Youtube Caddesi

NOT: Video Youtube’a düşmemiş, o yüzden twitter sayfasını paylaşıyorum.

Star Trek evreninde hava durumu ne alemde, öğrenmek için sıkı Star Trek fanlarından meteorolojist Katie Nickolaou’ya bağlanıyoruz:

1 Beğeni

Edgır? :smile:

5 Beğeni

Ben bunu niye yeni gördüm acaba?

2 Beğeni
1 Beğeni

https://www.youtube.com/channel/UC3ogrx6d9oohf6D42G44j1A

2 Beğeni
1 Beğeni
1 Beğeni

Hala gülüyorum.

1 Beğeni

Asla röportaj vermeyen, ekranlarda gözükmeyen İhsan Oktay Anar, bir sokak röportajında konuşmuş.

5 Beğeni

şunu gördüm youtube’da, nerede paylaşayım bilemedim.
Video 1:56’da başlıyor arkadaşlar

Adam haklı, sabaha kadar Babçi mi oynanır gençler.

1 Beğeni

Gerçekten İstanbul Sözleşmesi’nin içeriği biliniyor mu? Doğru dürüst uygulanamayan bir sözleşme nasıl oluyor da sorun yaratabiliyor?

Burada sözleşmenin tek etkisi, iddia edildiği üzere evden uzaklaştırma uygulaması. Onun dışında, aile içinde ne olduğu, sadece bir tarafın, yer yer muğlaklaşan, yer yer bambaşka konulara yelken açıp giden ifadeleriyle dolu. İfadeler çok çelişkili, devamlı farklı kategoride yer alan, farklı meseleler gerekçe gösterilerek aynı mağduriyete vurgu yapılıyor. Üstelik, devletin bu mağduriyetten kazanç sağladı iddiası da var. Bakanlığın bahsi geçen sözleşme ve ilgili uygulamaları sayesinde gelir elde ettiğine dair ciddi bir iddia. Öyle bir iddia üstüne bakanlığın soruşturma açması gerek.

Bu arada, sözleşme sözleşme, diye diye alakasız şeylere atıflarda bulunuluyor. Ancak çok az kişi bahsi geçen sözleşmenin içeriğinden ve asıl amacından haberdar. İstanbul Sözleşmesi’nin içeriğini merak edenler, bu linkten sözleşmenin tam metnine ulaşabilirler.

Bu durum nedeniyle mağdur olan erkekler sürekli olarak aileyi yok etmekten başka amaç gütmeyen kurum-kuruluş ve sözde dernekler tarafından dışlandıkları ve canavar gibi gösterildikleri için belki de bazıları erkek oldukları için utanıyor bence. Zaten aileye savaş açanların amaçlarından biri de bu; erkek = tacizci, tecavüzcü, şiddet uygulayan, hatta Kadem gibi derneklerin sitesinde ayı vb. hayvanlarla karşılaştırılan ve onlardan bile aşağı görülen bir mahluk… Bunu yapanlara sormak lazım “Sizin babanız, ağabeyiniz, oğlunuz, amcanız, dayınız, dedeniz yok mu? Varsa onlar da sizin göstermeye çalıştığınız erkek profili gibi mi?” diye.

Burada yanlış anlaşılma olmaması adına şu hususu da özellikle belirtmek istiyorum. Mağdur olan erkekler kadar hiçbir suçu olmadığı halde içip içip eve gelen kocası tarafından dövülen, hiçbir geliri ve gidecek yeri olmamasına rağmen çocuklarıyla terk edilen veya boşanmaya zorlanan ve kocası tarafından nafakası verilmeyen kadınlarımızın sayısı da az değil tabi. Hatta bu durumda olan kadınlara en az mağdur olan erkekler kadar üzülüyorum. Ancak maalesef “sözde kadın hakları savunuculuğu yapanların hiçbiri” bu durumda olan gerçek mağdurlarla ilgilenmiyor. Onların işleri aileyi yıkmak amacıyla kullanabilecekleri, kendilerine malzeme yapacak olaylarla ve sadece aile yıkılana kadar, sonrası ne haliniz varsa görün.

Bu konuyla ilgili gördüğüm kadarıyla en büyük mücadeleyi Sema Maraşlı veriyor. Kadınların erkeklere düşman edildiği böyle bir ortamda hele de birçok kendini bilmez aile düşmanından tehditler alan bir kadının erkeklerin hakkını savunması garip gelebilir ama normal olan zaten hiç kimseye cinsiyet, din, dil, ırk vb. ayrımı yapmadan doğru olanı söylemek değil mi? Sosyal medyada mutlaka benzer şekilde toplumu bilinçlendirmek ve aileyi kurtarmak amaçlı topluluk ve gruplar vardır. Benzer şekilde bazı yazarlar da bu konuya dikkat çekip davul çalarak yetkilileri bu mağduriyet konusunda uyarmaya çalışsa da maalesef sesleri yeterli gelmiyor. Aileyi yıkmak için uğraşanlar boş durmuyorlar ve özellikle de üniversitelerde ve kız yurtlarında sistematik olarak bunun için çalışıyorlar. Umarım en kısa zamanda buna birileri dur der, yoksa bu konudan sadece iftiraya, haksız nafaka zulmüne uğrayan erkek değil, kadın, çocuk, kısacası tüm aile ve toplum zarar görmeye devam edecek :frowning:

Sema Maraşlı’ya, hem kendi hem de yaşadığımız toplumdaki sorunlarla çelişen demeçleri sebebiyle şüpheyle yaklaşıyorum. Öyle, her zaman özü sözü bir insan arayan biri değilim. Bazen durumuna göre insanlar geçmiş ifadelerinde çelişebilir, farklı temellere göre beyanda bulunabilir. Ancak, bu tür hususlarda ortaya atılan fikirlerin, genel durum ve olası sonuçlarına göre temel alınmasına, ilgili kişi ve demeçlerinin o temel vaziyete göre itibar edilmesinden yanayım. Kendisinin çözüm olarak topluma sunduğu şeyler, aman tadımız kaçmasın, aman kadın tarafı sorun çıkarmasın, bak o zaman her şey güllük gülistanlık, vs. minvalinde. Hukuki ve toplumsal krizlerse başka bir tablo seriyor. Aile içi istismar ve şiddet olayları, o “aman tadımız kaçmasın”, “aman dışarıya rezil olmayalım”, “ama yuvamız dağılmasın”, vs. mantığı yüzünden kronikleşip sıradanlaşıyorken, daha yeni Şeyma Yıldız Cinayeti ve ardından yaşananlar varken, yani, aile ve toplum o bakış açısı sebebiyle de zarar görebiliyorken, kendisinin demeçlerine ve tavsiyelerine şüpheyle yaklaşıyorum. Zaten, demeçlerinin İstanbul Sözleşme’sinin içeriğiyle alakası olmamasına rağmen, nasıl oluyor da sözleşmenin karşıtı olarak el üstünde tutuluyor, anlamıyorum.

Hem bu konuda sorulacak çok soru var. Bir kısmı şöyle:

Bu zamana kadar kadın derneklerinin, erkek kötü, aile kötü, diye açıklama yaptığını duymadım, okumadım. “Erkek tarafından kadına yönelik şiddet.” veya “Aile içinde şiddet ve istismar.” Kalıbında, böyle bir sorun var, minvalinde durum değerlendirmeleri okudum hep. Tespitleri ve çözüm önerileri, yetkili kurumların gerekli prosedürleri yerine getirmesi üzerineydi. 2018 raporlarına göre katillerin %52’ye yakını akraba veya yakın içerisinden. İstanbul Sözleşmesi de kadın ve çocukların ruhsal ve fiziksel bütünlüğü savunmayı amaçlayan bir sözleşme. O istatistiklerin azalması için atılması gereken adımlara önayak olmak için var. Bu sözleşme neden hedef alınıyor? Ne diye aile kurumuna tehdit olarak feshedilmesi isteniyor?

İstatistiklere bakılırsa, sözleşmeye göre koruma alan kadınların oranı %1, boşanma davası %4, uzaklaştırma kararı % 4 kadar. Bu %9’luk dilimden, erkeğin haksızlığa uğradığı yüzdenin oranı, aile kurumunun tehdit altında olduğu sonucu çıkarmak için az değil mi? O yüzde, İstanbul Sözleşme’sinin odağı dışında yer alan, başka sorunların emaresi olamaz mı? O sorunlara özel yasalar yapılması gerekmez mi? Bunun için çabalamak gerekmiyor mu? Erkeklerin hakkını gözetmek için neden bu sözleşmenin feshine bel bağlanıyor? Birinin hakkını savunabilmek için başkalarının hakları görmezden gelmek demek değil mi bu? Mağdur kadınların hakları, mağdur erkeklerinki için görmezden gelinebilir mi? O kadar korkunç haberler gün yüzüne çıkıyorken, kadın ve çocukların haklarını koruyan yasalar feshederek aile ve toplum korunabilir mi gerçekten?

Aile içi şiddet ve sorunlar, 2012’de imzalanan İstanbul Sözleşmesi’nden önce de vardı. Büyük olay yaratan 2011 tarihli Ayşe Paşalı Cinayeti örneğin. Yasanın çıktığı ve uygulandığı ilk dönem o vakalarda azalma gözlenmiş. Kadına ve çocuklara yönelik aile içi istismar diye bir şey var. Neden her şeyi, o sorunların sistematik çözümüne yoğunlaşmış İstanbul Sözleşmesi’nin feshine getiriyorlar? Aile kurumuna değer verenlerin, o kurumun daha sağlıklı olması için çabalaması gerekmez mi? O kadar cinayet ve istismar olayına rağmen, niye önerdikleri her şey, kol kırılsın yen içinde kalsın mantığında? Ailenin korunması hususunda neden tüm sorumluluk kadınların üstüne yükleniyor? Kadınlar ve çocuklar cinayete kurban gittiklerinde, aile kurumu yok olmuyor mu? Erkeğin sorumlulukları, yapması gerekenler ve yapmaması gerekenler yok mu? Sadece erkekler evden uzaklaştırma alınca mı ailenin yok olduğu düşünülüyor? Eğer bir aile içerisinde, aileyle özdeşleştirilen huzurlu ve sağlıklı ortam yoksa ve bunun tarafların tutumları gereği düzeltilmesinin imkânı da bulunmuyorsa, yani ideal aile temsili ortada yoksa, o birlikteliği “aile”dir diye korumak, olası trajedilerin önünü açmıyor mu? Örneğin, akrabaların “barıştırma” gayesiyle bir araya getirdiği çiftlerin buluşmasının sonu cinayetle bitebiliyor.

Böyle böyle, şahit olunan durumlar karşısında cevaplanması gereken sürüyle soru var. Erkeklerin mağduriyeti giderilmek isteniyorsa, erkeklerin sorunlarına özel bir İstanbul Sözleşmesi yapılsın o zaman. Erkek haklarını umursayanlar, eşitsizlik ve mağduriyet konusunda işin kendilerine düşen kısmını yapsınlar.

2 Beğeni

İstanbul sözleşmesi tamamen hatalı demiyorum. Ama içeriğinde birçok hata var: kadına şiddet davalarında kadının beyanı esas kabul edilir, erkek suçsuzluğunu ispatlamak zorundadır. Şikayet geri alınsa bile kamu davası olarak devam eder.
Böyle bir hukuk katliamı tarihteki en acımasız denen devletler tarafından bile uygulanmamıştır!
İçeriği detaylı incelendiğinde özgürlük genişletme görünümünde aileyi bitirme projesidir. Kız kelimesi yasaklıdır, çocuk da olsa kadın denmelidir. Cinsellik haktır, engellenmesi suçtur. Bu yüzden oy kullanma yaşına gelmemiş, cezai yükümlülüğü bile oluşmamış bir çocuğun kendi rızasıyla ileriki hayatını etkileyecek bir eylem olan cinsellik yaşama hakkı vardır. Diyelim kızın bi ipsiz sapsızla çıkmaya başladı ortaokulda ve cinsellik yaşamak istedi. Engel olursan hapis yatarsın. Medyada bu sözleşme çocuk gelinleri engelliyor dersin kim bilecek.
İstatistikleri bilmem ama kötüye kullanan çok.
Örnek 1
Örnek 2
Örnek 3

1 Beğeni

Kötüye kullanım varsa, mahkemeler bunun üstüne gitmeli. Daha ayrıntılı soruşturulmalar yapılmalı. Kötüye kullanımın önüne geçilmesinin tek yolu, yetkililerin etraflıca inceleme yapılması. Zaten en büyük sorun da bu, ya doğru dürüst uygulanmıyor ya da hızlı karar verme mekanizmasıyla uygulanıyor. Üstelik tüm sorunların sözleşmenin varlığına bağlanması hatalı. Verdiğiniz haber linklerindeki sorunlar sözleşme öncesinde de yok muydu? Klasik aile yapısının tehdit altında olduğu kanısı hep vardı. Sözleşme feshedilse, gelecekte bambaşka şeyler hedef tahtasına oturtulacak.

Kadın ve cinselliğe gelirsem. O konu cinsellik üzerinden kişiye ve hürriyeti üzerinden, yaşam hakkının gasp edilmemesi amaç. Namus kavramı bahane edilerek, cinayetlerine gerekçe ve ceza indirimine gidilmemesi için o maddeler. Hem zaten bunlar esaslar. O esaslara dikkat ederek, devletin kendi toplumuna göre yasalar ve uygulamalar yapması amaçlanmış. Sözleşmenin destekçileri de o kadın tanımına göre, biyolojik ve psikolojik olarak çocuk varlığının inkar edilemeyeceği görüşünde. Ülkemizde belli bir yaşın altındakiler çocuk statüsüne göre kanunlar ve uygulamalar tabii. Reşit yaşta olmayan biriyle cinsel ilişkiye giren kişi yasa gereği ceza alır. Verdiğiniz örnekte ceza alan kişi ebeveynler olmaz.

Ayrıca, Sema Maraşlı da 18 yaş öncesi evlilikleri destekleyen biri. Sözleşme çocuk gelin kavramının önünü açıyorsa, en azından o yönünü takdir etmesi gerekirdi.

Alfa’dan çıkan Decameron’un çevirmeni Nevin Yeni ile Decameron üzerine bir program yapmışlar.

Kanal genel itibarı ile konuklar ve konu seçimi olarak çok çok güzel fakat ben bu kadar temposu düşük, bu kadar bayık, şanzımanı bozuk araba gibi tekleyerek ilerleyen, izleyenin boğazında tıkanıp kalan bir program sunuşu daha yemin ediyorum görmedim. Üniversitelerin Radyo TV bölümlerinde “bir program nasıl sunulmamalıdır” başlığı altında okutulması lazım. Her video yüklediklerinde konuya ve konuğa bakıp seviniyorum ama izlemeye devam etmek için olağanüstü çaba sarfetmem gerekiyor ki genellikle devam da edemiyorum. Her şeyi geçtim sadece eeee ıııııı eeee ııııııı eeeeeee ıııııııı’ları çıkarsanız programın süresi yarıya iner.

4 Beğeni
4 Beğeni