Yaşa Rock'n Roll!

Keş olabilirim ama orospu değilim. Salih ibnesinin hırtları beni kovalarken bir fil olduğumdansa haberim bile yoktu. Gece 12 dedin mi bizim Manisa’da sokakta adam kalmaz. Benim gibi genç ve alımlı bir hanımın koşuşturması için uygun bir vakit olmadığı kesin.

Ana caddede bekleyen iki polis arabası gördüm. Normal biri onlardan yardım isterdi ama ceplerim tıka basa tozla doluyken gördüğüm ilk ara yola sapmayı tercih ettim. Ve hassiktir, çıkmaz sokak.

Hırtlar peşimden sokağa daldılar. “Dursana be!” diye bağırdı büyük hırt.

“Şimdi nere kaçcan?” diye sordu ufak tefek olan.

“Bana müsaade edin,” dedim yalvararak. “Konserim var. Her şeyi hazırladım. Konserden sonra bütün malı satıp patronun parasını vericem.”

“Salih Abimiz borcunu şimdi tahsil etmek istiyor,” dedi küçük hırt.

“Salih’le yatmayacağım!” diye bağırdım dayanamayıp. O pezevenk birkaç siyasi bağlantısı var, belediyede de üç beş kişi tanıyor diye kendini Manisa’nın Vito Corleone’si sanmaya başlamıştı. Esasında bir çeşit baş-torbacıdan başka bir şey değildi.

“Salih Abi ne derse onu yapacaksın,” dedi büyük hırt. “Mallara çöküp kaçmadan önce düşünecektin.”

“Parasını ödeyeceğim,” dedim yalvararak. “Bana birkaç saat verin.”

Hırtlar gülerek üstüme yürüdüler. “Bizimle geliyosun güzelim…”

O an bir şey oldu. Daha sonra bunun yalnızca bizim kentimize olduğunu öğrendik. Böyle sikim sokum şeyler de anca Manisa’ya olur zaten. Dediklerine göre Spil Dağı’nın altında mıknatıs olduğu içinmiş. Her neyse. Bir an önce iki tane hırt beni Salih’e bile bırakmayacak aç köpekler gibi üstüme yürüyordu. Bir an sonra… Manisa bir ormana dönüştü.

Manevi bir ormandan bahsediyorum. Yani fiziksel olarak hiçbir şey değişmemişti. Yalnızca birbirimize baktığımızda artık vücutlarımızdan fazlasını görüyorduk. Sanırım ruhlarımızı görüyorduk. Karşımda bir fare bir de tazı duruyordu. Bense bir fildim. Hell yeah!

Fillerin fareden korktuğunun koca bir safsata olduğunu anladım. Küçük hırta doğru tek bir adım attığımda topuklarını götüne vura kaçtı. Tazı biraz daha mücadeleci gözüküyordu. Koştum koştum ve ona çarptım. Bir filin gücüyle… Kendi bir yana, bıçağı öbür yana savruldu.

Bizim mekana doğru depara kalktım ama büyük hırt benden hızlıydı. Tazı olduğu için olsa gerek. Arkadan boğazıma yapıştı. Onu savurup duvara fırlattım. Birkaç kemiği kırılmıştır. Fillere bulaşılır mı lan, gerzek?

Mekanın kapısında iki goril bekliyordu. “Kürk yakışmış,” dedim. Gülümsediler. Zaten pek konuşmazlardı. Yeraltındaki gece kulübünü dolduran hayvanlar alemini gördüm. Cümle mahlukat, biraz kaliteli müzik dinlemek için toplanmıştı.

Malları Kamil’e teslim ettim. Benim için dağıtıp parayı toplayacaktı. Artık bir şempanze olduğundan kalabalığın içinde oradan oraya zıplıyor, el çabukluğuyla işini görüyordu.

Sahneye çıktığımda “Dağılmış görünüyorsun,” dedi baterist.

“Türkü söylemicem, de mi Hüsam?”

Böyle mucizeler neden gece yarısı gerçekleşiyor acaba? Sonuçta o ana gece yarısı demek biz insanların uydurduğu bir şey değil mi? Neden tam 12’de ormanlaştık? Ben hırtlardan kaçıyordum, bu insanlar barda takılıyordu. Ne oldu? Dahası bu bize neden böylesine sıradan geldi? Neden mikrofonu elime aldığımda “Eğleniyor muyuz vahşi doğa?!” diye haykırdım?

                                     *  *  *

Kötü haber, bir fili devirmek için gereken uyuşturucu miktarı epey fazlaymış. Kuliste iki torbayı burnumdan çektim ama hissetmedim bile. Sanırım bir daha kafayı bulamayacağım. Ben buna üzülürken Oğuz geldi, gitaristimiz. At olmuştu. Bu onu epey seksi gösteriyordu. Gerçek bir aygır gibi sevişti.

                                     *  *  *

Birkaç gün Oğuz’da kaldım. Bu sırada şehir duruma alışmıştı. Gazeteler manevi ormanı yazdı ama Manisa’nın dışından birinin bunu anlaması mümkün değildi. Bense epeydir olmadığım kadar ayıktım. Salih’in adamlarının her yerde beni aradığı haberleri geliyordu.

“Parasını vereyim, yakamdan düşsün.” dedim Oğuz’a. “Malları satınca karı bende kalır diye düşünmüştüm. Sanırım bu planı yaptığımda kafam çok iyiydi. Salih bana zırnık koklatmaz, umurumda da değil zaten.”

Gerçekten, Salih için yıllarca torbacılık yaptım ve kazandığım her kuruşla gene ondan mal aldım. Toz çekmeyi bırakınca sahneye çıkarak kazandığım para rahat rahat yetmeye başladı. Oğuz’la da bu zamana kadar ciddi bir ilişkimiz olamamıştı, ben keş olduğum için. Şimdi birlikte kazanıp birlikte harcayabilir, mutlu olabilirdik.

“Yapma Ece,” dedi Oğuz. “İki adamına zarar verdin. Gururu kırıldı. Peşini bırakmaz.”

“Tamam aygırım,” deyip başımı onun çıplak göğsüne yasladım. “Sen nasıl dersen öyle olacak…” Tabii ki ömrümü kaçarak geçirmeye niyetim yoktu.

                                     *  *  *

Oğuz uyurken evden sıvıştım ve Salih’in mezbeleliğinin yolunu tuttum. Salih ibnesi sabah akşam orada olurdu. Para getirdiğimi söyleyince hırtları beni onun ofisine kadar götürdü. Beni ayakta karşıladı pezevenk. “Vay vay vay! Bu bizim keş Joan Jett değil mi?”

Onun nasıl bir leşçil olduğunu hep biliyordum ama şu an hakkaten de bir çakal olarak görünüyordu. Paraları masasına dizdim. “Müşteriden ne aldıysam o. Tek kuruşuna bile çökmedim. Hatta içtiğimin parasını da ekledim.” Aslında benim için Kamil eklemişti ama çalışıp öderdim.

Salih tüm meymenetsizliğiyle gülümsedi. “Bana başka şekillerde de ödeme yapabilirsin. Biliyon de mi?”

“Paranı aldın. Bundan sonra senin yakınından bile geçmeyeceğim. Bana bulaşma.”

“Yoksa? Bulaşırsam ne olur?”

Suratının ortasına bir tane çakmak istiyordum. Kendimi tutamadım. “Yoksa senin kemiklerini kırarım. Bir file bulaşmak istemezsin.”

Tabancasını çekip doğrudan apış arama dayadı. “Filden büyük fil avcısı var, tatlı kız.”

Gayriihtiyari geriye doğru birkaç adım attım. “Yapma…”

Kıkırdadı. Tabancayı bu defa alnımın çatına doğrultmaya kalktı. Hafifçe elimi savurmamla tabanca ofisin köşesine uçtu, kendisi de yere yapıştı. Suratı kan içinde ayağa kalktı. Ben gelmeden masasına çizdiği beyaz şeritlerden birini burnuna çekti. “Bu bokun her hayvana farklı bir etkisi var,” dedi sırıtarak. “Çok büyük olanları etkilemiyor… Ama benim gibilerin içindeki canavarı salıveriyor.” Üstüme atlayıp dişlerini boynuma geçirdi. Nerdeyse şah damarımı parçalıcaktı. Geberiyodum lan!

Onu tüm gücümle öyle silkeledim ki kemiklerinin çatırdadığını, eklemlerinin birbirinden ayrıldığını duydum. Boynumu bırakıp yere devrilen şey ne insan ne hayvan gibi görünüyordu. Şekilsiz bir posaydı sadece.

Gürültüyü duyup ofise dalan hırtlar, patronlarına yaptığım şeyi görünce korkudan donup kaldılar. “Git buradan,” diyebildi biri sonunda. “Sakın geri gelme.”

Aslında ben de yaptığım şeye oldukça şaşırmıştım ama içimden kahkahalarla gülmek geldi. Sanırım fil kadar büyük hayvanlar, bu minnaklara önem veremiyor. Masaya bıraktığım parayı geri topladım, çantamın hangi cehenneme düştüğünü göremediğimden sütyenime falan sıkıştırdım ve Oğuz’un yanına döndüm.

                                     *  *  *

İki gece sonra aynı mekanda bağıra çağıra müzik yapıyorduk. Ve sanırım her zamankinden güzel söylüyordum. Ve sanırım ilk kez bu kadar mutluydum. “Çok yaşa Rock’n Roll!”

2 Beğeni

Seks, uyuşturucu, rock’n roll üçgeninde kısacık bir şehir fantezisi. Yorumlarınızı bekliyorum :slight_smile:

1 Beğeni