Yabancı

Bir an durup çevreme baktığımda kendimi çok klişe bir söylemle herkesin ortasında tek başıma hissetmiştim. İnsan kalabalık içinde bile tek başına olabiliyordu. Bağırmak istiyordu gelip geçenlere. “Bakın! Ben buradayım.” Oysa bu tür delilikler bir saniye kadar ilgi çektikten sonra yine sıradanlık içinde boğulacaktı. İşte her sabah kendini kanıtlamak isteyen milyonlarca kişiden bir tanesi olmak ve bunun kabullenilmez acısı ile yine de susuyordu insan. En aykırı biçimlerde bile kendini ortaya koyduğunda başka birisinin ucuz bir taklidi olarak kalıyordu. Bunu anladığımdan beri ne yapsam otantik olmadığımın farkına vardım. Peki ben kimin ya da neyin tekrarıydım?

Yol üzerindeki rastgele bir dükkana girip adres soran kişi gibi geçiyordu hayatım. Ancak burada soru sorup yoluna devam eden ben değil hayatın kendisi oluyordu. Aklıma bir düşünce bırakıp yolunda ilerliyordu. O geçip giderken ben günlerce, haftalarca o ne olduğunu kestiremediğim, bazen avuçlarımın içinde hissettiğim ancak ellerimi açtığımda göremediğim şüpheyle orta yerde kalıveriyordum. Böyle zamanlarda yine de insanın başına güzel şeyler gelmeliydi. Bir ipucu kırıntısı ona bildiği şeylerden sormalıydı. Aksi halde bu düşüncelerden insan bunalabilirdi. İntihar etmek anlamsızlığın en kesin noktasında tek cevap olarak kişiye gülümseyince koşa koşa kabulleniyordu onu. Kendince büyük kurtuluşu bulduğunu, sırrı çözdüğünü düşünüyordu. Bu kısa süreli parıltının sönmesi ile yeniden gerçekliğin zirvesinde, kendini arayış içindeki kişiyi bekleyen olarak görüveriyordu insan. Zorlu yolların ardından dağın tepesinde arayış içindeki kişiyi bekleyen de tüm o yolları aşan da kişinin kendisi olunca iyice içinde çıkılmaz oluyordu düşünceleri.

Akıl sağlığımı korumak için sigara içiyordum. Kadınlarla ilgileniyordum. Yeni çıkmış arabaların göz alıcı detaylarına kaptırıyordum kendimi. İnsanı merkeze aldığımız günden bu yana sahte yollar inşa ettik. Aksi halde herkes kendini bulmaya yönelecekti ve ne toplum ne de düzen sağlayacaktık. Düşünsenize kendini tüm ahlaki değerlerden, dogmalardan, olgulardan soyutlamış kişinin sabahtan akşam saatlerine kadar bir masa başında ömrünü çürüteceğini. Bunun imkansızlığı ile kendimize sahtelikler yarattık. Biraz metafiziğe güvensem tüm bunların planlı olduğunu söyleyecektim. Yani kişiyi güç yanılsamasına ikna etmek için parayı bulmak planlı olmalıydı. Hayatı kolaylaştırmak üzerine aldığımız tüm kararların bizi bir adım daha bağlı kılmasına en belirgin örneklerinden birisiydi bu. Şimdi öyle bir haldeyiz ki onu reddetmek sanki gerçeğin kendisini reddetmek gibi görünüyordu insanlara. Gerçek kendini öyle bir gizlemiş ki onu kör karanlık içinde bulup çıkarmak insanlara akıl tutukluğu olarak görünüyordu. Karışma bizim işimize sen kendi deliliğinle yaşıyorsun diye biz de mi seninle hemfikir olalım diyorlardı. Oysa daha çok azını söylemiştim aklımdakilerin. Bu bile sert bir tepkiyle reddedilmeme neden oluyordu. Her şeyin sorgulanabilirliğini anlamak güç değildi ancak bunu kabul etmek ve dahası bunu uygulamak şu anda çok büyük bir kısmımız için uygun değildi.

Günün büyük bölümünü kendimle geçiriyor olmam insanlarda şu soruya neden oluyordu. Sıkılmıyor muydum? Buna verecek kesin bir cevabım yoktu. Çoğu zaman sıkıldığımı düşünüyordum ancak insan içine çıkınca bunun geçtiğini, yerini neşeye bıraktığını söylersem yalan olurdu. Onun yerine kendimden sıkılmıyor ancak içinde bulunduğum durumdan sıkılıyorum diyebilirdim. İçinde bulunduğum durumda varlığın birinci olmasa bile önemli koşullarından birisi olan bilinme kısmını atlamış haldeydim. Bir ergen sancısı gibi kimse tarafından anlaşılmadığımı söyleyecek oluyordum bazen. Oysa kendimi anlatmak gibi bir derdim de yok. Nietzsche’ye sorsam bunun kibirden olduğunu söyleyecekti kuşkusuz. Büyük umutlarla anlamı keşfedeceğimi sandığım bu adamın sonunda beni düş kırıklığına uğratması da işte bu kimsesizliğime eklenmişti.

İnsan binlerce yılın getirdiği yozlaşmış düşünceleri tek seferde atamıyor üzerinden. Bunları toplumun kalbinden sökmek büyük insanlara kalıyordu. Bu insanların benden önce yaşamış olmasını dilemek istiyordum. Oysa bunu yaptığımda bana ait düşüncelere aykırı bir durum ortaya çıkmış oluyordu. Bir tarafımız her ne kadar istemesek bile metafiziğe sevgiyle yaklaşıyor. Yoksa tüm fantastik ögeler böyle sevilebilir miydi? Üstelik onlara inanmıyoruz bile. Yalnızca onları görmek hoşumuza gidiyordu. Olsaydı ne güzel olurdu diyorduk en fazla. Dini duyguların ise gerçek olduğuna inanılması böyle düşününce yadsınamazdı.

Pencereden dışarı baktığımda tek tük ışıklar orman olduğunu bildiğim dağın yamacında parlıyordu. Oralarda yaşayan insanlar vardı. Bir çoğu şimdiden uyumuştu. Uyanık olanları da büyük ihtimalle televizyon izliyordu. Bir uçak bulutların arasından bir yere doğru gidiyordu. Orada bir yolcu pencereden aşağı doğru bakıyor olmalıydı mutlaka. Dağın yamacında oturmuş kişiyle göz göze geliyorlardı farkına varmadan. Ben, her ikisini de gören ancak ikisinin de bilmediği üçüncü kişi. İşte ben bu nedenle yabancıydım. Her şeyin ortasında ancak hiçbir şeye dahil olmayan olarak.

-Sadece
28.12.2018

1 Beğeni

Hepimiz zaman zaman bulunduğumuz ortama uyum sorunu yaşıyoruz ve bazılarımız için sanırım çok daha zor oluyor. Kendimiz gibi düşünen ya da hisseden birilerine ihtiyaç duyduğumuz inkar edilemez bir gerçek fakat yine de karamsarlığa kapılmamak gerekiyor çünkü senin gibi yazma yeteneği olan kişilerin, yazdıkları ile kendilerini anlayan birilerine temas etme gibi bir şansları var.

Yine düşündürücü bir yazı olmuş, başarılarının devamını dilerim.

.Yorumun için teşekkür ederim. Başkalarının da benzeri duygular yaşıyor olması aslında kişisel olarak bakınca üzücü çünkü bu başkalarının da kafası karışık demektir. Ama bu ortak paylaşım alanı yine de mutlu ediyor insanı. İnsana dair ilginç bir durum işte. Yazan olarak benim bile anlamakta zorlanacağım içerikler üretmek istiyorum ancak bu çok zor. Kurguda da belirttiğim gibi başkalarının taklidi gibiyiz. Sanatta taklidin yeri var elbette ama ben kimin ya da neyin taklidiyim henüz bulamadım

1 Beğeni

Taklitçilik olarak değerlendirmiyorum çünkü farklı görüşleri savunan insanlar bile bazen aynı noktada buluşabilir. Kendime yakın bulduğum görüşleri okuduğum kadar karşıt görüşleri de okuyorum ki daha tarafsız değerlendirmeler yapabileyim ve zıt görüşlü olduğunu düşündüğüm insanlar, beni daha çok sorgulamaya itiyor. İnsanların çoğu bu noktada takılıyor yani farklı görüşleri sürekli dışlıyor ve hiç şans vermiyorlar, doğal olarak da zamanla yalnızlaşıyorlar.

Yazarlık konusunda yeteneğim olmadığı için bahsettiğin türde yazılar nasıl ortaya çıkar hiç bilmiyorum fakat anlaşılmayan filozofları düşününce, sanırım kabul görme tasası taşımamak gerekiyor. Hiç kimse anlamasa da yazmaya ya da konuşmaya devam ettikleri dikkate alınırsa, senin de böyle bir yol izlemen gerekebilir yani doğallığını kaybetmeden sadece içinden geleni yapmalısın belki de…

1 Beğeni