Will Smith'li Yeni Aladdin Uyarlaması Olmuş mu?

Kayıp Rıhtım'da tamamını okumak için: Aladdin Filmine Spoiler'sız Video İncelemesi – Kayıp Rıhtım

image

Will Smith, Mena Massoud ve Naomi Scott’ın rol aldığı ve Guy Ritchie’nin yönettiği yeni “Aladdin” uyarlamasını inceledik. (DEVAMI…)

4 Beğeni

Aslan Kral bu kadar kötü olmaz inşallah.Sadece çizgi filimde ki hikayeyi uyarlayıp başka hiç bir sey katmasaslar yine iyi olur.

1 Beğeni

Masalın güzelliğinden mahrum olmasını geçtim, Disney’in kendi eserlerinin büyüsünden de yoksun, zayıf bir film olmuş. Birisi şu masalların Disney’den bağımsız doğru düzgün uyarlamalarını yapsa ne güzel olur artık.

Bu vezir Cafer’in insanları sihirle hipnotize ederek tercihlerini yönetme gücü var ve sultan olmak istiyor. Öyleyse neden prensesi hipnotize edip kendisiyle evlenmeye ikna etmiyor da uzun yoldan lambayı ele geçirip de sultan olmaya çalışıyor? Sihir birinin seni sevmesini sağlamıyor evet ama biriyle evlenmek için aşık olmaya gerek olmadığı da filmde bile söyleniyor zaten. Tercih edilmiyor ama mümkün yani. O tercih de sihirle sağlanabilir. Sonra gücünü sağlamlaştırmak için lambayı rahat rahat bul gene. Zaten o ana kadar Sultan’ın aklına kızıyla evlenme fikrini sihirle sokmamış olması da garip. Bu gücünü sanki ilk kez kullanıyormuş gibi görüyoruz ve ne zaman kullanacak olsa birisi tarafından araya girilerek yarıda kesiliyor saçma sapan. Senelerdir bir kez yalnız yakalayamamış herhalde. Öyle ki adamın işi lambayı bulmaya kalmış artık.

Film aynı anda hem çizgi filmin havasını vermek için oryantalist hem de günümüzün modasına uymak için politik doğrucu, ortaya böyle garabet bir şey çıkmış. Filmdeki Araplar birer Karadeniz fıkrası karakteri gibiler ama bununla bir dertleri olduğunu sanmıyorum niyeyse. Bir de böyle bozuk İngilizce konuşuyor hepsi, çünkü Araplar ya, Avrupalı değiller. Sen düzgün İngilizce konuş, ben senin Arapça konuştuğunu varsayarım zaten izleyici olarak, buna ne gerek vardı ki? Aslında bunun sebebi şu, bu filmler asıl olarak batıya çekiliyorlar. Filmdeki karakterlerin bizden biri olmadığını batılı izleyiciye en kolay nasıl gösterebiliriz, işte böyle diye düşünüyorlar. Ama şarkı söyleyecekleri zaman ne hikmetse mükemmel bir İngilizce ile söylemeye başlıyorlar birden bire. “Helele velele” diye dolaşırken bir anda batılı bir opera sanatçısı ya da popçu çıkıyor içlerinden. Gülünç.

Prenses kızımız tabii ki müthiş bir feminist. Çok güzel. Ama sonunda yine ancak babasından icazetle yapabiliyor yapmak istediğini. Yani masalı değiştirebilmişler ama anca bu kadar değiştirebilmişler. Kız “susmayacağım, konuşacağım” diyor ama sonucunda komutan “olur” demeden olamıyor kız istediği kadar “konuşsa” da. Erkek o gücü vermeden kız o güce sahip olamıyor. En fazla konuşarak erkeği ikna etmeyi deneyebiliyor. Masalın geçtiği farazi dönem içinde bunu bir “gelişme” olarak kabul etmemiz bekleniyor çünkü o dünyada kadınlar konuşamıyorlar bile. Çünkü Araplar.

Çok acayip bir sihirli mağara var, mağarada da lamba var ama o mağara niye var, lambanın gizemli hikayesi ne, hiç yok filmde. Mağara öylece var sadece. Bir anda kendimizi orada buluyoruz ama burası neresi, nasıl bulunmuş, hiçbirinden bahsedilmiyor. Yani film kendi mitolojisini oluşturmuyor. Bilmemnerenin gizemli mağarası diye bahsi geçmiyor. Öylece bir anda oradayız. Oysa çizgi filmi bir sinema filmine çeviriyorsan bunlara ihtiyaç var. Yoksa her şey havada kalıyor.

Vezir Cafer Shirabad’a savaş açalım da savaş açalım diye tutturuyor. İyi de bunun bahanesi nedir? Bahanenin altında yatan gerçek sebepler nedir? Cafer’in tutkularını bu kadar körükleyen ne vardır bu Shirabad’da? Neler gelmiştir orada başına? Hiç açılmıyor hikaye. Sadece savaş açmamız gereken bir yer.

Cin güçleri gereği kendini serbest bırakamıyor, bu tamam. Klasik. Ama cini kölelik gecmişi olan siyahi ırktan birine oynatıyorsun. Hatta karakteri de siyahi yapıyorsun. Siyahi birinin ancak efendisi tarafından serbest bırakılırsa özgür olabilmesi, özgür olabilmek için ona muhtaç olması da ne bileyim, çirkin bir görüntüydü izlerken. :smile: Sonrasında mahçup mahçup teşekkürler etti bir de. :smile:

Aladdin Cafer’in sihriyle kendini bir anda buzulların arasında buluyor. Hayatında ilk defa gördüğü bir ortam ama zerre şaşkınlık belirtisi göstermiyor, yabancılık çekmiyor. Anında kendi şehrindeki gibi hoplamalı zıplamalı aksiyonlara giriyor. Tutunduğu buzlardan bir eli kayıp da burada kendi şehrindeki gibi güçlü olmadığını fark edip endişe yaşamıyor.

Filmde yan konu olarak yer verilip filmin sonunda akıbeti unutulan batılı salak prense ne oldu? Yanlış hayat kararları onu hikayenin sonunda nereye getirdi, bir göreydik keşke? Karakter sadece göründüğü sahnede “var.” Onun dışında varoluştan siliniyor. Film inandırıcılığını yitiriyor yani.

Guy Ritchie’nin tarzından hiç hazzetmeyen bir tek ben miyim? Dahası, “ağır çekimde müzikle senkronize aksiyon” bir yönetmen tarzı mı sahiden? Hele tarihi dokusu olan filmlere o kadar uymuyor ki. Günümüz kentinde geçen bir kaçma kovalamaca hikayesi içinde bir futbol maçı gibi karakterler arasında paslaşılan roller, tamam Snatch’de işe yaradı. Benzer filmlerde de tutuyor. Ama Sherlock Holmes? I-ıh. Kral Arthur? I-ıh. Aladdin? I-ıh…

Modernize edelim de günümüzün çocuklarına hitap etsin derken prenses ve hizmetçisi arasındaki ilişki kızların Whatsapp dedikodu gruplarına dönmüş. Bilmiyorum bu göndermeyi sevimli bulan olur mu? İzleyene kalmış.

Filmin sonunda kötü vezir Cafer’i film boyunca bulunmayan, bilinmeyen bir kural uydurarak yendiler. Cin denen şeyle ilk kez daha birkaç gün önce tanışmışmış Aladdin bu kuralı hemen nereden biliyor? Film boyunca bari bir kez bahsedilseydi de “aa düşmanı yenmek için onu kullandılar” deseydik.

Film aşırı uzun. 2 saatten fazla. Filmde az olay var ve bu azıcık olay da o kadar uzun sürüyor ki sıkılıyorsunuz. Bir mağara sahnesi var ki yarım saat. Bitmiyor.

Öyle hafif, sabun köpüğü bir film. Dramatik bir etkisi yok. Bir şeye üzülmüyorsun, sevinmiyosun. Herhangi bir coşku yaratmıyor. Disney bu eski çizgi filmlerini film yapma işine girdi ama sırf girdik bir kere mantığıyla yapmış olmak için yapıyormuş gibi tutkusuz işler çıkarıyor ortaya. Çıktıkları dönemki kadar bir heyecan da yaratmıyorlar zaten. Bir dönem de bunlarla geçeceğine yeni hikayeler çıkarmaya devam etseler de bu filmler de yan işler olarak kalsa keşke. Yoksa bu live-action filmler dönemi çok sönük geçecek gibi Disney için.

3 Beğeni

Ben filmi beğendim. Çok güzel olmasa da, orijinal halini yansıtmış yönetmen. Will Smith, Jin rolüne çok iyi oturmuş. Aladdin ve Prenses’i de sevdim. Bir tek, Jafar rolü olmamış. O rolü; Ben Kingsley oynamalıydı. Bunun dışında filmle ilgili eleştiri yapacağım bir şey yok. Gayet iyi bir film olmuş. Bundan daha iyi nasıl olurdu ki ? Filmi eleştirenleri saygıyla karşılıyorum; ama, madem eleştiriyorsunuz; bu film daha iyi nasıl olurdu söyleyin o zaman ?? :smiley:

1 Beğeni

Bir eleştirmen bunu açıklamaya niyetlendiğinde azılı fanlardan aldığı karşılık şu: “O zaman sen çekseydin/yazsaydın. Bir de senin yaptığın işi görelim. Oturduğun yerden ahkam kesmesi kolay. Sen yapsana. Emek var, emek…” diye uzayıp giden sitemler :expressionless:

Türkiye’deki sinema sektörü bir dönem fularlı(!) eleştirmenlerin elinde hırpalanıyordu. Seyircinin cebindeki parayı düşünme gafletinde bulunan, izleyiciye film okumasını öğtetmeye kalkan pis mi pis bir kitleydi. Sağ olsunlar, hadlerini bildiren sinefiller sayesinde sektör onların kirli emellerinden kurtuldu. O sayede yapımcılar gönüllerince yeni yeni projelere para akıtabildiler. Elbette, kolayca para kazanabilecekleri kalitede projelere :expressionless:

Herkes eleştirir ! Bu normal. Ama “daha iyisi nasıl olurdu” diye sorulduğunda kimse cevap vermez. Bir filmi beğenmedim demek ayrı kötü olmuş demek ayrı. Beğenmeyene lafım yok tabi ki, kötü olmuş diyenler daha iyisi şöyle olurdu diye fikir beyan etmiyorlar. Eleştirmek için mi eleştiriyorlar diye düşünüyorum. Bu film daha iyi olabilir miydi ? Daha iyi çekilebilir miydi ? Merak ediyorum :smiley:

Kısa cevap: İzleyici olarak sinema dili ve film okuması hakkındaki çalışmaları incelemeniz daha faydalı olacaktır. Eleştirmenin eleştiride değinmeye çalıştığı kısımlar, filmin özelinde ne beklenmesi gerektiği üzerine yoğunlaşır.

Evet, bir filmin beğenilmeyen yönlerinden bahsetmek, doğrusu nasıl olurduya noktası noktasına denk düşmüyor. Çünkü söz konusu kurmaca olunca, bir şeyi anlatmanın bir değil, bin türlü yolu yordamı olabilir. Ve bu yüzden farklı neticeler çıkıyor. O yüzden eleştiride beğenilmeyen noktalara odaklanılması doğal. Nasılı üzerine durulduğunda da zaten o beğenilmeyen noktaların nasıl iyileştirilebilineceği üzerinde durulur. Bu da izleyiciye yeni fikirler, bakış açıları kazandırır. Evet, eleştirinin zaman ve maliyet hususunda bir yönlendiriciliği var. Ancak eleştirinin bir de kişiyi neyle karşı karşıya kalabileceği hususunda bilgilendirme niteliği de var. Eleştirinin olumlu veya olumsuz olması bu noktada göreceleşmeye başlayabilir. Örneğin, filmin hangi noktalarda zayıf olduğunu bilen bir izleyici, o kısımları tolere etmeye daha yatkınlaşabilir, bu da seyir zevkini hiçbir şey bilmiyorken alacağı tatminden kat be kat fazlasına çıkartabilir. Aynı şey olumlu yorum alan filmler için de geçerli. Örneğin, olumlu yorumlara dayanarak filme giden biri, bu filmin neresini beğenmişler, diye dert yanabilir. Filmin neden iyi olduğunu izah etmek de bir o kadar önemli. O sayede izleyici filmi neden beğenip beğenmediğini daha iyi idrak edebilir. Yani eleştiri doğası gereği, hangi noktada, ne gibi durum ve hissiyatlarla karşılaşılabilineceği hakkında önbilgi/uyarı yapmaya yatkın.

Doğrusu nedir, sorusunun peşine düşülmesi sorun değil. Ama bunu eleştirmenden talep etmek ne kadar doğru, bilemiyorum. Çünkü eleştirinin temel görevi, belli başlı noktalara dikkat çekerek, neyle karşılaşılabileceği bilgisini vermek, son kararı da tüketiciye bırakmak. Tüketici, eleştiriyi değerlendirip, tüketeceği şeyin kendi beklentilerini ne kadar karşılayabileceği hesabını, yine kendisi yapmalı. Örneğin, eleştirmene yetersiz gelen ayrıntı, tüketicinin özelinde yeterli veya önemsiz gelebilir. Eleştiride yer bulmuş, daha iyi nasıl olabilirdiye dair ek bilgiler, tercihe göre değişen olasılıklar ve sonuç çeşitliliği sebebiyle, bu görevi desteklemek mahiyetinde sınırlıdır.

Ha, nasıl oluru üzerine gidilince, önceden de bahsettiğim gibi “Sen daha iyisini yap!” çıkışları geliyor. Bundan kaçış yok. Elbette buna bazen hak vermemek elde değil. Özellikle neyi, neden beğenmediğini ifade etmede zorlanıp, işi doğrudan kötüleme boyutuna vardırıldığında, kime ne faydası olduğu anlaşılmayan serzenişler çıkıyor.

Bu ve bunlar gibi sebeplerden dolayı, eleştirmenden doğrusu nedir, nasıl yapılır türü açıklamalar yapmasını zorlamamak gerek. Çünkü tek doğru yok ve eleştirmenin yapabileceği en iyi şey de uyarılarını yapıp gerisini izleyicinin kararına bırakmak.

Çözümleme gibi kişi özelinde eseri iyi veya kötü yapan şeyleri bunun dışında tutuyorum. İşin o kısmı bir hayli karmaşıklaşabiliyor; genel ile özel arasındaki sınır, filmden filme değişiklik göstermekte. Eh, zaten bağzı işleri bağrımıza basarken, bazılarını meh, bulmamızın sebebi o kısım; kurnacanın tarifi zor çekiciliği orası.

2 Beğeni