

Yanındaki yatağın sağlam demiri, tamamıyla olmasa bile molozların üstüne çökmesini engellemişti. Bacakları sağlamdı ama altına kıvrılmıştı. Bacaklarını biraz oynatmayı denedi. Başardı. Sol elinde cep telefonu vardı, sağ elindeyse… Bir dakika, sağ elini hissetmiyordu. Başını sağa çevirmesi, başının üstündeki molozlardan, başının neredeyse göğsüne değmesinden dolayı biraz zor oldu ama başardı. Korkunç gerçekle yüz yüze geldi. Sağ eli tamamıyla molozların altındaydı. Ağlamaya başladı. Yanında ailesi veya onu avutacak hiç kimse yoktu, yalnız başınaydı. Etraftan yardım isteyenlerin sesleri geliyordu. Başka ağlayanlar da vardı. Durumun ümitsizliği o kadar yıkıcıydı ki yaşadığına isyan etmek istiyordu.

O anda Pınar’ın içinde bir şeyler koptu. Ağlaması durdu. Sessizleşti. Gözlerini açtı. Etrafındaki konuşmalar, yardım çığlıkları ona sanki bir fısıltı gibi gelmeye başladı. İlk defa tam anlamıyla yaşadığı şeyleri düşündü. Omuriliğinde çıkan tümörü, tümörün alınması için geçirdiği sayısız ameliyatı, sağ elini birazcık bile kullanabilmesi için rehabilitasyonda geçirdiği acı dolu saatleri düşündü. Bu kadar talihsizliğin başına gelmesinin sebebi neydi? Şans mıydı? Kader mi? Dürüstlük ve onuru hayatının merkezi yaptığı için cezalandırılıyor muydu? Hayatta doğru düzgün bir yere gelebilmek için resmen savaşmıştı, üniversitede birinci olabilmek için canla başla çalışmıştı. Şimdi de arkadaşlarının onu kullanıp, yanlarına kar kalmasına seyirci mi olacaktı? Gözlerini hiç kırpmadan, sinirli bir şekilde kendi kendine şöyle dedi: “Kader veya şans, artık hiçbir şey umurumda değil. Buradan ne olursa olsun kurtulup Açelya ve Kardelen’e gününü göstermezsem.”

Hemen yatağın çarşafını sol el ve bacağının yardımıyla koparıp, sol eliyle sağ kolunun omzuyla birleştiği noktaya ağzını da kullanarak yapabildiği kadar turnike yaptı. Avazı çıktığı kadar yardım çığlıklarına başladı. Biraz da olsa hareket edebiliyordu, yakınında suyu vardı. İlginç bir şekilde üşümüyordu. Buradan bir kurtulayım hele intikamım acı olacak diye düşünüyordu.

Hiç kimse yardıma gelmiyordu. Biraz susayım, gücümü muhafaza edeyim diye düşündü. Etraftan yardım çığlıkları gelmeye devam ediyordu. Herkes yardım isterken sesler birbirine karışıyor, kimin nereden yardım istediği anlaşılmıyordu. Arada birkaç “sesimi duyan var mı” şeklinde sesler duyuluyordu ama hemen ardından gelen yardım isteyenlerin çığlıklarının patlamasından dolayı bir şey anlaşılmıyordu. Pınar, en çok bilincini yitirip bağıramayacağından korkuyordu. Biraz uyuması gerekiyordu, ama soğukta uyumanın ölümle aynı anlama geldiğini biliyordu. O yüzden uyumamak için direndi.

Saatler geçmek bilmiyordu. Cep telefonuyla oynamak istiyordu ama pilini bitirmek istemiyordu çünkü pili bittiği an karanlıkta kalırdı ve karanlıktan çok korkardı. Orada kaç saat iki büklüm vaziyette beklediğini bilmiyordu. Tek tam anlamıyla yapabildiği hareket olan sol elini yumruk yapıp açma hareketini yaptı. Uyumamak için bir şekilde beynini aktif tutması gerekiyordu.

Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordu ama bilinci gidip gelmeye başlamıştı, artık cep telefonunun ışığını söndürmüştü. Karanlık olmuştu ama pek de umurunda değildi artık. Ne de olsa korkunun ecele faydası yoktu. Bir an acaba korkma yetimi mi kaybediyorum diye düşündü ama bunun o kadar da kötü bir şey olmadığına karar verdi. Etrafta ölüm sessizliği vardı. Pınar, sudan bir yudum daha almaya cesaret edebildi.

Bilincinin gidip geldiği anlar sıklaşmaya başlamıştı. Ayaklarını şöyle dilediğince açıp rahatlatmak için nelerini vermezdi. Bir ses duydu. “Sesimi duyan var mı?” Sonrasındaki yardım çığlıklarını beklemeye başladı. Hiç ses gelmedi. İşte şimdi bağırmalıyım diye düşündü. Ağzını açtı, dudakları oynuyor ama sesi çıkmıyordu. Boğazını temizlemeye çalıştı. Her ne kadar sesini çıkartmaya çalıştıysa da olmadı. Su içmesi gerekiyordu, ses git gide uzaklaşıyordu. Su şişesine baktı. Dibinde çok az bir miktar su kalmıştı. Bu son şansıydı. Suyun hepsini kafasına dikti ve bağırmaya başladı. İlk birkaç denemesinde sesi çok cılız çıkmıştı. Sonraki denemelerinde avazı çıktığı kadar bağırmaya çalıştı.

Sesi en sonunda duyuldu. “Bağırmaya devam et, yerini tespit etmemiz gerekiyor” dediler. O da devam etti “Lütfen yardım edin.” İki dakika böyle bağırdıktan sonra “Yerini tespit ettik ancak kolonların kesilmesi, molozların kaldırılması gerekiyor” dediler. Pınar da son kalan gücüyle “Ben tükendim. Kolonu keserken dikkatli olun. Sağ elim molozların altında” diyebildi. Ondan sonra da bilincini tamamıyla kaybetti.

1 Beğeni