Vesta-c. 4102

Central_Mound_at_the_South_Pole_Asteroid_Vesta_Hillshade

VESTA-C. 4102

“Kardeşin nerede?” Çocuklardan uzun bir süredir ses çıkmadığı için laboratuardan ayrılmış onları bıraktığı yere, büyük salona gelmişti. Kapının girişinde oğlu Roy’u görmüştü.”Bilmem içerdedir herhalde” altı yaşındaki çocuk omzunu silkerek. Burası bulundukları yerleşimin yani Vesta C.4102’ün en geniş salonuydu. Bir kenarına kurulmuş olan tek basketbol potasından bile ne kadar geniş ve yüksek olduğunu tahmin edebilirdiniz. Kafasını kaldırıp baktı, tam tavanın ötesinde çevrelerinde dönüp duran yüzlerce gölgeyi gördü. Uzun zaman geçmesine rağmen hala alışamamıştı kimi loş kimi hafif aydınlık bu meteorların dans etmelerine. Tesisin dışına kurulmuş olan güç kalkanları sayesinde tehlike arz etmiyorlardı ama yine de varlıkları rahatsız ediciydi. Güvenlik uzmanına “ya arıza yaparsa” diye sorduğunda uzman, “koruyucu kalkanın kapanması diye bir şey söz konusu değil” Ardından adamın yüzünde endişenin hala sürdüğünü görünce
“Tesis konumu itibarıyla zaten güvenli bir yerde hiç merak etmeyin” demişti. “Mikro reaktörleri sayesinde bin yıl daha sorunsuzca çalışır” Kızına seslendi. “Gloria”, ses seda çıkmayınca daha yüksek sesle bir kere daha seslendi. Paçasından biri çekince irkildi
“Buradayım baba, bağırmaktan vazgeç” “Aynı annesi gibi, buyruk vermeyi seviyor” , gülümsedi.
“Neden ses vermiyorsun” Saçları iki yanda örülmüş kız tüm sevimliliğiyle işaret parmağını dik olarak burnunun üstüne getirdi.
“Baba sessiz ol konuğumuz var” dedi. Ardından babasının pantolonunu paçasından tutarak içeriye götürmek istedi. Eli istem dışı aydınlatma düğmesine gidince “Baba.” dedi “Şeker ışığı sevmiyor” yürüdüler.
Bu maden işletmesine birimler, diğer standart madenler gibiydi ama yönetici bölümü geniş gözüküyordu. Üstelik standart olan salonda emsallerinden büyüktü. Maden sahasını saymazsanız derin bir kraterin içerisine yapılmış yerleşim merkezi üç ana bölümden oluşuyordu. Birinci bölüm oldukça ferahtı. On iki madenci bir de yardımcı personeli rahatlıkla ağırlayacak geniş yatakhaneler vardı. Maden müdürü içinde bir lojman ayrılmıştı. Yönetici lojmanı, basit paravanlarla birbirinden ayrılmıştı ve dört kişilik ailesine rahatlıkla yetiyordu. Bir uzay kolonisine göre iki geniş oda, büyük bir mutfak vardı. Burası aynı zamanda yardımcı personelin yani Ricky’nin lojmanı sayılıyordu.
İkinci bölümde dar bir yolla gidilen çalışma odası vardı. Orada büyük bir çalışma masası ve iletişim birimleri vardı. Diğer bölümünde de maden laboratuarı bulunuyordu. Üçüncü ana bölüm ise bu kocaman salondu. Üçü birbirine uzun bir yolla bağlanmıştı ve yolun iki yanında hava geçirmez güçlü kapılar vardı. Maden ise standart mesafe olan 500 metre uzaklıktaydı.
Salonun karşı duvarına kadar yürüdüler. Cam tavandan gelen ışık, zayıf olduğu için sadece önünde yürüyen kızını görebiliyordu, küçük ayaklarıyla koşar gibi yürüyordu. Karşılarındaki duvarın önüne geldiğinde durdu. Tekrar babasına susması için işaret yaptı. “Uyuyordur belki”, birlikte eğildiler. Çocuğun minik parmaklarının ucunda iki ya da üç milimetre boyunca soluk kırmızı renkte bir böcek vardı. Adam çok şaşırdı. “nereden buldun bu böceği” dedi. Efsane gibi anlatılan ama kendisinin hiç gitmediği dünyada bu tür böceklerden milyonlarca vardı. Ama burada Mars ile Jüpiter arasında dönüp duran irili ufaklı kayalarda bu tür böceklerden olduğunu duymamıştı görmemişti.
“Benim olabilir mi?” Kızı kocaman gözleriyle kendisine bakıyor babasının izin vermesini istiyordu.
“Ben bir inceleyeyim, sonra Ricky amcanında fikrini alırız. O’da zararsız olduğuna kanaat ederse böcek senin”
“Onun adı artık böcek değil, Onun adı “Şeker” dedi. Adam yerde duran böceğe baktı, neredeyse şeffaf önde üç çift bacağı olan uzun antenlere sahip bütün böcekler gibiydi ve şekere benzeyen bir yanı yoktu. “Sen nasıl istersen” dedi. Baba kız içeriye yöneldiler Laboratuara gidip örnek kaplarından birini aldı. Bu kibrit kutusundan biraz daha büyük, üst kapağının dışında diğer yüzeyleri paslanmaz çelik olan bir kutucuktu. Hayvan kıpırdamıyordu. “Gloria, kızım bu hayvan ölmüş olmasın”
“Az önce kıpırdanıyordu” küçük kız gülümseyerek.
Akşam saatlerinde madenden dönen arkadaşına gösterdi böceği Ama çekmecesinde duran kutuyu çıkardığında çok şaşırdı. Kutunun içerisinde iki böcek vardı şimdi. “Sen içkiyi bırakmıştın değil mi?” dedi Ricky, arkadaşına. Öyle böcekler konusunda uzmanlığı falan yoktu tek farkı Dünyada doğmuş olmasıydı. “şaka yapıyorum” dedi ve ekledi. “Biraz karıncaya birazda gümüşçüne benziyor. Her ikisi de olmadığına eminim” Yüzüne bakan arkadaşına dönerek “ben uzan değilim” dedi. Müdürün tedirginliğinin geçmediğini görünce “Erzak paketlerinden gelmiştir, çok kafanı yorma” dedi. Ardından günlük konuşmalara döndüler. Müdür Elder, kutuyu çekmeceye koyarken böceklerin sayısının dörde çıktığını fark etmemişti.
“Sence rapor etmeli miyiz?” dediğinden de Ricky kocaman bir kahkaha attı. “Niçin, kendimizi komik duruma düşürmek için mi?” Arkasından devam etti.
“Sen böceği boş ver bu ay ki kotayı doldurabiliyor muyuz” tekrar gülüştüler.

O sabah erken saatlerde iki çocuk babalarının laboratuarına sessizce girdiler. “Küçücük bir şeydir o şimdi bu saatte beni uyandırdığına değmez” dedi Gloria’dan üç yaş büyük ağabeyi Roy.
“Ben böyle bir şey görmedim. Sürüyle ayakları var ve hepsinin birden hareket ettirebiliyor.”
“Senin böcekler konusunda bir şey bilmediğin belli oluyor. Böceklerde sayısız bacak vardır zaten. Ayrıca kıskaçlar, antenlerde bazılarında kanatlar bile vardır. Uçarlar, kaçarlar, tırmanırlar, böcek olmanın gereğidir bu” dedi. Masanın üzerinden babasının büyütecini almayı unutmamıştı. Çekmeceyi sessizce açtılar. Kutuyu çıkardıklarında kutunun içerisinin böceklerle dolu olduğunu gördüler. O kadar çoktular ki neredeyse sığmayacaklardı minik kutuya. Hareket edemiyor gibi olsalar da kımıl kımıldılar.
“Böceğim yavrulamış” dedi kız sevinçle ellerini çırparak.
“Ver yakından bakayım” dedi. Birbirinin kopyası gibi duran onlarca böcek kaynaşıp duruyordu kutunun içerisinde
“Hani bir taneydi” Sesinde hem şaşkınlık hem de tedirginlik vardı. Bu tesiste dünyaya gelmişlerdi. Bu da tüm dünyaları üzerinde yaşadıkları kayadan ibaret demekti. Nereden bileceklerdi ki böcek nedir nasıldır diye. Sen bakacaksın yok ben bakacağım diye tartışırlarken arkalarından gelen ses ikisinin de korkmasına neden oldu. O an kutu, kardeşinin elinden almaya çalışan Roy’un parmaklarının arasından kaydı. Daha yere değer değmez kutunun cam kapağı açıldı ve içindekiler dışarıya döküldü. Anneleri “neler oluyor” demeye kalmadan minicik varlıklar dağılıverdi.
Carla, tatlı sert tutumuyla kapının eşiğindeydi. “Birazdan dersleriniz başlayacak ve siz buradasınız.” Aniden aklına gelmiş gibi “ben size kaç defa babanızın çalışma alanlarına girmeyeceksiniz demedim mi” Ses biraz daha sertti.
“Doğru odanıza dersler başlamış bile olabilir.” Çocuklar dışarı çıkmak üzereydiler birden onları durdurdu. “Bu kutu nedir, gene neyi kırdınız” Roy, “Bak anne bomboş” Kardeşi de araya girdi. İçinde bir şey yok anne” dedi İki çocuk hızla odalarına gitti. Vesta’dan yayın yapan kanaldan eğitimleri başlayacaktı.
Gece uydu sakinlerinin zamanlarını senkronize etmek için kullanılan büyük aydınlatma lambası söndükten sonra adamı uyku tutmamıştı. Sabah bir ara baktığı kutuyu yerinde bulamamıştı. Şirket verimi arttırmak için az adamla çok iş yapmaya çalışıyordu. Bu nedenle maden müdürü olarak vardiyaları iyi ayarlamalı çalışanları fazla yormadan üretimi arttırmalıydı. Artan üretimden gelen gelir fazlasını da çalışanlar arasında adil dağıtmalıydı. Bu durum uykularının kaçmasına neden oluyordu. İşte içeriden gelen sürünme veya sürtünme sesini duyduğunda uykusuzlukta yatakta döndüğü anlardan birini yaşıyordu. Yerinden doğruldu. Karısı uykusunda şöyle bir kıpırdandı. O’da çok yoruluyordu. En kısa zamanda para biriktirip bu ıssız yerden gitmeleri gerekiyordu. Usulca kapıyı açtı. Koridoru dinledi ama hiç ses seda yoktu. Yorgunluğuna vermek üzereydi ki kızının keskin çığlığını duydu. Çocukların odası kendi odalarının hemen yanındaydı. Az önce derin uykuda olduğunu düşündüğü eşi yanı başındaydı ve neler olduğunu anlamak için kocasının yüzüne bakıyordu. Bir göz kırpma anı kadar süren bu bakıştan sonra ikisi de çocukların odasına girdi.
İçeri girdiklerinde kızlarının yatağın üzerinde ayakta olduğunu ve çığlık çığlığa bağırdığını gördüler. Diğer duvarın yanında uyuyan oğullarıysa uykulu gözlerle neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. “O burada… O burada” diye bağırıyordu küçük kız. Adam telaşla içeriye bakındı ama bir yabancı nesne veya canlı yoktu. “nasıl bir şeydi” diye sordu annesi. Kollarını açtı ve gösterdi “bu kadardı” diye. Ağlamaklı bir sesle üstelik senin kolundan kalındı” diye sözlerini tamamladı. Anne, iki çocuğunu iki koltuğunun altına aldı. “rüya görmüş olmalısın.” Oğlu sözlerini düzeltti, “kâbustur o anne” diye. “Bizle yatarsınız” diyerek ikisini de içeriye aldılar.
O sabaha kadar adam gözlerini kırpmadı. Çocuğunun nasıl böyle rüya gördüğüne anlam verememişti. İkisinin de sağlıklı çocuklar olmaları için ellerinden geleni yapmışlardı. Ama tüm sisteme hakim olan işsizlik kendisini gösteriyordu. Biraz daha çalışmaları gerekiyordu. O nedenle bir süre daha burada bu maden meteorit’inde çalışmalıydı. Bir yanda üretim diğer yanda ailesi arasında bocalarken uykuya daldı.

Sabah ilk işi çocukların odasına gitmek oldu. Işık altında bir kere daha gözden geçirdi bütün odayı. Dünyada bir sahilde veya bir ormanda hatta çölde olsalardı o zaman kızı haklı olabilirdi. Ama şimdi uzayın karanlık bir köşesinde nereden gelirdi bu yılan. Hem küçücük iğne ucu kadar bir delik olsaydı yaşayamazlardı. Kahvaltıdan sonra kendisini maden işletmesine götürecek tünele girdi.
Yolun yarısına gelmeden telefonu çaldı. Arkadaşı Ricky heyecanla “Elder, acele buraya yatakhaneye gelmelisin” dedi. Koşarak uzun tüneli geçti. İçeri girdiğinde gördükleri karşısında kusacaktı neredeyse. Adamı tanıyordu, Jack. Soyunun Fransa’ya dayandığını söylüyordu her konu açıldığında. Yirmi beş yaşındaydı ve diğerleri gibi bekârdı. Adamın sol kolu kan revan içindeydi. “Arkadaşları bulmuş kendisini. Kazı robotunu kullanıyormuş. Galeriden acı çığlık duyduklarında hemen koşmuşlar yardımına ama Jack öylece yerde yatıyormuş. Allahtan kendisine ilk yardım yapmışlar da çok kan kaybetmeden getirmişler. “ne olduğunu anlatabilecek durumda mı” diye sordu Elder. “Ağrı kesici verdiklerini bir süre kendinde olmadan yatacağını söylediler. Kan desteği veriyorlardı, iyi ki kan stokları vardı. Diğerlerine belli etmeden ısırma izini gösterdi. Kapının önünde bekleşen arkadaşlarına “iyileşecek” dedi Rick.
Neler olmaya başlamıştı böyle bir türlü anlamıyordu. Rakip şirketler tarafından sabote mi ediliyorlardı. Eğer üretimi azaltmak için sabotajlar yapılıyorsa İşi elemanları yaralayacak veya sakat bırakacak kadar ileri götürmüş olabilirler miydi? O zaman bir ihtimal kalıyordu, işi hafife almıştı güvenlik tedbirlerini tam uygulamamıştı. O günü izin günü yaptı Eller.
“Gidin dinlenin” dedi karşısında duran 11 kişiye. Arkada duranlardan biri el kaldırınca ne soracağını bildiği için “ücretlerinizi tam alacaksınız” diye sözlerini tamamladı.
İçki içilen yerin işletmesini kendi aralarında oluşturdukları kooperatif benzeri bir işletme olarak çalıştırıyorlardı. Onlar kendilerine ayrılmış yerde birkaç kadeh içerlerken yanlarına biri yaklaştı.
“Müdürüm neler oluyor.” Adam kafasını çevirip bakınca çoktandır görmediği bir yüz gördü, bir saniye sonrasında sevindiğini bir çocuk bile anlayabilirdi.
“Kaptan Aleksi hoş geldin” dedi. Gözlerinden bir saniyelik pırıltı geçmişti. Bir saniye sonrasında aklı başına gelmiş gibiydi. “Ne zaman geldin sen.”
“Siparişleriniz varmış, bizim Fırtına’yla getirdik.” Biraz ötesinde oturan kısa boylu ve kaslı Moğol, kendilerine bakarak gülümsedi.
“Marza, hoş geldin” dedi şaşkınlığı devam ediyordu. “Yoksa neler olduğunu duydun mu?” Kır saçlı ufak tefek adam gülümseyerek yanında oturan kadına baktı. “ben duymadım ama çok uzaklarda neler olduğunu duyacak yetenekte tanıdıklarım var” dedi. Yanındaki kişi mahcup bir şekilde başını eğdi.
Yarım saat sonra müdürün bürosunda konuşuyorlardı. Adam iki gündür başlarına gelenleri anlattı. En sonunda bir şey yapıp yapamayacaklarını sorduğunda yanında duran kişi “ her geçen saniyede tehlike büyüyor” dedi. Kaptan Aleks, Zofia’nın bazı psişik güçleri vardır faydasını göreceksiniz” dedi.
Rahat ettiğini düşünmeye başlamıştı. Anımsayamayacağı kadar uzun bir süre meteor kayasının içerisinde yolculuk yapmıştı. Büyük katliamdan kaçan türünün birkaç örneğinden biriydi. Sonra uzun uykusundan uyandığında küçük bir kümese giren tilki gibi hissetmişti kendini. Etrafta kendisine uzun süre yetecek kadar av vardı. Uzun bir zamanda rahat edecekti, Hep yaptığı gibi kendini gizlemeyi başarırsa bu avların içerisinde rahat edecekti.
Karanlığın içerisinde süründü bir süre. Kendinden olanlar kendini böle böle çoğalttıklarıyla kocaman bir sürüngen olmuştu. Daha da büyümesi için karnını doyurması lazımdı hem kendinin hem de kendinden oluşanların. Gözüne kestirdiği iki ayağının üzerinde durabilen avlarından birine atıldı. Bütün gücüyle saldırsa da işler sandığı kadar kolay olmamıştı. Avı tepki göstermiş elindeki ilkel aletle savunmaya geçmişti. O zaman daha akıllı davranması gerektiğini anladı ve hızla karanlığın yüreğine çekildi. Aklında yemlerinin odaların birinde toplandığı düşüncesi vardı.
Ortalık sakindi, yatakhanenin soluk ışıkları yanıyordu. Koca odada çıt çıkmıyordu. Sessiz bir gölge tabanda ince bir ip gibi sürünerek süzüldü içeriye. Göze batmamak için duvar dibinde yol alıyordu. Gölgenin ucu durdu arkası üzerine katlanarak kalınlaşıyordu. İnsan bedeni şeklini alması çok zor olmadı. Eğer biri yakından inceleme fırsatı bulsaydı ranzaların boyuna ulaşmaya çalışan varlığın bir değil milyonlarca küçük böceğin birleşmesinden olduğunu anlardı. Yaratığın boyu ranza kadar olunca birden yatakhane aydınlandı. Parlak ışık her yana vuruyordu. Nerden geldiği ilk anda belli olmayan bir çığlık hatta milyonlarca çığlık duyuldu. Birden zeminden yükselen alevler kapladı her yanı. Şekil dağıldı, böcekler sağa sola saçıldı. Her biri kendilerini kaçınılmaz sona ulaştıracak alevlerden kaçmaya çalışsa da bütün zemin yandığı için kaçacak durumları yoktu. Dışarıda tüm personel bekleşiyordu. Kiminin ellerinde yangın söndürücüler kiminde de basit silahlar vardı. Dışarı çıkmayı başaran olursa halledeceklerdi. Gerek kalmamıştı, yatakhane ve böcekler kavrulmuştu.
Kaptan Aleksandır, kendisini uğurlamaya gelen Müdür Elder’la vedalaşırken, “ucuz atlattık” dedi.
“Hepimiz ucuz atlattık dedi kaptan da. “Koca evren bomboş değildir ya. Bizi nelerin beklediğini bilemeyiz”.
“Sizce tamamen kurtulduk mu?” dediğinde
Bölünerek çoğaldıklarını siz söylemiştiniz. Eğer ana böceği öldürdüysek korku yok demektir.” Eldar’da, “Bunu bilmemize imkân yok” dedi kendi kendine konuşur gibi. Personel gemiye binmek üzereydi ki Kaptan Aleks, namına uygun bir cümle kurdu.
“Taş yok mu Taş” Doğduğu ülkede sık kullanılan bir cümleydi bu. Uzay elbisesiyle eğildi yerden bir taş aldı. Gemisi Fırtına’nın duvarında duran kırmızı bir lekeye vurdu, ezdi. “Şimdi tamamen kurtulduk”