Bir anda gelen ilhamla yazdığım mini öyküyü sizlerle paylaşmak istedim.
<Azur, yatağında uzanmış, ölüleri utandıracak bir durağanlık içerisindeydi. Zamanın ve mekanın hapseden, paslandırıcı boğuculuğundan arınalı epey olmuştu. Yaşamaya devam edişinin en güçlü delili, olabildiğince yavaşça inip kalkan karnıydı. Kendisini doğanın dinginliğine teslim edeli epey zaman geçmişti. Öyle ki, kuşların aldırmaz gürültücülükleri bile sükunet senfonisinin ezgilerini kirletmeye yetmiyordu. Burasının, tanrının gölgesinden kaçmak isteyenlerin sığınmak isteyeceği türden bir yer olduğu aşikardı.
Geçen yazdan bu yana Azur’un dar ve uzun suratına birkaç beyaz kıl ve alnına da bir tutam kırışıklık ilave olmuştu. Çekilen acının sonrasında, usta bir ressamın, doğallığı daha iyi yakalayabilmek için yaptığı ufak eklemeler gibiydi hepsi. Yerinde ve nazik dokunuşlar…
Bazen az ötedeki su birikintisine gider ve orada uzun uzun yansımasına bakardı. Bazen de birkaç söz söyleme nezaketinde bulunur, sohbete bereket katardı. “İnsanoğlunun, özünden doğan, aşina olduğu tek duygu korkudur. O halde korkuyu özümsemek en doğrusu.”
Demlenmiş kendiliğiyle vakit geçirmeye yeni yeni alışıyordu. Anıları yitip gittikten sonra, zamanın perdesini aralamıştı. Artık onun için ne bir önce ne de bir sonra vardı. Rahatsız edici düşüncelerin birini zihninden itekledikçe bir diğeri hemen boşalan sandalyeyi kapma telaşına düşüyordu. Anılarına sarılı kimseleri de hatırlamıyor oluşu göğsüne oturup büyüyen huzursuzluğunu besliyordu. Çocukları var mıydı, ya da arkadaşları? Peki ya anne, babası kimdi? Hiçbirini bilmiyordu. Cehaletteki duru bilgelik, içi boş tenekeden çıkan ses gibiydi. Zihnini kurcalayan her şey, kulaklarının içinde çınlayan gürültülere neden oluyordu.
“Peki ya bir katilsem? Ya da bir asker? Pekala, çılgın bir kaşif de olabilirim.” Ellerini başının üzerine koydu. Yansıması da aynı şeyi yapmıştı. “Birini aramaya çıkıp kaybolduysam? Umarım beni tanıyorlardır.” Her önermesinden sonra etraftaki kuşlardan veya hareket eden herhangi bir şeyden onay almak istercesine bakınıyordu. Bulutlar kabarık göğüslerini gere gere tepede dolaşırken güneş, yeryüzünü mutlak karanlığa sürükleme palavrasıyla kendi batışını hazırlıyordu.
Azur, ağaç dallarına hazırladığı yatağına tırmanmaya yeltendi. “Bugünlük bu kadar. Yarın devam ederim.” Rikkatli adımlarla daldan öteye yürüdü ve uzandı. Bu gece de soğuk olacağa benziyordu. Yalnızlığın alametlerine sarınarak uykuya daldı.>