Zaman Dokunuşları -Hikaye

Zaman, en büyük zehirdir. İlacı kendinde olan bir zehir. İyi okumalar.

Dalgalar, Anen ’in bağdaş kurduğu ayaklarına çarparken ortalığa mutlak bir sessizlik hakimdi. Anen ‘in gözleri, okyanusu andıran denizden yükselen, kum saatine benzeyen şeye dikilmişti. Farkında olmadan elindeki bileme taşını kılıcına sürtüyor, yandan bakıldığında inceliğinden görülmeyen kılıcı feryat ettiriyordu. Elleri kısa bir süre sonra durdu. Düşünceler çok kıymetliydi. Varoluş sebebi ve son getirici. Kulağına dalgaların sesi geldiğinde, elleri tekrardan ileri geri gidiyor, düzeltecek kıvrım, düzleyecek tepe arıyordu. Çok uzun zamandır burada gibi hissediyordu. Zamanın olmadığı zamandan beri burada oturuyor, başlangıcın başlamasını bekliyordu sanki. Beklemek onu yormuyordu. Ve beklediği şey başlangıç değildi. Kum tanelerinden birisi aşağı kayınca oturduğu yerden kalktı ve bileme taşını yere bıraktı. Kılıcını ellerini arasına alarak, “Ölümlerin doğmasına, nihai düzenin başlayıp sarsılmasına, bozgunlukların çıkmasına az kaldı. Taşıdığım, onurumu sembol eden bu kılıç şahittir, atılacak yaşam meyvelerinin arasından öncel gelmem beni özel kılmıyor. Sıradan bir imgeden, bir yanılsamadan ibaretim. Başlayacak olana adandım ve beklemek ile görevlendirildim.” Dedi. Sesi, düz bir ton ile çıkıyor, ondan sonra gelecek olanların taşıyacağı duyguları barındırmıyordu. Dünyanın duyduğu ilk ses. Dünyanın duyacağı son ses.

Son birkaç kum taneciği, haznenin üst tarafında oynaşırken Anen esnedi. Yorulmuştu ve buna aldırmıyordu.
“Eski doğanların dediği gibi,” dedi. “Dün bir ceza, yarın bir hayal, bugün ise gerçektir. İnan bana Zana, hayal olmadan ceza çekiyorsun. İşin acı tarafı, bunu düzeltmek için daha kötü bir gün seçemezdin.” Elleriyle kum saatini işaret etti. “Çok az kaldı. Hayallerin zamanı doldu ve gerçekler ağır basıyor.”

Ellerini kuma daldırmış adam derin bir nefes verdi. Gözleri içe dönmüş, yalpalayan zihnine doğru bakıyorlardı. Yıpranmış görünen ceketi bacaklarının altında kalmış, haliyle kuma bulanmıştı. Kırış kırış olmuş derisi, bembeyaz kesilmiş sakalı, öne eğilmiş başı ile dünya üzerindeki canlılar arasından sonuncu olan ve çimen birikintisi arayan bir keçiye benziyordu. Yaşlı bir keçiye… Ellerinin arasında duran kumdan top, avucunun içinde gezdirdikçe dağılıyor, arkasında birikintiler bırakan ve daha da küçülen bozuk bir topa dönüşüyordu. Zana güldü. “Bu bana benziyor. Bir amaç uğruna sağa sola koşan ve yara alan bir beden. Aslında burada herkesten biraz görüyorum. Çocuğu için fedakârlık eden bir anne, yolunu bulmaya çalışan bir birey ve başarısızlıklara uğrayan diğerleri.” Kısa süren bir sessizlikten sonra tekrar konuştu. “Nasıl bir şey olduğunu hiç merak ettin mi? Yani bir ailenin olmasını…”

Anen ’in gözleri titreşti. “Hayır, kabul etmezdim. Sıradanım ama o kadar da değil.” Anen’ in gözlerinden, bunun bir yalan olduğu okunuyordu. Sesi artık titriyor ve duygu taşıyordu. Uzunca bir süre konuşmadılar. Gözler, artık çokta uzakta olmayan şeyi görüyordu. Anen mutluydu. Ona verilen görevi başarıyla yerine getirmişti. Ama bir acı vardı yüreğinde. Zamanın dokunduğu bir yerdi orası. Ve hayalde kalmamıştı, ‘Artık yaşama zamanım geldi’ demek için bir zaman olmayacaktı artık. İç geçirdi. Şaşırdı, bunu yapabildiğini bilmiyordu.

“Zamanın efendisi bile biraz daha zaman istiyor” dedi Zana, gülerek. “Her gün yeni bir bilgi demektir. Ama yarın cahil kalacağız.” Son gülüşü bir çığlığı andırıyordu.
Anen yavaşça ayağa kalkmaya başladı, kılıcı elinde sallanıyordu. “Görevim boyunca bugünü bekledim, Zana. İlk nöbet anında o kadar kendimden emindim ki.” O anı hatırlarmışçasına güldü. “Hatta, ‘Hep böyle geçecek ise bana başka bir görev ver’ demiştim ona. Hep öyle geçmedi.” Boşta kalan elini arkaya doğru salladı. “Ölümler bile ölüyor. Bozgunluklar diniyor, zaten hiç sağlam kirişlere sahip olmayan düzen, tam anlamıyla çöküyor. Sonu bilmek bende hiçbir şey hissettirmemişti. Ama onu yaşamak çok şey hissettiriyor.” Son kez arkadaşına baktı. “İyi uyu Zana, hayallere ulaşma ümidi ile uyu.” Kılıç, Zana’ ya doğru gelirken son kum taneleri dökülmeye başlamıştı.